Toprak ve tohum güvenliği
Hayatın ana unsuru olan "insan" ile onun barınma, korunma zeminini oluşturan "toprak" arasında; hem çok sıkı, hem de hayati derecede önemli bir ilişki var. Âdem ile Havva'nın oğulları ve kızları; ilk yaratılış gününden bu yana, kim bilir kaç asırdır, topraktan gelip toprağa gidiyorlar.
Öte yandan; insan vücudunun "yapı taşları"nı oluşturan onlarca maddenin, toprakta da bulunduğunu biliyoruz. Varlığımızı devam ettirmek için gereken bitkisel ve hayvansal gıdaları; doğrudan ya da dolaylı olarak, sürekli topraktan alıyoruz.
Onun için; toprak bizim hem cefakâr "ana"mız, hem de sadık "yar"imiz. Üstünde nice hayatlar kurduğumuz, gerekirse canlarımız pahasına bile koruduğumuz bir temel değerimiz.
Bir başka ifadeyle; o bizim sıcak "yuva"mız ve güvenli "yurd"umuz oluyor. Nezdimizdeki hakkı, hukuku ve mülkiyeti ile birlikte; sahip olduğu maddi ve manevi müktesebat da nesilden nesile miras kalıyor.
Onun kimyasının bozulması, bizim de kimyamızın bozulması anlamına gelir. Toprağa hangi "tohum" ekilirse, onun ekini biçilir; hangi "fidan" dikilirse, onun meyvesi devşirilir.
Uzun yıllar boyunca; toprağımız da tohumumuz da bilumum kimyasallarla kirletildi, zehirlendi. Genetiği ile oynandı, fıtri dengesi ve düzeni bozuldu; adına daha fazla "üretim", daha iyi "kalite", daha yüksek "kazanç" dendi.
Gel gör ki; toprakla ve tohumla birlikte insanın da sağlığı, huzuru, güvenliği bozuldu. Aynı kirli eller ve mahfiller tarafından; bir yandan "kan" kusturuldu, öte yandan "çanak" tutuldu.
YENİ BİR SEFERBERLİK
Son zamanlarda; yaşanmışlıkların yansıması sonucu, "devlet ve millet aklı" bir miktar aydınlandı. "Diriliş ve direniş ruhu", hayatın bütün alanlarına ve konularına yansıdı; efsunlanıp derin uykuya yatırılmış olan hücrelerimizin bir kısmı uyandı.
Bu cümleden olmak üzere; Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından, yeni bir "toprak ve tohum seferberliği" ilan edildi. Yapılan açıklamalarda; "tarımın en az savunma sanayii kadar önemli ve stratejik olduğu" belirtildi.
Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı "yerli tohum" seferberliği olacakmış. Böylece, hem kendi ülkemizin ve toplumumuzun "sağlıklı beslenme" zemini oluşturulacak; hem de başka ülkelere ve toplumlara "ihracat" yapılacakmış.
Ayrıca; hileli üretim yapan kişiler, kurumlar, firmalar, markalar kamuoyuna "ilan" ve "ifşa" edilecekmiş. Arkasından birtakım cezalar ve yaptırımlar gelecekmiş.
Umulur ki; bu niyet ve gayret topraklarımızın ve tohumlarımızın bilumum zararlı, zehirli, hormonlu maddelerden arındırılmasıyla neticelenir. Tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin tamamı "doğal" ve dahi "doğru" hale getirilip; gönül rahatlığı ile yenilip içilecek şekilde, tam bir "gıda güvenliği" temin edilir.
BAŞKA CEPHELERDE DE
Aslında, başka alanlarda ve konularda da böyle bir seferberliğe ihtiyaç var. Siyasetten bürokrasiye, kamudan özel sektöre, eğitimden sağlığa, kültürden sanata, ekonomiden çevreye, hukuktan güvenliğe kadar.
Çünkü; gıda sektöründeki kirlenme ve zehirlenme, başka sahalara ve sektörlere de yansıyor. İnsanın ve toplumun; iyiliğe, huzura, güvene giden yollarını kesiyor.
Sonuç olarak; "fıtrat" rayından çıkıp "ifsat" çukuruna düşen bir tirenin, kazazede yolcuları gibiyiz. Kurgusal ve kötü niyetli bir "kuşatılmışlık" içinde; bize ait olmayan bir hayatın esiriyiz.
Dalgınlık ile farkındalık arasında bir yerde; "alacakaranlık kuşağı" içinde kalıyoruz. Aklımızın aydınlanır gibi olduğu hallerde; sitemkâr bir dille ve üslupla, kendi kendimize şöyle mırıldanıyoruz:
Şu fani dünyada, çiftçi misali; ekelim, biçelim, iş olsun dedik. Gözdür, gönüldür bu, insanlık hali; bir güzel seçelim, eş olsun dedik.
Tohuma inandık, toprak aldattı; çiçeğe imrendik, yaprak aldattı; dil yalan söyledi, dudak aldattı; gene de yarenler hoş olsun dedik.
Sonra; duygularımız ve düşüncelerimiz, bir duaya dönüşüyor. Göğümüzün bulutlarından, gönlümüzün toprağına; yıkayıp arındıracak "gözyaşı tohumları" düşüyor:
Ya Rab!
Çıkışımız imbik kayalardandı ama akışımız çorak topraklardan oldu, çamurlara bulandık; götür enginine, arıt bizi.
Emelimiz saadetti-sükûnetti ama amelimiz deli rüzgârlarda boğuldu, tepelerde dolandık; indir dağ dibine, durult bizi.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Eğitimde nitelik arayışı (13.02.2020)
- Geçmişten geleceğe “imece” ruhu (09.02.2020)
- Eğitimin üç ana ayağı (06.02.2020)
- Bize “sosyal bilimler” lazım değil mi? (31.01.2020)
- İnsanlığın rütbeleri, makamları (28.01.2020)
- Simgelerin, sembollerin taşıdığı virüsler (24.01.2020)
- Süvarinin baktığı, atın gittiği yön (20.01.2020)
- Milli Eğitim’in karnesi zayıf (13.01.2020)