Yine bir Ramazan yine bir İsrail katliamı. On yıllardır süregelen döngü maalesef yine tekrarlandı.
Geçtiğimiz Aralık ayında ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararını hakaret edercesine yerine getirdi Trump. Hakaret edercesine diyorum çünkü açılışın yapıldığı gün yani 15 Mayıs, Ramazan arifesiydi.
Aynı zamanda Arap ülkelerinin "Nekbe" yani büyük felaket olarak adlandırdıkları olayın yıl dönümü. 15 Mayıs hala vicdanı olan Araplar için yas, İsrail için ise bağımsızlık günüdür. Trump Müslümanların yasına yas İsrail'in mutluluğuna mutluluk kattı.
Hoş, bu yası tutan bir İslam ya da Arap dünyasından söz etmek mümkün müdür bu ayrı bir soru. Yine de hala bu davanın dertlileri olan bir avuç insan sokaklara çıktı. Yasını dünyaya göstermek istedi. Trump'ın kararını da protesto etmek istedi. Elinde silah yok, bomba ya da patlayıcılar da yok.
Ama bu da suç sayıldı.
Silahsız Filistin halkının gösterilerine İsrail bombalarla, savaş uçaklarıyla cevap verdi.
Altmışı aşkın şehit, yüzlerce yaralı. Şehitler içinde sekiz aylık Leyla da var, 2008'deki İsrail saldırılarında iki bacağını kaybeden Ebu Salah da.
Bu insanlar için Filistin davası uğruna can vermek dert değil, hatta bir onur.
Gelgelelim dünyanın geri kalanı için bu tablo en hafif tabirle bir utanç tablosu.
ABD sözcüsüne bakarsanız Hamas'ın protesto düzenlemesi olayları tetiklemiş. BM'deki bir diğer Amerikalı cani muhibbi ise "İsrail'in yerinde kim olsa aynısını yapardı" demiş. Bu isimler gazeteci, akademisyen ya da paralı tetikçiler değil, ABD'nin en yetkili resmi sözcüleri. Bunun bir adım sonrası Filistinlilerin hayat hakkına sahip olmadığını dile getirmektir. İsrail bunu zaten söylüyor ve hesapsız kitapsız katliam yapıyor.
Anlı şanlı Batı ise bu katliamları görmüyor bile. 'Kanlı Pazartesi' gününde Alman basını bu katliamları görmek yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'la Londra'da buluşan Türk futbolcuları taşıdı sayfalarına. Ne ceza verilmesi gerektiğini tartıştı. Gazetelerin kenarında köşesinde yer verenler ise olayları sıradanlaştırmakla meşgul olmuş. Maalesef Türk basınının bir kısmı da bu çizgide.
Sanırsınız ki ortada bir katliam değil de asayiş sorunu var. Batı basını bu halde iken karar vericilerden ise ses yok. İtidal ezberinden ve her iki tarafı sükûnete çağırma ezberinden başka bir şeyi dile getirmiyorlar. Sanki İsrail katliam yapmıyor da ortada bir çatışma varmış gibi her iki tarafı sükûnete çağırıyorlar.
Arap ülkelerinin önemli bir kısmı için tablo daha da vahim. On yıllarca Filistin davasını önemsiyormuş gibi yapıp iktidarlarını koruyan Arap rejimleri artık İsrail taraftarı. On yıl öncesine kadar İsrail'e "Filistinlilerle anlaşma" karşılığı normalleşme vaadinde bulunurken şimdilerde ise Filistin onlar için sadece bir yük. İsrail ve ABD ile başlarını belaya sokacak bir şey olarak bakıyorlar.
Ortada çırpınan bir Cumhurbaşkanı Erdoğan ve arkasındaki kitleler var. Cumhurbaşkanı onlarca görüşme ile uluslararası toplumu harekete geçirmeye çalışıyor. Yapılacak büyük mitinglerde bu haksızlığı ve sorumsuzluğu dünyaya haykıracak.
HDP dışında meclisteki partiler de buna ayak uydurdu. Oldukça güçlü bir metinle İsrail'i kınadı.
Hükümet de hem katliamların azmettiricisi ABD hem de İsrail'le diplomatik yaptırım uygulamaya döndü. ABD büyükelçimiz geri çağrılırken sosyal medyadan provokatörlük yapan İsrail büyükelçisi ülkesine geri gönderildi. Filistin davasına sahip çıkanların kim olduğu bir kez daha kendini göstermiş oldu.
1948'den beri bir sorun olarak varlığını devam ettiren İsrail sorunu devam ediyor. Balfour gider Trump gelir ama maalesef sonuç değişmiyor. İsrail katliamlarına tepki vermeye devam ederken ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken esas nokta bu.