Önce iletişim ve algı sonra icraat
Türkiye zorda olana her zaman kucak açtı. Tarih boyunca böyle oldu. İnsani ve vicdani sorumluluğunu yerine getirdi. Aşını ve işini paylaştı. Suriye iç savaşından bu yana ülkemize gelen Suriyeliler konusunda da AK Parti hükümetleri bu tarihi bilinçle hareket etti. Adını koyalım Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde mevcut katliamın üç katı olabilecek bir katliamı engellemiş oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan açık kapı politikası uygulayarak Suriye'de milyonlarca insanın Esed zulmünde ölmesini engelledi.
Her seferinde mültecilerin külfet olmadığını ve bereketleriyle birlikte geldiklerini vurguladı.
Kim ne derse desin tarihin akışı içinde meseleye bakıldığında adını tarihe altın harflerle yazdırdı.
TÜİK verilerine göre kayıtlı 3.6 milyon Suriyeli ülkemizde. Türkiye nüfusuna göre oranı ise yüzde 4.4 oranında. Bunlara toplamda 1.5 milyon civarındaki Iraklı, Afganistanlı, İranlı, Filistinli, Doğu Türkistanlı, Pakistanlı ve diğer ülkelerden gelenler eklendiğinde beş milyon rakamı telaffuz edilebiliyor. Belki de daha fazlası. Rakamların sürekli değiştiğini ama genelde ibrenin yukarı doğru seyrettiğini belirtmek lazım. Rakamlar yüksek olunca ülkesine geri dönen 350 bin civarındaki Suriyelinin belirgin bir etkisinin sokağa yansıdığını görmek de zorlaşıyor.
Bu rakamların zikredildiği yerde mültecilerin Türkiye'de ana gündemlerden birisi olmaları normal.
Suriye'de adil bir çözüm arayışı ve özellikle güvenli bölge inşa edilerek buralara Suriyelilerin geri dönebilmesinin sağlanması konusunda gösterilen çabaların arkasındaki gerekçelerden birisi de budur. Türkiye hem Türkiye'deki Suriyelilerin hem de farklı ülkelere göç eden Suriyelilerin "güvenli dönüşü" için diplomasi masasında ve sahada elinden geleni yapıyor. Bu çabanın arkasında kuşkusuz Suriyelilerin kendi vatanlarında yaşayabilecekleri bir zeminin inşa edilmesi çabası var.
Diğer önemli gerekçe ise toplumsal alanda işaretleri giderek daha fazla belirmeye başlayan karşıtlıklar ve dışlayıcı yaklaşımlar.
Irkçılar değişmiyor
Önemli olan bu konunun hangi boyutuyla öne plana çıkartıldığıdır. Belirli bir kesim zaten Suriyelileri de Iraklıları da tümüyle dışlama çabası içinde. Ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Ürettikleri pek çok yalanı her gün gazetelerde veya sosyal medyada dolaşıma sokarak yabancı düşmanlığını ve nefret suçunu tetikliyorlar. CHP ve İyi Parti bu konuda başı çekiyor. Sözcü gazetesinin bir Türk vatandaşının denizde nargile içen fotoğrafını manşetine koyarak "Suriyeli" diye yayın yapması bu hedef göstermenin en bariz örneklerindendi. Fotoğraftaki Türk vatandaşı süreci yargıya taşıyacağını açıklaması da o çevreleri kesmemiş olacak ki fotoğraf benzer bağlamda sosyal medyada hala paylaşılıyor. Bu türden planlı ve bilinçli içerik üretiminin hassas bir dengede seyreden süreci zehirleme konusunda mesafe kat ettiğini söylemek gerekir.
Çözüm ama nasıl?
Öte taraftan 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden önce yapılan kamuoyu araştırmalarında AK Parti seçmeninde de belirli bir memnuniyetsizliğin varlığı tespit edildi. Özellikle İstanbul'da bunun sandığa yansıması olduğu yönünde yorumlar da yapıldı.
Fakat hem AK Parti seçmeni hem de diğer sağduyulu seçmen bu konuda bir çözüm isterken meseleye pervasızca yaklaşan ırkçılar gibi bir yere düşmekten de özellikle kaçınıyor. Hem sorunun çözülmesini, kontrol altına alınmasını, denetimlerin artırılmasını veya bir yol haritasına kavuşturulmasını istiyor hem de Suriyelilerin Esed zulmüne terk edilmesi gibi akla ziyan bir yaklaşımı reddediyor. Mültecilerin Türkiye'nin yumuşak karnı olması konusundaki çabalara karşı bir denge arayışı ve isteği var. Sadece Suriyeliler için değil diğer ülkelerden gelenler de buna dahil.
Kuşkusuz siyasi iktidarın toplumsal alandan yansıyan işaretleri dikkate alması siyasetin doğasına uygun olandır. Bir kriz yönetimi olarak veya süreç yönetimi şeklinde olaya odaklanılabilir. Bunun işaretleri de geldi zaten. Fakat bu konuda İstanbul'dan kamuoyuna yansıyan "elleri kelepçelenerek bir otobüse doldurulmuş Suriyeliler fotoğrafı" bugüne kadar AK Parti'nin uyguladığı siyasi, insani ve vicdani politikaların dışında bir yerdeydi. Bu fotoğraf bir sorunu çözmediği gibi 3.6 milyon Suriyeliyi barındıran Türkiye'nin fedakârca yaptıklarını küresel ölçekte gözardı etmek isteyenlerin de ekmeğine yağ sürecek veri sunuyordu.
Bu görüntüden günler sonra gelen İçişleri Bakanı Soylu'nun açıklamaları kamuoyunun bilgi eksikliğini giderecek detaylı bir içeriğe sahip olmasına rağmen akılda kalan o fotoğraf oldu. Türkiye bu konuda atacağı her adımı İslami, insani ve vicdanı boyutları göz ardı etmeden ince eleyerek sık dokuyarak ve sonuçları bakımından iç-dış kamuoyunda pozitif bir imaj bırakacak şekilde atmalı.
Yaşadığımız iletişim çağında ne yapıldığından daha önemli olan nasıl yapıldığıdır. Algılar gerçeklerin önünde gider. Bu yüzden yapılacak olan icraat konusunda ortaya çıkan imajın önceden planlanması ve kontrol edilmesi gerekiyor.
Gazete, radyo ve televizyonun egemen olduğu dönemde de aynıydı ama şimdi internetin sağladığı yeni mecralarla birlikte bütün politik süreçlerin dikkat etmesi gereken bir olgu olarak iletişimin planlanması gerçeği ön planda. Nasıl anlaşılacağı iyi hesaplanmadan yapılan açıklamaların ve atılan adımların arzu edilen sonuçları doğurma ihtimali giderek zayıflıyor. Bu yüzden önce iletişim sürecinin planlanması yapılmalı sonrasında ise politik hamle yapılmalıdır. Bir cümle ve şık bir dokunuş çok şeyi değiştirebilir.
Yusuf Özkır
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Pozitif gündem (25.07.2019)
- Tanklar Kılıçdaroğlu’nun yolundan niye çekildi? (19.07.2019)
- Darbe bildirisine göre “Siyasi Ayak” (17.07.2019)
- Türkiye’nin meydan okuması (13.07.2019)
- SETA’nın “Uluslararası Medya” Raporu (10.07.2019)
- Değişen sosyolojide Kürtler (05.07.2019)
- Sistematik yalanlar (03.07.2019)
- S-400 diplomasisi (30.06.2019)