(Bu makâlenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Hüsn-i hatta ciddî emek veren sultanlar arasında, II. Mustafa, III. Ahmed, II. Mahmud ve Abdülmecid ön safda yer alırlar. Hattâ Sultan III. Ahmed, kitaba ve kitab san'atlarına duyduğu muhabbetden ötürü, Topkapı Sarayı içinde müstakil kütübhâne binâsı yaptıran ve raflarını kıymetli yazmalarla dolduran yegâne pâdişahdır (Resim 1). Ayrıca, celî sülüsle yazdığı kitâbeleri ve tuğraları da zamanımıza erişmiş ilk Osmanlı hünkârıdır. Kendisi Hâfız Osman'ın (1642-1698) talebesi olup, henüz şehzâdeliğinde dört mushaf yazdığı da bilinir. Sultan II. Mustafa da (1664-1703) pâdişahlığı sırasında Hâfız Osman'dan hat meşk etmiştir. Şeyh Hamdullah'dan sonra Osmanlı hattının ikinci kere süzülüp arınmasını gerçekleştiren Hâfız Osman'la Sultan arasındaki şu konuşma Osmanlı sarayında hattın mevkıini göstermeğe kâfidir: Pâdişah yazmak istediğini önce hocasına yazdırtıp, sonra buna benzetmeğe çalışır; bu esnâda Hâfız Osman'ın mürekkeb hokkasını yerde bırakmayıp elinde tutarak ona saygısını gösterirdi. Yine böyle bir meşk gününde, hocasının kaleminden çıkan harflerin mükemmelliği karşısında heyecanlanıp:"Artık bir Hâfız Osman Efendi yetişmez" sözleriyle hayranlığını belirten Sultan II. Mustafa'ya Hâfız Osman'ın cevâbı şöyle olmuştur: "Efendimiz gibi hocasına hokka tutan pâdişahlar geldikçe,daha çok Hâfız Osmanlar yetişir Hünkârım!"
Osmanlı sultanlarının bu alâkası elbet saraylarına da aksetmişdi. Öğretim kābiliyetine sâhib bulunan hat üstâdları Yeni Saray'daki Enderûn Mektebi'nde hüsn-i hat hocası olarak vazîfe görürler; bu hizmetleri karşılığında kendilerine bir yevmiye verilirdi. Bu cümleden olarak Şeyh Hamdullah'ın 30, Ahmed Karahisârî'nin (1469-1556) ise 15-16 akçe yevmiye aldıkları bilinmektedir. Enderûn gılmanlarına cumartesi ve çarşanba günleri meşke gelen vazîfeli hat üstâdını, koğuşların ileri gelen gılmanlarından dördü Bâbü's-Saâde'den karşılayıp, kollarına girerek hürmetle odalarına kadar götürür; kahve ve şerbet ikrâmından sonra hat meşkıne başlanırdı. Öncelikle, Hazîne Odası'nın ve Kilâr-ı Hâssa'nın mensûbları arasından birçok hattat yetiştiği söylenebilir. Ancak, gerek bunlardan, gerek hocalarından bahsetmeğe yazımızın hacmi kâfi gelmez.
Topkapı Sarayı'ndan başka Bâyezid'deki Eski Saray, bilhassa XVII. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti'nin neredeyse pâyitahtı sayılan Edirne'deki Saray-ı Hümâyûn ve devlet adamı yetiştirmekte mühim bir basamak olan Galata Sarayı, hüsn-i hat cihetinden üstâd olanlara bir çalışma merkezi olmuştur. Hattâ Galata Sarayı'nın 1714 yılında yeniden açılışından sonra, Yeni Saray'da hüsn-i hat muallimi olabilmek için önce Galata Sarayı'nda bu vazîfeyi başarıyla gerçekleştirmek şartı getirilmiş; bunun uygulandığı ilk hat üstâdı da Eğrikapılı Râsim Efendi (1688-1758) olmuştur.
Şimdi başlama noktasına dönersek: Hüsn-i hattın öğretilmesi önce "mahalle mektebi" veya "sıbyan mektebi" adıyla tanınan eğitim kurumlarında basit olarak uygulanır. Buralardaki hat hocaları arasında tanınmış isimlere pek rastlanmaz. Kendilerinde san'atkâr vasfından ziyâde tâlîm, yâni öğretme kābiliyeti esâs sayılır. Ancak, Tanzîmatdan sonra açılan rüşdî (orta) ve îdâdî (lise) mekteblerindeki hat muallimlerinin içinde bu san'ata cidden emek vermiş hattatlarla karşılaşmak olağandır.
Medreselerin kuruluşlarında "yazı odası" veya "meşk odası" adıyla bilinen bir kısım vardır ki, vâkıf tarafından bu medresedeki hat muallimliği için mâlî bir tahsîsde bulunulduğuna, vakfiyelerde sıkça rastlanır. Çünkü buralarda eğitim görenlerin hüsn-i hatta olan ilgisi, meslekleri îcâbı fazladır ve medrese mezûnları arasından büyük hat san'atkârları yetişmişdir. Meselâ, ta'lîk hattının unutulmayacak isimleri Durmuşzâde Ahmed (ö.1717), Reîsü'l-etıbbâ Kâtibzâde Mehmed Refî'(ö.1768), Şeyhulislâm Veliyyüddin (ö.1768) efendiler bu zümredendir. XIX. asrın ikinci yarısında hüsn-i hat öğretimi cihetinden en meşhûr olan ve şehrin merkezinde bulunmasından dolayı tercîh edilenler, Nûruosmaniye ve 1957'de yıktırılan Karamustafa Paşa medreseleridir (Resim 2). Bunların birincisinde Abdullah Zühdi (ö.1879) ve Filibeli (Bakkal) Hacı Ârif (1836-1909) efendilerin, ikincisinde Sâmi Efendi'nin (1838-1912) hat muallimliğinde bulundukları bilinir. Bu vesîleyle belirtelim ki, medreseler, hat öğrenimi için hâriçden gelen talebeye de açık olup, böylelikle aynı zaman dilimi içinde yüzlerce talebeye hizmet edilirdi.
Medreselerin yeniden teşkîlatlandırıldığı XX. asır başlarında buralardaki hat muallimliği tahsîslerinin toplanmasıyla 1915 yılında Bâbıâlî semtindeki târihî Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi'nde açılan Medresetü'l- Hattâtîn, hat ve sâir kitab san'atları için çok faydalı hizmetler verdiyse de, 1929'da harf inkılâbıyla kapanmak durumunda kalmıştır.
Devlet adamı kimliğiyle tanıdığımız zevâtın hayat hikâyelerine bakıldığında ister medrese, ister Enderûn menşeli olsun, mutlaka hüsn-i hat meşketmişliği gözlemlenir. Ancak bunların bir kısmı ilerleyen yıllarda artık o safhayı kapatmıştır, sâdece sevgisini devâm etdirir, konağında belki enfes hat eserleri bulundurur. Lâkin bir kısmı, hangi mevkîde olursa olsun, hat san'atından kopmamıştır.
Osmanlı devrinde Dîvân-ı Hümâyûn'dan sâdır olan fermân, berât, menşûr v.b.g. resmî yazıların hazırlandığı Kalem Odaları'nda veyâ Mâliye Kalemi'nde kullanılan hat cinsleri dîvânî ve celî dîvânîdir. Osmanlı'ya hâs bu iki yazı nev'i de XV. yüzyıl sonlarından başlayarak tekâmülünü sürdürmüş ve son şeklini XIX. asrın ikinci yarısında almıştır. Her iki yazının da Dîvân hâricinde kullanılmayışı teâmül hâline gelmiştir. Sülüs, nesih, ta'lîk gibi san'at yazılarında da üstâd olan Sâmi Efendi, Kâmil Akdik (1861-1941) ve İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946) gibi zevât aynı zamanda Dîvân-ı Hümâyûn kalemlerinde de vazîfeliydiler. Tuğra çekmeyi meslek edinmiş olan ve eski devirde nişancı, tevkīî, muvakkî, tuğrâî; Tanzîmat'dan sonra ise tuğrakeş unvânıyla anılan san'atkârlar da Osmanlı tarihi boyunca bu nev'in en mükemmel örneklerini vermişlerdir. Bu arada XIX. yüzyıl başlarından îtibâren pâdişah tuğralarına yeni bir şekil veren celî sülüs hat dehâmız Mustafa Râkım (1758-1826) unutulmamalıdır.
Tanzimat'tan sonrasının yeni müesseseleri arasında yer alan Harbiye Nezâreti, Erkân-ı Harbiye-i Umumîye Harita Dâiresi ve ayrıca buranın matbaası, askerî kâtib yetiştirmek üzere Bâyezid'de açılan Menşe-i Küttâb-ı Askerî ve Taksim Gümüşsuyu'ndaki Muzıka-i Hümâyûn, hüsn-i hat cihetinden dikkatli seçimler yaparak mühim üstâdlara kadro açmışlardır. Bu hususta Mehmed Şevkî (1829-1887), Yahyâ Hilmi (1833-1907) ve Hasan Rıza (1849-1920) efendilerle, Şefik (1815-1880), Muhsinzâde Abdullah (1832-1899) ve Hacı Nazif (1846-1913) beyler akla ilk gelen isimlerdir.
Fakat hüsn-i hat konusunda en vazgeçilmez ve terkedilmeyen öğrenim tarzı, bir eğitim programı îcabı değil de, şahısların kendi arzûlarıyla bir hat üstâdına başvurarak herhangi bir ücret ödemeden üstâd-talebe ilişkisiyle bu san'atı öğrenmeyi sürdürmeleri şeklinde olmuşdur.
İster medresede, ister Enderûn'da, isterse hattatın evinde devâm ettirilen bu hat eğitimi her zaman için birebir şekilde yürütülmüştür. Buna uymayan ve kara tahtada tebeşirle toplu öğretim yapmayı tercîh eden sâir İslâm ülkelerinde, Osmanlı hattatları seviyesinde yetişenlerin çıkmayışı bu yüzdendir. Bir üstâdın dâimâ tek kişiye hat meşk etmesinin feyz ve bereketi, Osmanlı hat medeniyeti boyunca kendini hissettirmiştir.
Prof. Uğur Derman
Resimaltı yazısı:
R.1: Sultan III. Ahmed'in Topkapı Sarayı Enderûnu'nda inşâ etdirdiği müstakil kütübhâne.
R.2: Sami Efendi'nin gençliğinde hat dersleri verdiği Çarşıkapı'daki Karamustafa Paşa Medresesi.