Son dönemlerde 'Almanların derdi nedir ki bizimle bu kadar uğraşıyorlar' türünden sorular çoğalmaya başladı. Kestirmeden söyleyelim, dertleri şu: Türkiye ile hukuki bir zeminde değil egemenlik bağlamında bir ilişki kurmak için ısrar ediyorlar.
Mevcut uluslararası düzende bütün devletler birbirleri ile eşitlik zemininde muhatap olur. Dolayısıyla bu eşitler arasında bir hukuk olduğu varsayılır. Hâlbuki başta ABD olmak üzere birçok batılı ülke sahip oldukları güç oranında dünyanın önemli bir kesimine prensipte kabul edilen bu eşitlik olgusunun çok dışında bir ilişki biçimini dayatma peşinde ve dayatıyorlar da.
Daha somut konuşmak gerekirse, onlara göre Türkiye herhangi bir konuda masaya oturduğunda, müzakere eden, pazarlık yapan bir aktör değil, verilenle yetinen ve istenileni yerine getirmek için diretmeyen bir ülke kıvamında olmalı. İçerde büyüyen ekonomik ve siyasi sorunlarla uğraşırken etrafında olan biteni pasif bir düzeyde takip etmeli. Kendi siyasetlerinin ürettiği maliyetle de uğraşırken de yine onların kapısını çalmalı.
…
Almanya'da seçimler yaklaştıkça Alman siyasetçilerin Türkiye'ye karşı takındıkları bu tavır günden güne kendini daha çok belli etmeye başlıyor. Meselenin elbette yaklaşan seçimlerle bir parça da olsa ilgisi var. Yani Alman politikacılar popülizm yapıyor. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden yaklaşık bir yıl öncesinden başlayarak uluslararası basında sürekli karalanan Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imajını seçim malzemesi olarak kullanıyor. Ancak meselenin o kadar basit olmadığı gün yüzüne çıkmış durumda. Mesele sadece seçim olsa Alman politikacılar kameralar önünde göstermelik tavırlar takınır, perde arkasından Türkiye ile rasyonel ve pragmatik bir zeminde konuşmaya devam ederlerdi.
Ama tablo öyle değil. Türkiye aleyhine konuşan sadece politikacılar değil. Alman İstihbarat Servisi (BND) başkanının FETÖ ile ilgili yaptığı açıklama unutulmuş değil. Almanya adı teröre karışmış olduğu için Türkiye'nin talep ettiği dört bini kişilik listeden kimseyi iade etmiş de değil.
Dahası, henüz dört ay önce Türkiye'de gerçekleşen referanduma yönelik Alman siyasetçilerin tavrını hatırlayalım. Bu konuda "hayır" kampanyasından yana tarafını açıkça belli etmeyen siyasetçi neredeyse yok gibiydi. AK Parti yetkilileri tek bir miting ya da salon toplantısı yapamazken, PKK Alman sokaklarında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a kin kusan ve tehdit savuran yürüyüşler düzenledi. Bütün bu süreçte Merkel mülteci meselesinin ağırlığı ile sürekli ikili oynadı ve fakat somut meselelerin hiç birinde mesafe alamadı.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya'da yaşayan Türk seçmenlerine kullanacakları oylarla ilgili bir çağrı yaptı. Bu çağrıya birçok Alman siyasetçi anlamsız ve irrasyonel düzeyde tepki gösterdi. Mülteci meselesinin bir maliyete dönüşmemesi için Türkiye'nin yollarını aşındıran Merkel "Türkiye'den gelecek hiçbir müdahaleye müsamaha etmeyeceğiz" diyerek üstü kapalı bir tehdit savurdu. Alman dışişleri bakanı biraz da işgal ettiği koltuğun büyüsü ile olsa gerek "egemenliğin ihlalinden" bahsetti. Yeşiller partisi genel başkanı ve başbakan adayı Cem Özdemir ise "Erdoğan'la anladığı dilden konuşmak" türünden laflar etti. Özdemir'in geçen yıl onaylanan sözde Ermeni Soykırımı yasa tasarısında Türkiye aleyhine takındığı pozisyon dikkate alındığında, meselenin gelecek seçimler olmadığı daha da ortaya çıkıyor.
Şimdi bu isimlerin her birinin 16 Nisan referandumu sürecinde takındıkları tavır, söyledikleri sözler ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gösterdikleri tepkileri yan yana koyup tekrar düşündüğümüzde meselenin yaklaşan Alman seçimleri olmadığını görürüz.
Mesele, gösterdikleri tavra karşılık verilmesidir. Hukuki prosedürleri gerekçe gösterip PKK ve FETÖ'yü korurken, bu örgütlere yardım ve yataklık eden isimlerin "derhal" serbest bırakılmalarını buyuran nobran tavırlarının boşa düşmesidir. Daha da temelde Türkiye ile sahip oldukları siyasi ve ekonomik güç makasının gittikçe kapanmasıdır.
Almanya'yı büyük sorunlar bekliyor. Yükünü üstlendiği Avrupa'nın sorunları büyüdükçe saldırganlaşmaya devam edecek. Üzerindeki ABD korumacılığı zayıfladıkça, Rusya karşısında daha savunmasız kalacak. Beslediği PKK ve FETÖ üzerinden operasyon yiyecek. Bu somut sorunlarla karşılaştıkça Türkiye'ye olan ihtiyacı ortaya çıkacak. Ancak dünya dönüyor, siyaset de dönüşüyor. Bugün Türkiye'ye karşı nobran tavrın karşılığı o zaman ne olur, bilinmez.