Dış yardımlar genelde dış politika gündeminin bir parçası olarak sürdürülür. Bu durum Türkiye için de geçerli. Yani Türkiye'nin son on beş yıllık dış yardım stratejisine bakıldığında dış politikanın önemli bir parçası olduğu görülür. Türkiye'nin insani yardım konusundaki somut durumuna bakıldığında tablo şöyle: En fazla mülteci Türkiye'de yaşıyor. Buna rağmen en az adli vaka Türkiye'de yaşanıyor. Kişi başına düşen gelire göre en fazla yardımı yapan ülke Türkiye. Bu somut göstergeler Türkiye'nin sağladığı yardımların bir politikanın mahiyetini çoktan aşarak bir can simidine dönüştüğüne işaret ediyor. Hal böyle olunca coğrafi olarak bu kadar uzak bir bölge olan ve jeopolitik olarak bizim için öncelik taşımayan Rohingyalara hızlıca ulaşmak Türkiye için zor olmadı.
Türiye'yi harekete geçiren şey Myanmar'da katliam ve göçün yaklaşık beş yıl aradan sonra tekerrür etmesiydi. İki hafta içinde dünyanın gözü önünde sayıları binlerle ifade edilen Müslüman Rohingya katledildi ve 150 binden fazlası göç etmek zorunda kaldı. Dahası en kolay ulaşım sağlayabilecekleri ülke olan Bangladeş kapıları kapattığından birkaç gün öncesine kadar göç bile edemiyordu. Katliam ve açlık arasında sıkışıp kaldılar. Türkiye'nin müdahalesi bir nebze de olsa bu ağır durumu hafifletti.
Bu tablo karşısında uluslararası toplum karşılıksız çağrılar dışında bir şey yapmış değil. 2013 yılında BM İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 2012 olayları için hazırladığı raporun başlığını "Yapabileceğimiz tek şey dua etmek" şeklinde koyması birçok şeyi özetliyor aslında. Bu başlık yalnızca 2012 yılında yaşananların dramatik boyutuna değil, BM'nin bu konudaki işlevsizliğini gözler önüne seriyor. Halbuki dua etmesi beklenen çaresiz insanlar, müdahale etmesi beklenen kurum ise BM! Ancak roller değişmiş gibi görünüyor.
Dünya barışını korumak ve sivil katliamları önlemek üzerine kendi varlığını inşa eden BM geç olmadan etkili müdahaleler yapılması çağrısı yapmakla yetindi. Demokratik reformları uygulaması için bütün baskı araçlarını kullanan İngiltere ve ABD'li yetkililer de Myanmar hükümetini uyararak rollerini de oynamış oldular. Kamuoyuna dünyada Türkiye'den başka insanların yaşadığını da hissettirmiş oldular!
Türkiye ise varlığını belli etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan konu ile ilgili otuz devlet ve hükümet başkanı ile görüştüğünü açıkladı. Erdoğan ayrıca konuyu dönem başkanlığını yürüttüğü İslam İşbirliği Teşkilatı'nın Astana'daki toplantısının gündemine soktu ve mesele sonuç raporunda genişçe yer aldı. Maddelere bakıldığında mevcut durumun kınanmakla bırakılmayıp meselenin çözümü için somut tavsiyeler içermesi de dikkat çekici. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuyu BM gündemine taşıyacağını da açıklamıştı. Hem İİT hem de BM'nin bu etkili hamlelerde bulunmasını beklememek gerekir. Türkiye'nin bu diplomatik hamleleri var olan bütün kanalları kullanması ve bu örgütlerin işlevsizliğini göstermesi açısından da önemli. Kaldı ki Türkiye bununla da yetinmedi.
Bangladeş'le yapılan müzakereler de sonuç verdi ve bu ülkeye göç eden Rohingya Müslümanlarına başlangıç olarak bin tonluk acil yardım malzemesi ulaştırılması için harekete geçildi. Diplomatik çaba ve karşılıklı mutabakat gerektiren bu süreçten önce Türk insani yardım vakıfları bin bir zorluğu aşarak zaten yardım ulaştırmaktaydı. Müzakereler sonucunda AFAD ve Kızılay olmak üzere resmi kurumlar aracılığıyla yardımlar ulaşmaya başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan bir yardım elçisi gibi hareket ederek hem yardımların hızlıca ulaştırılması hem de meselenin uluslararası kamuoyunun gündeminde tutulması noktasında önemli bir rol üstlendi.
Türkiye'nin bu çabaları göstermesi BM'nin daha da ataletli davranmasına yol açabilir. Kendisinin üstlenmesi gereken misyon ve sorumluluğu Türkiye'nin üstlenmiş olması BM'nin gerekli adımları atmaması için bir bahane oluşturabilir. Ancak unutmayalım ki birçok katliam karşısında BM de, küresel güçler de sessiz kaldılar. Buna Bosna'da da şahit olduk, Irak, Suriye ve Yemen'de de.
Zulüm söz konusu olduğunda Türkiye İslam dünyasının yüz akı, dünyanın da vicdanı oluyor. Myanmar meselesi için de aynı şey söz konusu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kalıcı çözümler için uğraş vereceğini açıklaması da insani dramların hafifletilmesi ile yetinmeyeceğini gösteriyor. Türkiye'nin tek başına baskı ve güç kullanarak bu sorunu çözmesi elbette beklenemez. Ancak hem ABD ve Çin gibi küresel güçlerle hem de meselenin muhatabı Malezya, Bangladeş ve Endonezya gibi bölgesel aktör nezdinde ciddi bir çaba harcayacak gibi görünüyor.