SETA Vakfı "Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları" başlığıyla önemli bir rapor yayınladı. Raporun amacı giriş kısmında "Türkiye'nin global alanda nasıl resmedildiğini anlamak ve uluslararası medya organlarının Türkiye algısının nasıl bir siyasi konjonktüre göre şekillendiğini tespit etmek" ifadesiyle vurgulanmış. Bu bağlamda çalışmanın alanını sınırlandırabilmek maksadıyla Türkiye'nin son yıllarda karşı karşıya kaldığı kritik süreçler ve olaylar çalışmanın nesnesi olarak belirlenmiş. Ayrıca seçilen örnek olaylarda söz konusu medya organlarının nasıl bir medya dili geliştirdikleri ise raporun temel amacı olarak gösterilmektedir. Nitekim "15 Temmuz darbe girişimi, PKK'nın hendek terörü, HDP'li milletvekillerinin tutuklanması, Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı, Yavuz Sultan Selim Köprüsünün açılması, İstanbul Havalimanının açılması ve Rahip Brunson krizinden sonra yaşanan ekonomik dalgalanma" gibi kritik olay ve süreçlerin seçilmesi bu amacı açık biçimde ortaya koymaktadır. Küresel medyanın Türkiye'ye ilişkin uzun bir süredir benimsediği "ötekileştirici ve dışlayıcı" genel yayın politikasının anlaşılabilmesinde birbirlerinden farklı dönemlerde yaşanan süreçler ve olayların dikkate alınması çalışmanın amacı ve boyutları hakkında da belirgin bir izlek sunmaktadır.
SETA'YA NEDEN SALDIRILIYOR?
Raporun kamuoyunda ele alınış şekli ve bazı medya organlarındaki aktarılma biçimi doğal olarak "esas mesajı" gölgede bırakmış gibi görünüyor. Yazılan onlarca yazı ve yapılan binlerce paylaşım arasında rapor ne diyor sorusuna verilmiş bir cevap neredeyse yok denecek kadar az. Kuşkusuz raporun sadece belirli bir yönüyle ele alınması, fişlenme ve kişisel verileri kullanma gibi asılsız suçlamalar üzerinden tahfif ve tahrip edilmesi, raporun esas amacını gölgelemektedir.
Şüphesiz her metin eleştirilebilir. Söylem analizine tabi tutulabilir. İrdelenebilir. Zayıf ve güçlü yanları ortaya konulabilir. Şöyle olsaydı daha iyi olurdu veya şunlar olmasaydı daha şık olurdu türünden cümleler kurulabilir. Normaldir. Fakat metnin genel tema ve amacını bir kenara bırakarak onu parçalar üzerinden mahkûm etme çabası maalesef bütünü örten bir tablo oluşturdu.
Son günlerde organize olduğu anlaşılan "andıç ve fişleme" gibi yersiz ithamlar da eklenince rapora yönelik kamuoyunda "çerçevelenmiş bir algı" ortaya çıktı. Öte yandan rapor yayınlandıktan sonra verilen tepkiler aslında içten içe büyütülen bir yaklaşımı da açığa çıkartmış oldu. Böylece rapora yönelik ilk tepkiler hızlı bir şekilde doğrudan SETA Vakfını hedef almaya başladı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısında SETA'yı hedef alması, CHP'li vekillerin SETA hakkında önerge vermesi, CHP etrafında kümelenen gazetecilik sendikaları ve baroların yaptığı açıklamalarda doğrudan SETA'yı hedefe koyması asıl meselenin aslında raporun çok ötesinde SETA Vakfı olduğunu gösteriyor. Bu gaz sıkışmasının elbette nedenleri var. Bunun en önemli gerekçesini ise SETA Vakfı'nın yerli ve bağımsız Türkiye perspektifini destekleyen duruşu oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde Türkiye'nin terörle mücadelede, dış politikada ve savunma sanayiinde gerçekleştirdiği önemli atılımlar SETA tarafından entelektüel ve söylem düzeyinde destekleniyor. Bu konularda raporlar hazırlanıyor, içerik üretiliyor ve Türkiye'nin bu kararlı yürüyüşüne katkı verilmeye çalışılıyor.
FETÖ ve 15 Temmuz darbe girişimi başta olmak üzere ekonomiden siyasete terör örgütü PKK ile mücadeleden dış politikaya uzanan geniş bir alanda ortaya konulan yayınlar bunun göstergesidir. SETA Vakfı bu konularda Türkiye Cumhuriyeti'nin yerli ve milli politikalardan yana taraf olduğunu daha önce zaten ilan etmişti. Dolayısıyla hızlı bir şekilde raporun içerik ve amacı dışarıda tutularak SETA'nın hedefe yerleştirilmeye başlanmasının arkasında farklı hesapların olduğu anlaşılıyor.
BUNLAR TESADÜF MÜ?
Tekrar rapora dönersek kamuoyunda üretilen algının örttüğü bazı noktaları yeniden hatırlatmak gerekiyor. Bunların başında ise elde dilen sonuçlar var. Raporun Türkiye kamuoyuna ne söylediği bahsi öyle hızlı bir şekilde atlanabilecek türden değil. Nitekim çalışmada yabancı basının Türkiye'nin kritik olaylarda gösterdiği yaklaşımı ölçmeye dönük konulara bakıldığında Türkiye'nin ulusal güvenliği ya da Türkiye'nin kalkınma hamleleri gibi önemli başlıkların olduğu görülmektedir. Dolayısıyla aslında yabancı medyanın ön plana çıkarttığı kişi ve kurumların ötesinde Türkiye'nin doğrudan geleceğini ilgilendiren bir boyuta sahiptir. Bu açıdan bakıldığında yabancı medyanın bu konularda nasıl bir yayın politikası takip ettiği konusu elbette önemlidir. Çalışmanın ulaştığı sonuçlar detaylı bir şekilde rapordan okunabilir. https://www.setav.org/rapor-uluslararasi-medya-kuruluslarinin-turkiye-uzantilari/ Burada bir kısmını özetlemeye çalışacağım.
1-Raporda ele alınan yabancı medya kuruluşlarının neredeyse tamamı Cumhurbaşkanı Erdoğan veya AK Parti karşıtı bir genel yayın politikası takip ediyor. BBC Türkçe, Deutsche Welle Türkçe, Voice of America, Sputnik Türkiye ve Euronews Türkiye gibi İngiltere, Almanya, ABD, Avrupa ve Rusya kaynaklı bu haber kuruluşlarının tamamının tek bir potada eriyebilmiş olmasına dikkati çekiliyor. Sadece dikkat çekilmiyor Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı kritik meselelerdeki tutumlarından verilen örneklerle bu yaklaşım somutlaştırılıyor.
2-Medya-siyaset-sermaye ilişkisinde kritik noktalardan birisi medya sahipliği yapısının ilgili yayın organının içeriğinin belirlenmesinde doğrudan etkili olduğu yönündedir. Dolayısıyla bu medya kuruluşlarının sahibi olan ülkelerin de (ki neredeyse hepsi de devlet kuruluşudur) genel yayın politikasının belirlenmesinde rolü olduğunu vurgulamak gerekir. Bu yayın politikası ile ilgili ülkelerin grand politikalarda Türkiye'ye bakış açısının örtüşmesi dikkate değerdir. Bu yüzden tercih edilen haberlerde yer verilen fotoğrafların, cümle kurgusunun, başlıkların ve tasarımın (bütünsel yaklaşım içinde ilgili ülkelerin güvenlik ve politik söylemiyle de örtüşüyor olmasından dolayı) salt gazetecilikten ibaret olup olmadığı tartışılması gereken bir soru işareti olarak ortada durmaktadır.
3-Raporun bir diğer tespiti genel yayın politikasının belirlenmesinde bu medya kuruluşlarında çalışan gazetecilerin kültürel sermayesi ve ideolojik yaklaşımları konusundadır. Burada dikkat çeken husus, söz konusu mecralarda çalışanların önemli bir kısmının önceki yayın çizgilerinde AK Parti karşıtlığıyla bilinen basın-yayın organlarında çalışıyor olmaları ve bu karşıtlığı mevcut pozisyonlarında bir ileri noktaya taşımış olmalarıdır.
Gerek ilgili kuruluşların sermaye yapısının dayatmasıyla gerekse bu isimlerin kültürel ve ideolojik sermayesinden kaynaklanan nedenlerle yabancı medyanın Türkiye'deki temsilciliklerinde katı bir Erdoğan karşıtlığı temayüz etmeye başladı. Bu konudaki örnekler durumun giderek sistematik ve stratejik bir çerçeve içinde devam ettiğini gösteriyor. Bu durum raporun sonuç kısmında "BBC Türkçe, DW Türkçe, Amerika'nın Sesi, Sputnik Türkiye ve Euronews Türkçe çalışanlarının eski çalıştıkları kurumlarla sosyal medya paylaşımlarında öne çıkardıkları kurumlar arasında bir paralellik olduğu ve mecraların Türkiye'nin Kemalist sol ve seküler merkez medyasına ait gazeteler etrafında birleştiği görülmüştür. Bu bağlamda adı geçen medya organlarının yayın ilkeleriyle çelişecek şekilde tek sesli bir yayın diline sahip oldukları söylenebilir" cümleleriyle vurgulanmaktadır.
4-Raporda yer verilen Sputnik internet sitesine dair sonuç ise ayrıca dikkat çekicidir. Rusya devletinin bir yayın organı olarak Sputnik'in normal koşullarda Rusya devlet başkanı Putin ile ikili ilişkileri çok iyi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan lehine yayın yapması beklenir. Fakat Türkiye Rusya ilişkileri ve dış politikadaki ortak çıkar alanları dışında farklı bir tablonun gerçekleştiğini Rapor ispatlıyor.
(Bu konuda daha önce yayınlanmış iki yazıyı aktarmakta fayda var: https://thenewturkey.org/sputnik-turkiye-the-voice-of-moscow ayrıca https://kriterdergi.com/yazar/yildirim-turan/sputnik-yeni-nesil-propaganda-aygiti bakılabilir)
Bence bunun iki gerekçesi olabilir. Birincisi böyle olmasında Rusya devletinin doğrudan etkisinden bahsedilebilir. Belirli bir strateji gereği Erdoğan'ın iç politikada zayıflatılması yönünde bir plan takip ediliyor olabilir. İkinci gerekçe ise Sputnik'i yöneten ve daha önce çalıştıkları yayın organlarında Erdoğan karşıtlığı ile bilinen isimlerin bu alışkanlıklarını bu mecraya taşıyarak devam ettirmesi olabilir. Hangisinin doğru olduğunu kestirmek zor ama ortada var olan bir sonuçtan hareketle ikisi üzerinde de şüphe etmek gerçekçidir. Yani iki gerekçenin de üzerinde düşünmek gerekiyor. Ama Raporun Sputnik bahsindeki tespiti bir ezberi de bozmuş oluyor.
4-Raporda salt Erdoğan karşıtlığı tespit edilmemiş. Elde edilen sonuçlara bakılınca yukarıda zikredilen yayın organlarının aksine Çin devletinin yayın organı CRI Türk ve yakın dönemde yayına başlayan Suudi Arabistan sermayeli ve İngiltere kökenli The Independent'ın hem içerik bakımından hem de çalışanların profilleri bakımından daha çoğulcu olduğu belirtilmiş. Böyle olmasında muhtemelen iki mecradaki çalışan ve yönetici profilinin heybesindeki kültürel sermaye ile diğer yayın organlarındakilerin heybesindeki kültürel sermaye ve ideolojik bagajların farklılık göstermesi rol oynamış.
5-Küresel medya kuruluşlarının genel yayın politikasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye'nin milli meseleleri büyük ölçüde "karşıtlık" ekseninde ve "tek sesli bir şekilde" ele alınmaktadır. Sürekli çoğulculuktan bahseden bu yayın organlarının yukarıda zikredilen konuların tamamında Türkiye karşıtı bir haber dilini benimsemiş olması uluslararası gazetecilik ilkeleri bakımından bir tezat oluşturmaktadır.
Sonuçta SETA tarafından yayınlanan rapor kritik bir meseleyi bütüncül bir şekilde ele almakta ve yabancı medyanın Türkiye ajandasındaki içeriği tek bir yayında ilgilisine sunmaktadır.
Bu yüzden yabancı medyanın halen devam eden gazetecilik politikasına bakıldığında Raporun ulaştığı sonuçların uzun vadede daha yoğun şekilde gündeme geleceği öngörülebilir.