Meslekten olduğumuz, toplum hayatımız içindeki yerini ve önemini bildiğimiz için eğitim sektöründe olup bitenleri yakından takip ediyoruz. Görebildiğimiz, bilebildiğimiz kadarıyla olumlu icraatları takdirle karşılayıp destekliyor, olumsuz icraatlar için "yapıcı eleştiri" yoluna gidiyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, "Eğitimde ve kültürde maalesef arzu ettiğimiz seviyeye gelemedik" diye hayıflandığı bir dönemde, akademik ve pedagojik camianın yakından tanıyıp bildiği biri Milli Eğitim Bakanı oldu. Sayın Ziya Selçuk, yeni yönetim modelinin ilk Bakanı olarak beklentilerin odak noktası haline geldi.
Sistematik bir şekilde hazırlanıp kamuoyu ile paylaşılan "2023 Vizyon Belgesi"yle öngörülen icraatların, "çerçeve plan"ı yazıldı. Kadrolara ve kurumlara yön vermek yahut istikamet göstermek üzere bir "yol haritası" çizildi.
Bu ilk adım ve arkasından gelenler doğal olarak gittiği yerlerde iz bırakıyor. Başta Milli Eğitim camiası olmak üzere, kamuoyu lehte ve aleyhte yorumlar yaparak tartışıyor.
Tartışmaların odak noktasında "söylemlerin eyleme dönüşmediği" görüşü var. Özellikle, sektörün örgütlü yapıları olan sendikalar, kuruluş ve var oluş amaçlarına uygun olarak "ikaz ve itiraz" görevi yapıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde haber bültenlerinde yer alan iki olaya şahit olduk. Biri bizi memnun etti, diğerini öğrenince üzüntü duyduk.
Isparta'da bir ortaokulun Sosyal Bilgiler öğretmeni, "Büyüklerden Küçüklere Hikayeler" konulu bir proje organize etmiş. Söz konusu proje kapsamında öğrencilerden Milli Eğitim Bakanı'na, bir "davet mektubu" gitmiş.
Sayın Bakanımız, çocuklara bir sürpriz yaparak "video konferans" yöntemiyle, sınıfa erişip derse katılmış. Bu örnek ve öncü davranış, geleceğin büyükleri için unutulmaz bir hatıra olmuş.
Öğrencilerin sorularına verilen cevaplar arasında altı çizilecek derecede güzel mesajlar, muhtevalar var. Kitle iletişim araçlarının yoğunluğu ve yaygınlığı sayesinde bir sınıfla kurulan pozitif ilişki ve iletişimden Türkiye'nin bütün çocukları ile onların anneleri, babaları, öğretmenleri, idarecileri haberdar oldular.
Öte yandan, Eğitim Bir-Sen Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın Yayla, bir program vesilesiyle Amasya'yı ziyaret etmiş. Programda yaptığı konuşmanın bir bölümünde, 2023 Vizyon Belgesi ile oluşturulan algının eğitim çalışanlarını ümitlendirdiğini belirterek "Bakanlığın sözde kalan vaatleri, sosyal medya dışında karşılık bulmayan açıklamaları eğitim hayatının içeriğine, öğrencisine, öğretmenine, idarecisine dokunmayan bakışı maalesef ilk günlerdeki heyecanı ve beklentileri azaltmıştır. Bakanlık somut, dişe dokunur, icra edilebilir politikaları bir an önce hayata geçirmelidir. Bakanlığın politikalarını algılar değil, olgular belirlemelidir." demiş.
Programda bulunan ve muhtemelen söz konusu Sendika'nın da üyesi olan Amasya İl Milli Eğitim Müdürü Hüseyin Güneş, konuşmacıyı alkışlamış, eleştiriyi sosyal medyada paylaşmış. Olaydan haberdar olan Milli Eğitim Bakanımız ise İl Müdürünü derhal görevden almış.
Şimdi, bu durumu birlikte düşünelim. İçimizden, "Biz olsaydık ne yapardık?" yahut "Sayın Bakan aslında ne yapmalıydı?" sorusunu sorup akil ve makul olduğuna inandığımız cevabı verelim.
Her şeyden önce Bakanlık, üst düzeyde bir "temsil makamı"dır. Aşağıdaki kadrolar ve kurumlar, yukarıdakilerin hal ve tavırlarını örnek alır yahut kullanır.
Algıyı olguya dönüştürüp hiyerarşik sistemi yukarıdan aşağıya doğru işletecek olursak İl Müdürleri de İlçe Müdürlerini, İlçe Müdürleri de Okul Müdürlerini, Okul Müdürleri de öğretmenleri, öğretmenler de öğrencileri "kendilerini eleştirdikleri için" cezalandırabilirler. Böylece, hep birlikte yeni nesillere, "kayıtsız şartsız itaat" etmeleri gerektiği mesajını verirler.
Oysa bizim kadim kültür ve medeniyet geleneğimizde, "itaat" ile birlikte "ikaz" da yetmezse "itiraz" da o da yetmezse "isyan" da vardır. "Müminler, birbirlerini yıkayan eller gibidir." anlayışı ve işleyişi olmazsa kişisel, kurumsal, toplumsal arınma nasıl sağlanır?
Yapılan eleştirilerin yersiz ve isabetsiz olma ihtimali de vardır. Şayet kötü niyet ve kasıt yoksa eksikleri tamamlanarak, yanlışları düzeltilerek konular ve zihinler aydınlanır.
Milli Eğitim Bakanımız, İl Müdürünü görevden almak yerine Amasya'nın eğitim camiası ile "video konferans" yapabilirdi. Yapıcı ve yönlendirici eleştiriler için teşekkür eder, gündemdeki çalışmalar hakkında bilgi verirdi.
Şüphesiz, dökülen kabını doldurmaz ama istenirse kısmen de olsa telafi edilebilir. Sayın Bakan, uygun bir formülle, adı geçen İl Müdürünü görevine iade ederek veya daha iyi bir yere getirerek "Tekliflere ve tenkitlere açığım, bu makama hâkim olmak için değil, hadim olmak için geldim." mesajını verebilir.
Biz, yıllardır evlerimizde eşlerimizin ve çocuklarımızın, okullarımızda öğretmenlerimizin ve öğrencilerimizin, iş yerlerimizde çalışanlarımızın ve yöneticilerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızda üyelerimizin ve delegelerimizin tenkitlerini ve uyarılarını dikkate almamız gerektiğini savunuyoruz. Kim bizi ve işimizi eksik ya da yanlış bulsa "Siz olsaydınız ne yapardınız, nasıl yapardınız?" sorusunu sormayı ve cevabını almayı tavsiye ediyoruz.
Milli Eğitim Bakanımızdan da beklentimiz budur. Olumlu ve verimli bir ilişki ve iş birliği içine girerek sabit değerlerimizi stratejik değerlere dönüştürmek zannımızca böyle olur.