(Bu makâlenin üçüncü bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Topkapı Sarayı'nda bugün kütübhâne olarak kullanılan Akağalar Mescidi'nin kitâbesi, son devirde Hacı Kamil Akdik (1861-1941) tarafından yazılmıştır. Fakat burada şöyle bir tuhaflık görülüyor: Sülüs celîsinin zemîni celî ta'lîkın aksine hem okumaya yardımcı olan, hem de tezyîn eden birtakım işâretlerle doldurulur. Bu kitâbenin zemînini kalabalık bulan Müzeler Müdîri Halil Edhem Bey işâretlerin bâzılarını kaldırmışdır. Bu durum taşçının da işine gelmiş, neredeyse hepsini yok etmişdir! Böylece harekesiz bir celî sülüs örneği olarak benzeri bulunmayan bu kitâbe (Resim 1) hâlâ yerinde durmaktadır! Türkçe ve Fransızca karışık bir kitâbe örneğimiz de, Piyer Loti'nin Çemberlitaş'ta oturduğu binâya 1920 yılında üstü Türkçe, altı Fransızca olarak rahmetli Necmeddin Okyay tarafından hem ta'lîk, hem de latin harfleriyle yazılanıdır, bu hususta tek örnektir (Resim 2). XX. yüzyılın -hele Cumhuriyet devrinin- kitâbeler cihetinden bahtı yâver gitmemişdir, çünkü latin harfleriyle kitâbe yazmak, abesle iştigâldir.
Binalar üstündeki kitâbelerden başka, İstanbul'da kitâbelerin en çok kullanıldığı yerler nişan taşlarıdır. Eskiden nişan taşları, Okmeydanı'ndaki ok atışlarında 800 gez'in (bir gez 66 santimdir) üstünde rekor tesis edenler için dikilirdi. Osmanlı okçuluğu, bugünkü tatbikatta olduğu gibi hedef okçuluğu değil, mesafe okçuluğudur; ok ne kadar uzağa atılırsa o kadar makbuldür. Okmeydanı'nda, okların atıldığı ve düştüğü yere "baş taşı" ve "ayak taşı" olarak manzum kitâbeler yazılmış, taşa hâkk olunmuş ve yerine konulmuştur. Ancak 1950'den sonra Okmeydanı "yokmeydanı" hâline getirilince, bunların hemen hemen hepsi kırılıp gecekonduların temellerine atılmıştır! Şehir içinde bulunan nişan taşları, oktan vazgeçilip de tüfek atışları başladıktan sonra, pâdişahlar tarafından kırılan rekorlarla ilgili olarak dikilmekteydi. Mesela, Topağacı'na giderken bir apartmanın altına sıkışmış olarak duran bir ayak taşına; yolunuz Teşvikiye Câmii'nin avlusuna düşerse, orada da iki nişantaşına rastlarsınız. Sultan III. Selim Ihlamur semtinden tüfek atar ve yumurta vurur, hadise bu şekide tarih düşürülerek tespit edilmiş olur. Sayılı da olsa, şehrimizde hâlâ bu tüfek atışı taşları mevcuttur.
Hattat Abdullah Kırımî, kendi mezar taşını yazar, altına da iki "9" koyar. "Bu eksik oldu" dediklerinde, "Bir 9'u da başkası koyar" cevabını verir. Hicrî 999 yılında (1591) vefat edince, hakikaten üçüncü 9'u da bir talebesi tamamlar. Yesârî ve oğlu Yesârîzâde'nin kabirleri Fâtih Câmii'nin arka tarafındaki bir medrese önündeyken, 1917'deki büyük Fâtih yangınında orası yanarak harabe hâline döner; yolun genişletilmesi lazım geldiğinde, burayı kaldırırlar. 1925 yılında kabir taşları -sanki baba oğul orada medfunmuş gibi- Fâtih Câmii haziresine getirilir. Her iki hattatın mezarları ise yolun altında kalır. Babasının taşını oğlu, oğlunun taşını da talebesi Ali Haydar Bey (ö.1870) yazmıştır. Yine Mustafa Râkım Efendi, ağabeyi İsmail Zühdi için Edirnekapı'da hâlâ duran kabir kitâbesinin baş taşını celî sülüsle, ayak taşını da celî ta'lîkle yazmıştır. Râkım'ın talebesi Recai Efendi'nin (1804-1874) de -ki Recâîzâde Ekrem Bey'in babasıdır- ilk zevcesi Edâkâr Hanım için yazdığı kabir kitâbesi Cerrahpaşa Câmii haziresindeki güzel örneklerden biridir (Resim 3).
Eski kabir kitâbeleri 1960'dan îtibâren kasıdlı bir şekilde yok edildi ve yerlerine yeni definler yapıldı. Sâdece câmi hazirelerinde bulunanlar kendilerini bu tecâvüzden kurtarabildiler. Karacaahmed'de veya başka bir kabristanda şimdilerde rastladıklarınız sıradan, güdük örneklerdir, güzelleri bitti, gitti! Kasımpaşa'ya inişde yer alan Piyalepaşa Câmii'nin haziresinde Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'nin celî sülüsle yazdığı bir hanım kabir kitâbesinin, ne yazık ki bugün baş kısmı tahrip edilmiştir. Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin Tophâne yolundaki Kādirîhâne'de bulunan kabir kitâbesi de talebesi Muhsinzâde Abdullah Bey (1832-1899) tarafından celî sülüsle yazılmıştır. Muhsinzâde vefat ettiğinde Eyüp Sultan'a defnedilir. Onun kabir kitâbesinin, pahı alınarak ne kadar dikkatli yapıldığı, yakın plandan da görülebilir; eğer dik alınmasaydı, yazı şişmiş olurdu. Yesârîzâde'nin kabir taşını yazmış olan Ali Haydar Bey de vefat ettiğinde Yahya Efendi Dergâhı'na defnedilir, kitâbesini öğrencilerinden olan Sâmi Efendi celî ta'lîk ile yazmıştır ve şükür ki hâlâ ayaktadır (Resim 4). Sâmi Efendi'nin kızı vefat ettiği zaman Fâtih Câmii Haziresi'ne gömülmüş ve onun celî sülüs şaheseri olan kabir kitâbesini de Sâmi Efendi'nin talebesi ve arkadaşı Hacı Nazif Bey yazmıştır. Yine XX. yüzyıla âid olan örneklerden biri, vefat edeli 70 yılı geçen Tuğrakeş Hakkı Bey'in arkadaşı Necmeddin Okyay tarafından celî ta'lîk ile yazılmış kabir kitabesidir (Resim 5). Fâtih Câmii haziresinde Türbedar Amiş Efendi Hazretleri'nin celî sülüs/celî ta'lîk kitâbesi ise Ömer Vasfi hattıyladır.
Celî ta'lîk ve celî sülüs kitâbeler her zaman vardır, ancak Osmanlı'nın fukaralık devrinde daha basit yazılarla da kitâbeler yazılmağa başlanmış, meselâ, aslında el yazısı mahiyetinde olan ve san'at yazısı saymadığımız rık'a ile kabir kitâbesi de yazılmıştır; hattâ bir iki yerde, daha iktisâdî yoldan hazırlanması için kabartma olarak değil de, yazı kısmı kazınıp çukurlaştırılarak, zemîni yukarda tutulan ve bizim kitâbe geleneğimizde hiç makbul sayılmayan örneklere de rastlanır.
İstanbul'da hazırlanmış, ama İstanbul'un çok uzaklarında bulunan bir kitâbe örneği ile bahsimizi kapatıyorum. XIX. asrın ortalarında Amerika ile münâsebetimiz başladığı zaman Washington nâmına Washington şehrinde bir âbide yapılacak olur ve İstanbul'dan da bir hâtıra istenir. Her ülke bir hediye yollar. Sultan Abdülmecid de, Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'ye celî ta'lîkle bir beyit yazdırır, üzerine pâdişâhın tuğrası da konulur. Taşa hâkk olunan bu kitâbe gemiyle Amerika'ya gönderilir. 85 katı bulunan âbidenin, yukardan îtibâren 17. katında:
Devâm-ı hulleti teyîd için Abdülmecîd Hân'ın
Yazıldı nâm-ı pâki seng-i bâlâya Vaşinkton'da
1269/1853
kitâbesi görülür (Resmi 6). Bu eser orada bir Osmanlı-Türk hâtırası olarak hâlâ bizi temsil eder ve İstanbul'da olmadığı için de, kazınarak tecâvüze uğramaktan korunmaktadır!
Bir milletin sâhibi olduğu topraklarda hak iddia edebilmesi, kendisi için taş üzerindeki tapu senedi sayılabilecek olan kitâbelerine bağlıdır. Oysa, bugünün nesilleri tapu senedlerini kırıp dökmekle iftihar ediyor, ne hazin bir manzara!
Prof. Uğur Derman
Resimaltı:
R. 1: Topkapı Sarayı'ndaki Akağalar Mescidi'nin Kâmil Efendi tarafından yazılan celî sülüs -harekesiz!- kitâbesi.
R. 2: Piyer Loti kitâbesi.
R. 3: Râkım üslûbunda, Mehmed Recâi Efendi tarafından zevcesi Edâkâr Emine Hanım için celî sülüsle yazılan, 1248/1833 târihli mezar kitâbesi.
R. 4: Hattat Ali Haydar Bey'in, talebesi Sâmi Efendi tarafından yazılan 1287/1870 tarihli celî ta'lîk kabir kitâbesi (Beşiktaş-Yahya Efendi Dergâhı hazîresinde)
R. 5: Tuğrakeş Hakkı Bey'in Necmeddin Okyay tarafından celî ta'lîk ile yazılmış kabir kitabesi.
R. 6: Washington'daki âbide'de yer alan Osmanlı yâdigârı kitâbe.