Arama

Prof. Uğur Derman
Kasım 24, 2023
Osmanlı Devrinin Adalı Hattatları - 1

XV. asrın sonlarından îtibâren, İstanbul'un merkez ve makarrı olduğu san'atların başında hüsn-i hat sayılabilir. Taşradan kalkıp gelerek burada hat meşkıni tamamlayan ve icâzet alarak sılasına dönenler olduğu gibi, Dersaâdet'in veya hattının câzibesine kapılıp kalanlara da rastlanmaktadır.

Ege adalarının Osmanlı toprağı olduğu eyyâmda, oralarda doğup da hat san'atına gönül verenleri araştırmak üzere başvurduğum ve dikkatle taradığım kaynak kitaplar, bu bakımdan umulduğu kadar cömert çıkmadı! Tespit edebildiğim isimler arasında bugüne kadar eserlerini göremediklerim bile var. Hattat sayısını daha da arttırabilmek için Ege denizindeki adalar dışında yine Osmanlı toprağı olan Mora yarımadasını da yazımıza dâhil ettik.

"Adalı" hattatlar elbet bu kadar az değildi. Anlaşılan, bâzılarının yazıları İstanbul seviyesine gelememiş olmalı ki, tesbîti cihetine gidilmemiş, diye düşünmekteyim. Şimdilik bulunabilen "adalı"ları -yaşadıkları çağa göre- sıralayarak konumuza girelim:

MEHMED GİRÎDÎ

Girid adasında doğmuş ve tahsîsen hüsn-i hat öğrenmek üzere İstanbul'a gelmiş, Hâfız Osman (1642-1698) gibi hat dehâsından sülüs-nesih-rıkā' yazılarını meşk ederek icâzet almış güzîde bir hattattır. Üstâdının icâzetine nâil olamadığına, bunu Ağakapılı İsmail bin Ali'den (ö.1706) aldığına dâir çıkan söylentinin aslı bulunmadığını, onun sâdece Ağakapılı'nın sohbetlerine katıldığını, Müstakîmzâde Sadeddin Efendi Tuhfe-i Hattâtîn isimli kaynağımızda bildirmektedir.

Hâfız Osman üslûbunun, yaşadığı devirdeki en iyi tâkîbçilerinden olan Girîdî'nin, zamanımızda daha ziyâde sülüs-nesih kıt'aları görülmektedir (Resim 1). Devha, eski üstadları taklîd ederek ta'lîk hattında da mehâret gösterdiğini belirtiyorsa da biz böyle bir eserine henüz rastlamadık.

Kendisi, önceleri İstanbul'un Süleymâniye semtindeki -şimdi İstanbul müftiliğinin bulunduğu yer- Yeniçeri ağalarına mahsus Ağakapısı'nda müezzin ve destârî (sarık saran) olarak vazîfe görürken oradaki bir hücrede kalır, Bayezid'de dükkân üstündeki bir yerde de vaktini değerlendirirmiş. Daha sonra, Defterî Behçetzâde Cevdet Efendi ismindeki hayır sâhibi, ona başka oda tahsis ederek istirâhatini sağlamış.

1752 yılında vefat eden Mehmed Girîdî, Edirnekapı -Topkapı arasındaki yol kenarında bulunan ve bugün yerinde kalmayan kabristana gömülmüş; İbrahim Nâmık (ö. 1776) hattıyla olan mezar kitâbesi de kaybolmuştur.

Giridli hattatımızın İstanbul'a gelip de hat san'atına kazandırdığı isimler arasında Mehmed b. İbrahim (ö. 1757), Mehmed b. Mahmud (ö. 1757), Mehmed Behcet (ö. 1755), Osman Ahıshavî (ö. 1778) ve bunlar arasında ilk sırayı almağa lâyık olan Usturacızâde Mehmed Şehrî (ö. 1740) sayılabilir.

SAKIZLI ALİ EFENDİ

Sakız adasında doğup sonradan Tekirdağ'a yerleşmiştir. İstanbul'a gelerek hüsn-i hattı Hâfız Osman'dan meşk edip icâzet alan bahtiyârlardandır. Hayatı hakkında fazla mâlûmat bulunmayan ve eserleri de ortalarda görülmeyen Ali Efendi'nin vefâtı takrîben 1711'dedir, medfeni de belli değildir.

GİRÎDÎ ALİ EFENDİ

Doğduğu Girid adasından kalkıp Üsküdar'a gelen Ali Efendi, Hz. Aziz Mahmud Hüdâyî'nin (ö.1628) kurucusu olduğu Celvetiyye tarîkatıne intisâbı dolayısiyle aynı beldede ikāmet etmiş; bu tarîkın halîfelerinden olmuşdur. İkinci Hasan Üsküdârî'den (ö.1732) sülüs-nesih hatlarını meşk ederek icâzet alan Ali Efendi'nin, dîvânî ve sıyâkat yazılarından da behresi vardı. Sultan I. Mahmud devrinin (1730-1754) usta kâtiblerinden sayılan Girîdî'nin ölüm tarihi ise doğum tarihi gibi bilinmemektedir; eserleri de zamanımıza gelmemiştir.

GİRÎDÎ MUSTAFA EFENDİ

Girid'den İstanbul'a gelerek "Eski Zühdî" lakabıyla tanınan Zühdî İsmail Ağa'dan (ö.1731) hüsn-i hat meşk edip yine adasına döndüğünü ve orada öğrenmek isteyenlerle meşgul olduğunu Tuhfe-i Hattâtîn kaydediyorsa da vefat tarihini bildirmiyor. Devhatü'l-Küttâb ise Sultan I. Mahmud devrinin değerli hattatlarından olduğunu; sülüs ve rıkā' nev'indeki yazılarının güzelliğini belirtiyor. Bu beyâna göre, Girîdî Mustafa Efendi İstanbul'da hayli zaman kaldıktan sonra memleketine dönmüş olmalıdır. Bu güne kadar bir eserini gördüğümü hatırlamıyorum.

İBRAHİM RODOSÎ

Rodos adasında doğan İbrahim Efendi'nin hangi tarihlerde dünyaya -ve sonra da meşk için İstanbul'a- geldiği bilinmemektedir. Medrese tahsîlini bitirdikten sonra kādı olarak vazife alan Rodosî'den Tuhfe bahsederken: "Rumeli kādılarının en şereflilerinden olduğunu" belirtmektedir.

İbrahim Rodosî sülüs-nesih yazılarını Zühdî İsmail Ağa'dan meşk etmekdeyken, hocasının vefatı üzerine, onun en iyi öğrencisi Kâtibzâde Mustafa Efendi'den (ö.1760) tamamlayıp icâzete hak kazandı. Bursa'da kādı olarak bulunduğu yıllarda da Durmuşzâde Ahmed Efendi'nin (ö.1717) talebesi Seyyid Mustafa Âsım Efendi'den (ö.1747) ta'lîk hattını meşk eyledi.

XVIII. asrın en önce hatırlanmağa değer hattatları arasında yer alan İbrâhim Rodosî'nin daha ziyâde sülüs-nesih kıt'a ve murakkaalarına, nesihle dua mecmualarına rastlanır (Resim 2). Kitâbe veya levha şeklinde celî sülüs yazısı görülmemiş; mushaf yazmışsa bile bu eseri zamanımıza erişmemişdir. Yetiştirdikleri arasında Seyyid Hâfız Süleyman, Seyyid Osman, Osman Hıfzı (ö.1771) ve Osman Bosnevî (ö.1767) sayılabilir. Fakat Mustafa Kütâhî (ö.1787'den sonra) ile Hâfız Yusuf (ö.1787) efendiler ilk sırayı alırlar.

Rodosî'nin İstanbul'daki Aksaray semti civârında oturduğunu beyân eden Tuhfe, onun ölüm tarihini ve defin yerini belirtmez. Lâkin Edirnekapısı mezarlığında, Şâir Bâkî'nin yanında hâlâ duran kabrinin kitâbesi, onun 1787'de vefat ettiğini göstermektedir. Zühdî İsmail Ağa'dan meşk ettiği yıllar dikkate alınırsa, vefatında 70 yaşını haylı aşkın olduğu anlaşılmaktadır.

ALİ RÂKIM BİN ABDULLAH

Kırım yarımadasındaki Kefe'den gelip Mora'ya yerleşdi. Buradaki Balyabadra'dan İstanbul'a dönüp Galata Sarayı'nda Eğrikapılı Râsim Efendi'den (1688-1756) hüsn-i hattı meşk edip icâzet aldı, celî sülüsle de uğraştı. Mora'ya dönüp talebe yetiştirerek 1178/1764'de vefat etti.

AHMED BİN ALİ

Moralıdır. Memleketinde Kürd Alizâde olarak anılırdı. Hüsn-i hattı Kefevî Ali Râkım'dan meşk etti. İcâzet aldı. Vefat târihi bilinmemektedir.

ALİ EFENDİ

Mora yarımadasındaki Anabolu beldesindendir. Oranın vâlilerinden İbrahim Paşa'ya imamlık yaptığından "İbrahim Paşa İmamı" olarak anılırdı. Hüsn-i hattı Ali Râkım'dan öğrendi, vefat târihi belli değildir.

HÜSEYİN EFENDİ

Moralı olup Terebolu'da oturmaktaydı. Hüsn-i hattı Ali Râkım Efendi'den öğrenip icâzet aldı. 1754'de vefat etti.

AHMED HIFZI EFENDİ

Bir vakitler Osmanlı topraklarına dâhil olan Mora yarımadasından, babası Mehmed Efendi'yle beraber İstanbul'a gelen Ahmed Hıfzı, önce Hasırcılar İmamı Mustafa Efendi'den, sonra da Eğrikapılı Mehmed Râsim Efendi'den (1688 - 1756) sülüs-nesih yazılarını öğrendi ve icâzet aldıktan sonra hocasının tavrında yazmayı sürdürdü (Resim 3). Râsim Efendi'nin yaşlılık zamanlarında talebesine ders verirken, kendisine yardımcı oldu. Ahmed Hıfzı 20 R.âhir 1181 (15 Eylül 1767)'de vefat ettiğinde, hocasının Eğrikapı'daki kabri yakınına gömüldü; fakat bugün yeri bilinmemektedir. Ahmed Hıfzı'nin en önde gelen talebesi, İsmail Zühdi'dir (ö.1806).

(Yazının devamı gelecek hafta…)

Prof. Uğur Derman

Resimaltı yazıları

R.1 – Mehmed Girîdî'nin sülüs-nesih hatlarıyla yazdığı 1136/1724 tarihli kıt'ası.

R.2 – İbrahim Rodosî'nin bol harf keşideleriyle süslediği sülüs-nesih latîf bir kıt'ası.

R.3 – Ahmed Hıfzî'nin sülüs-nesih bir kıt'ası (TSMK-GY89)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN