Çocukluğumun Bursası
Benim Bursa ile tanışmam, 80 yıla yaklaştı. Daha önceleri, bu aziz belde için bildiklerim, herhalde ilk mekteb seviyesinde birkaç satırdan ibâretdi.
O sıralarda biz Üsküdar'da otururduk. Kızlarını Üsküdarlı bir âileye gelin olarak vermiş olan Bursalı bir âile de Üsküdar'daki komşularımız arasındaydı. Bu şehirde başkomiser olarak vazifeli bulunan İbrahim Bey ve zevcesi Ayşe Hanım'ın soyadlarını şimdilerde hatırlayamıyorum. İşte bu sevgili komşularımız, Bursa'dan Üsküdar'a misafireten bir gelişlerinde bizi ısrarla –mukîm oldukları– bu yeşil şehre dâvet ve her iki tarafın da bundan memnun kalacağını tebşir etdiler.
1945 yılı Haziran'ında ilk mektebi henüz bitirmişdim. Böyle bir Bursa seyâhati benim için âdetâ bir mükâfat olacakdı. Bursalı dostlarımıza, dâvetlerine Temmuz ayında icâbet edebileceğimizi bildirdik. Evvelden biletlerimizi alıp annem ve ablam ile beraber kararlaştırılan günde Galata rıhtımından Mudanya'ya kalkacak vapurdaki yerlerimize oturduk. O yıllarda Yalova yolu hiç de işlek ve elverişli olmadığından, bize Mudanya üzerinden Bursa'ya muvâsalatımız tavsiye edilmişdi. Adı Sus veya Marakaz olan Denizyollarına âid gemiyle herhalde 3-4 saatde Mudanya'ya varıp iskelesine yanaştık.
Resim 1: Bursa'ya gittiğim sıradaki çocukluk hâlim
Bizi kimin karşıladığını hatırlamıyorum, fakat Bursa'ya trenle gideceğimizi öğrendik. Ama ne tren! Herhalde sadece mevsimin sıcak olduğu yaz aylarında işletiliyordu ki, vagonların dışa bakan kenarı demir parmaklıklarla kaplandığı, üst tarafı da açık pencere olarak tasarlandığı için, tren hareket hâlindeyken, püfür püfür esintisiyle yolcuları serinletiyordu. Gidiş sür'ati çok düşükdü. O kadar ki, yol kenarında bulunan çağlayanlardan su içmek için trenden atlayıp bu ihtiyacını giderdikden sonra trene rahatlıkla yetişenleri hayretle seyr ediyordum. 25 km.'lik yolu her halde iki saatte alıp Bursa'ya vardık. İbrahim Bey bizi alıp evine götürdü. Burası, geniş iç avlusu olan, civarında da aynı tarz ahşap evlerin bulunduğu Tophâne semtiydi. Bahçesindeki çiçekler arasında yer alan, suyu bol bir kuyusu vardı ve buz gibi bir su, tulumbayla çekiliyordu. Üsküdar'dan alışık olduğumuz şehir şebeke suyunun burada bulunmayışı, bizi hiç de rahatsız etmedi. O devirlerde buzdolabı henüz yaygın olarak bulunmadığı için, meyveler ve sıcakda bozulabilecek yemekler kuyunun su seviyesi üstündeki bir yerinde saklanıyordu.
Resim 2: Bursa-Mudanya treninin lokomotifi
Ertesi günü Bursa gezintilerimiz başladı. Galiba ilk gittiğimiz yer Ulu Cami idi. Şimdiye kadar hiç görmediğim –İstanbul'da benzeri bulunmayan– cami içi şadırvanı benim çok hoşuma gitmişdi. Emirsultan ve Yeşil camileri ise, daha sonra gördüğümüz mâbedler arasında idi. Başkomiser İbrahim Bey'in ağırlığını koymasıyla –o zamanlar bütün türbeler gibi kapalı olan– Yeşil Türbe'nin içine girmekle, ben de ilk defa bir türbe dâhilini görmüş oldum. Buraya yakın olan Sedbaşı da çok ilgimi çekmişdi.
Resim 3: Bursa-Mudanya treninin önünde Bursa Lisesi izcileri
Sonraki günlerde Hz. Üftâde'yi ve Tophâne'deki Osman ve Orhan Gazi türbelerini de ziyaret imkânı doğdu. Pınarbaşı'nda suyun şarıl şarıl değil de, nazlı nazlı akışı gözümün önünden hiç gitmedi. Bir veya iki defa Çekirge'deki Gönlüferah Oteli kaplıcasına giderek, oranın sıcağından da nasibimizi aldık.
Günlerimizi Bursa'yı gezerek tanıma gayreti içinde olduk. O zamanlar otomobil bulunmadığı için şehir içi gezintilerimizde faytona biniyorduk. Bursa ovası, sanayi uğruna katl edileceği 1960'lı yıllardan çok uzakda, bütün yeşilliği ile her tarafdan kendini gösteriyordu. Şehrin âdetâ timsali olan şeftalinin de tam mevsimi olduğu için, bol bol yiyorduk. Bursa'ya hazır gitmişken, şehrin yaslandığı Uludağ'a çıkmayışımızın sebebini bilemiyorum, galiba yol müsaid değildi.
Resim 4: 1940'lı yıllarda Bursa'nın umûmî manzarası
Bir haftamız dolunca, bize de İstanbul yolu göründü. Yine trenimize binip keyifli bir yolculukla Mudanya'ya vardık. İlerleyen yıllarda bu tren hattına kim kıydıysa, yazıklar olsun; yaptıkları hatâyı affedilmez bulurum.
Resim 5: 1940'lı yıllarda Bursa
Bizi bekleyen Sus veya Marakaz vapuruna binip Galata iskelesine yanaşdığımızda hava artık kararıyordu, hemen Üsküdar'daki evimize döndük. Henüz fotoğraf makinem olmadığı için bu seyahatte çekilmiş bir resmimiz bulunmayışına hep üzülmüşümdür. Çünkü, ertesi yıl bana alınan Kodak kutu makinenin Bursa konusunda bana bir faydası olamadı!
Resim 6: Çekirge'ye çıkış
Bu seyahatden 7 sene sonra, 1952'de Bursa'yı tekrar ziyaret imkanını buldum. O yıllarda da Bursa henüz târihî vasfını ve havasını kaybetmemişdi. Aradan 78 yıl geçmesine rağmen, 10 yaşında bir çocuğun hâfızasında böylesine yer edebilmek, Bursa'nın mânevî ve bediî değerlerini hakkıyla anlatan bir vâkıadır, onun için ben de bu seyahati unutamıyorum.
Prof. Uğur Derman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Osmanlı Devrinin Adalı Hattatları - 2 (01.12.2023)
- Osmanlı Devrinin Adalı Hattatları - 1 (24.11.2023)
- Vefat yıl dönümünde son klasik mücellidimiz İslam Seçen (16.11.2023)
- İslâm Yazılarının Türk Kültüründeki Yeri - 2 (10.11.2023)
- İslâm yazılarının Türk kültüründeki yeri - 1 (03.11.2023)
- İstanbul’un Osmanlı Devri Kitâbeleri - 4 (27.10.2023)
- İstanbul’un Osmanlı Devri Kitâbeleri - 3 (20.10.2023)
- İstanbul’un Osmanlı Devri Kitâbeleri - 2 (13.10.2023)