(Bu makâlenin üçüncü bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Kitap Mahfazaları
Cildlenmiş kitabın dış tesirlerden muhâfazasını temin için kutu görünümünde, yanda kapağı bulunan mahfazalar da yapılmıştır. Bunlar düz deriden olabileceği gibi, taşıdığı kitabın kabına uygun desenlerle de hazırlanabilir; ebrî kağıdıyla kaplanmışları da bulunur. Okuyucularımıza örnek olarak inci dâneleriyle kaplanmış bir Kur'ân mahfazası verilmektedir (Resim 1). Kitabın sürülerek içine itildiği mahfazanın dâhiline tutturulmuş bez veya deriden şerit çekilerek kolay çıkması sağlanır.
Resim 1
Cild San'atının Tarihî Seyri
Türklerde cild san'atının iki safhası vardır:
- İslâmiyete giriş öncesi: Doğu Türkistan'daki Uygur Türkleri'nden kalma bazı eserlerde sanki sonradan geliştirilen cildleme tekniğinin ibtidâî şeklini hatırlatan izlere rastlanmıştır.
- İslâmiyet'in doğduğu sâha olan Güney Arab yarımadasında dericilik ilerlemiş olmasına rağmen, bunun kitab kablarında kullanılışı Mısırlı Hristiyan Koptlarla başlamıştır. İslâm'dan sonra da Mısır, bu san'atta ilk hatırlanacak ülkedir. Önceleri kitab kabı olarak üstü altınlanmış deriyle kaplı sedir ağacı revaçtaydı. Tolunoğulları, Memlûkler gibi Mısır'da hüküm süren Türk devletleri kitab kablarında hendesî desenlerden başka, soğuk damga veya ısıtılmış âletlerle deri üzerinde baskılı şekiller, hattâ kitâbeli kuşaklar oluşturuyorlardı. Yeri gelmişken şunu belirtmekte fayda vardır: İslâm tarihi boyunca hat ve buna bağlı olarak bezeme ve cild san'atlarına bu derecede önem verilmesi, Kur'ân-ı Kerîm'in en güzel ve mükemmel şekliyle Mushaf hâline getirilmesi gâyesinden kaynaklanmıştır.
Asya kıt'asında cild san'atı denilince Timurîlerin bıraktığı Herat cildleri hiç unutulmayacak örneklerdir. Tîmur'un oğlu Şahrûh'un (ö.1447) Herat ve Horasan'daki valilik döneminde Suriye ve Mısır'dan gelen mücellidler bu san'atı erişebileceği en yüksek seviyeye getirmişlerdir. Yine Tîmur'un torunu Baysungur (1397-1433) "Kitabhâne" ismiyle kurduğu san'at atölyesinde hat, tezhib, minyatür gibi san'at dalları arasında mücellidliği de ön planda tutmuş, bu hâl Hüseyin Baykara ve Ali Şîr Nevâi devrinde de sürmüştür. Herat'ta yapılan dışı ruganî (lake), içi oymalı (müşebbek) cildler bugün bile geçilebilmiş değildir.
Îran'daki Safevî devri de Tîmûrî devri gibi san'atkârâne cildlerin görüldüğü bir çağdır. Tebrîz, Şîraz ve Isfahan merkezlerinde, kalıbla basılarak yapılan kitab kabları da, ruganî cinsleri gibi göz alıcıdır.
Anadolu Selçukluları devrinden zamanımıza intikal eden cild örnekleri fazla değildir. Koyu kahve veya vişneçürüğü renklerinin tercih edildiği bu kablarda hendesî desene pek rastlanmaz. Kalıb basmak yerine yürütme demiriyle çizilen tezyînî unsurlara yer verilmiştir. Bunlarda üst ve alt kabın biribiriyle desen bakımından farklılık göstermesi de olağandır.
Osmanlı devri kitab kablarının ilk örneklerinde Selçuklu tesiri belirgindir. Fatih Sultan Mehmed devrinde (1451-1481) yapılan cildlerde Timurlu, Akkoyunlu ve Karakoyunlu tesirleri de görülür. Deri renkleri de eskisine göre çeşitlenir. Kalıb yerine, yürütme demiriyle, hayranlık uyandıran kitab kabları yapılmıştır (Resim 2). Sultan II. Bayezid yıllarında (1481-1512) Saray çevresindeki nakkaşhânenin îmâlatı olan enfes kitab kabları görülür. Kānunî Sultan Süleyman (1520-1566) ve kitab meraklısı Sultan III. Murad (1574-1595) devirlerinden şâhâne örnekler zamanımıza gelmiştir. Kabın üstünün tamamen desenlerle dolu olması yerine, arada boşluk bırakmayı tercih eden Osmanlı mücellidleri –aşağıda anlatılacağı üzere– şemse, selbek, köşebend ve gerektiğinde kenar suyu bölümlerinin yer aldığı kabları tercih etmişler, farklı ve bol desenli kalıblar kullanmışlardır. Bazı kablarda şemse-köşebend arasındaki boşluğa yazma kablarda olduğu gibi, zer-mürekkeb ve fırça ile havalı veya çift tahrir denilen küçük ve ince motifler işlenir.
Resim 2
Osmanlı Devleti'nin XVII. yüzyıldaki duraklaması –her şeyde olduğu gibi– kitab kablarında da hissedilir. Lakin yine de letafetini muhafaza eder. XVIII. yüzyıl başlarından îtibâren Osmanlı tahtında yirmiyedi yıl kalan Sultan III. Ahmed (1703-1730) Topkapı Sarayı'nda müstakil kütüphane inşa ettirecek derecede bir kitab tutkunudur. Artık Batı ile yüzyüze gelen Osmanlı san'atında bunun tesirleri başlamakla beraber, yine de kimliğini koruyan şaheserler verilir. Bu devirde yapılan ruganî kablar da dikkat çeker.
Asrın sonlarında tezhib san'atına tamamen hâkim olan Batı tarzı desenler, kitab kablarında da kendini gösterir. Hele XIX. asır, klasikle münasebetlerin iyice koparıldığı bir çağdır. Artık işin kolayına kaçıldığı için yazma kab tarzı daha yaygındır. Zilbahar adıyla bilinen basit uygulamanın yanısıra, şükûfe kablara da daha çok rastlanır. Gömme şemse kablar arasıra yapılmakla beraber, eski asaletini kaybetmiş sıradan örnekler ağırlıktadır. Nihayet 1936'da Güzel San'atlar Akademisi'ne bağlı olarak açılan Türk Tezyînî San'atları şubesinde, klasik tarzdaki kitab kablarının yeniden tanınması ve yayılması için büyük gayret gösterilmiştir. Ayrıca mücellidlik tekniği kullanılarak yazıların etrafına bu usulle çerçeveler hazırlanmışdır (Resim 3). Bugün Türk cild san'atında aynı üslûbun hakimiyeti sürmektedir.
Resim 3
Türk Tarihindeki Meşhur Mücellidler
Geçmiş yüzyıllarda Saray'a bağlı nakkaşhâneye mensub veya dışarda serbest olarak mesleğini icra eden mücellidler mevcuddu. Sair san'atları da içine alan Ehl-i Hiref (san'at ehli) teşkilatında "Cemaat-i Mücellidân-ı Hâssa" (pâdişaha mahsus mücellidler topluluğu) adıyla anılan mücellidler, şâkirdleri (çırakları) ile san'atlarını icra ederlerdi. Aralarında ser-mücellid (mücellidbaşı), ser-bölük, ser-oda, ser-kethüda, kethüda unvanlarıyla rütbelendirilenleri vardı. Eskiden aynı san'atkâr hem müzehhib, hem mücellid, hem nakkaş olarak san'atını icra edebiliyordu. Bunların isimleri bâzı eserlerine koydukları imzalardan öğrenilmekteyse de hayatlarına dair bilgi bulunmamaktadır.
Ser-mücellidlerin bazıları sıralanırsa: Yedikuleli Alâeddin, Mehmed Çelebi, Süleyman Çelebi (XVI.yy); Karamehmed, Abdi, Mehmed Yâdigar, Pîr Davud, Cafer Eyyubî, Ali Yusuf, Süleyman (XVII.yy); Hasan, Mehmed Halife, Hâtif Ali (XVIII.yy.).
Ruganî kab yapanlar arasında Yusuf Mısrî, Ali Üsküdarî, Ahmed Hazîne, Çâkerî XVIII. yy.'den hatırlanacak mühim isimlerdir.
Kütübhâneye ehemmiyet veren medreselerin kadrosunda da eskiden mücellid bulunmakta ise de bu, zamanla azalmıştır.
Klasik cildin unutulduğu XX. yüzyılda bunu Medresetü'l-Hattâtîn'de ve Güzel San'atlar Akademisi'nde öğreten Bahaddin Tokatlıoğlu (1866-1939), sonra da Necmeddin Okyay (1883-1976, Resim 4), Sâmi Necmeddin (1911-1933, Resim 5, 6), Sacid Okyay (1914-1999, Resim 7) isimli mücellidler sıralanabilir. Sâcid Okyay'ın klasik cildi öğrettikleri arasında yetişen İslâm Seçen'in (1936-2019) talebeleri bugün eski mücellidliği yürütmektedirler.
Resim 4
Resim 5
Resim 6
Resim 7
Resimaltı:
Resim 1: İnci dâneleriyle hazırlanmış bir mushaf mahfazası.
Resim 2: Fâtih devrinden kalma yürütme demiriyle hazırlanmış bir cild.
Resim 3: Mustafa Düzgünman'ın mücellidlik tekniği ile hazırlamış olduğu yazı çerçevesi. Hat: Necmeddin Okyay'ın.
Resim 4: Necmeddin Okyay'ın Nutuk için hazırladığı kab.
Resim 5: Sâmi Necmeddin (1911-1933) tarafından bir kitabın kab içine hazırlanmış deri oygusunun (müşebbek) büyütülmüş şekli (Aslının eb'âdı: 8 x 5 cm.).
Resim 6: Sâmi Necmeddin ve babasının müştereken hazırladıkları kab.
Resim 7: Sâcid Okyay'ın üstten ayırma bir kab örneği.
Prof. Uğur Derman