Yetmişli yılların başlarından bu yana; hasbelkader sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik mücadelelerin içinde olduk. Değişen ve gelişen şartlara uyum sağlama esnekliğini gösterdik; fakat, hep aynı yol ve yön üzerinde kaldık.
Ülkemizle ve toplumumuzla ilgili iyi niyetli gayretlerimiz; bizi, "hayatın ana unsuru" olan insana götürdü. İnsanın oluşma ve gelişme süreçlerinin sırrını çözmeye yönelik çabalarımız ise; doğal olarak, aile kurumunu gündemimize getirdi.
İşte bu yüzden; eskiden beri, özel ilgi ve ihtisas alanlarımızdan biri aile oldu. Yaşadığımız yerler, yaptığımız işler, seçtiğimiz çevreler, kurduğumuz ilişkiler değişse bile; aile ile ilgili hassasiyetlerimiz, gittiğimiz her yere bizimle birlikte geldi.
Hemen her adımda, tekrar tekrar gördük ve bildik ki; "toplum ağacının tohumu ile toprağı, aile bahçesinde buluşuyor". Güçlü devletler ve milletler; ancak ve ancak, güçlü ailelerin toplamından oluşuyor.
Onun için; kendi çapımızda, kesintisiz olarak, hep "aileyi ihya ve inşa" süreçlerinin içindeyiz. Ana rahminden mezara kadar barınağımız, korunağımız, "ilk ve son kalemiz" olan aileyi; tüm kuşatmalara ve kalkışmalara karşı, ayakta tutmanın peşindeyiz.
Şimdilerde, Yönetim Kurulu Başkanı olduğumuz bir vakfın gönüllü çalışmaları için; 2020'yi "aile yılı" ilan ettik. Aile kurumuyla ilgili temel sorunlar ve çözüm yolları üzerine; muhtelif faaliyetler yapma niyeti ve gayreti içine girdik.
Mütevelli Heyeti Üyesi olduğumuz bir başka vakıfta ise; bizim evin ve ailenin Hanım Sultan'ı ile birlikte, yıllar sonra yeniden "aile okulu" programları yapma gereği duyduk. Farkında olmanın oluşturduğu sorumluluk duygusu ile şartlarımızı ve imkânlarımızı zorlayıp; uzunca bir yola koyulduk.
Aslında, bütün yollar; özelde insana, genelde aileye çıkıyor. Ancak, rüzgâr tersine estiği yahut estirildiği için; bizim derelerin suları, başkalarının denizlerine akıyor.
YÖN FARKI
Yaşanmışlıkların yansıması olan atasözlerine göre; "At, süvarinin baktığı yöne doğru koşar". Aralarında öylesine kuvvetli bir bağ yahut bağlantı vardır ki; binici ile binek, birlikte ve uyum içinde yaşar.
Ancak, bu günlerde, kamu yönetiminde; yukarıdakilerin söylemleri ile aşağıdakilerin eylemleri arasında, ciddi düzeyde ve derecede farklılıklar var. Özellikle aile konusunda; ilgili birimler ve kurumlar, "İmam ne derse desin, cemaat kendi bildiğini yapar" diyorlar.
Devletin, milletin ve dahi hükümetin başı olan Cumhurbaşkanı; hemen her vesile ile aile kurumunu korumanın, geliştirmenin, huzur ve güven ortamı haline getirmenin gereğini, önemini belirtiyor. Siyasetin, bürokrasinin, hatta sivil toplumun etkili ve yetkili kişileri, birimleri, kurumları ise; adeta "bayram haftası" lafzını "mangal tahtası" diye tercüme edip, oksijen ile hidrojeni birbirinden ayırarak, su olmaktan çıkaran icraatlar üretiyor.
Daha yakın geçmişte, 7. Aile Şurası'nın açılış konuşmasında; "Biz; aileyi toplumun nüvesi, mayası, kilit taşı olarak gören bir medeniyetin mensuplarıyız" dedi. İslam İşbirliği Teşkilatı Sosyal Gelişim Bakanları Konferansı'nda; "aileye sahip çıkmanın geleceğimize sahip çıkmak anlamına geldiğini ve bunun için topyekûn seferberlik hali içinde olmamız gerektiğini" söyledi.
En son, Engelli Memur Atama Töreni sırasında yaptığı konuşmanın aile ile ilgili bölümünde; "aile kurumunu ve kavramını yok eden Batı toplumlarının çöküş süreci içine girdikleri" gerçeğine dikkati çekti. Bizde de maalesef giderek daha çok "evliliklerin ertelendiğine yahut tamamen iptal edildiğine, çeşitli yollarla ve yöntemlerle evlilik dışı yaşama biçimlerinin özendirildiğine" vurgu yaparak; "Aman ha dikkat edin" diye ikaz etti.
Ancak, üzülerek izliyor ve gözlüyoruz ki; O "dız" dedi diye harekete geçip, "bal" üretme niyeti ve gayreti içine giren "arılar" yeteri kadar yok. Fakat, üretilip kavanoza konmuş, servis edilip istifadeye sunulmuş balların etrafında; vızır vızır dolaşan "kara sinekler", istemediğiniz kadar çok.
İSTİSMAR ÇARKI
Bu milletin kültür ve medeniyet değerlerine bağlı çevreler olarak; aile konusunda, bazen "âraf" çizgisi üzerinde kalıyoruz. Bildiğimiz "hakikatleri söylemek" ile sevdiğimiz, saydığımız, değer verdiğimiz kimselerin "hatırlarını gözetmek" arasında bocalayıp duruyoruz.
Çünkü, "cinsel kimlik" yahut "cinsiyet eşitliği" üzerinden "istismar çarkı" oluşturup, aile kurumunu yıkmak ve aile kavramını toplumsal hafızadan silip yok etmek isteyen kötü niyetliler ile "kadın kimliği" yahut "kadın hakları" noktasından yola çıkıp şiddeti ve haksızlığı önlemek isteyen iyi niyetliler; zaman zaman aynı kareye düşüyorlar. Muhteva açısından bizimle beraber olsalar bile; metot ve usul açısından, karşı tarafa çalışıyorlar.
Böylece, sap ile saman birbirine karışıyor. Olayları ve durumları "tarif etme" konusundaki çelişkiler, "taraf olma" olma konusunda da can sıkıcı seviyelere ulaşıyor.
Tez elden, bu "kafa karışıklığı" durumuna son verilmesi gerekir. Aynı dünya görüşüne ve değerler manzumesine bağlı olan kişiler, kurumlar, çevreler; "aile birliği ve bütünlüğü" içinde kadına, erkeğe, çocuğa, gence, yaşlıya, âcize sahip çıkma ana fikri etrafında birleşmelidir.
Bizler; sevgi, saygı, şefkat, merhamet, iyilik, yardım, huzur, güven medeniyetinin çocuklarıyız. Kadın ve erkek üzerinden aileyi, aile üzerinden toplumu "ıslah" etmek isteyenlerle "ifsat" etmek isteyenleri birbirinden ayırmalıyız.
Aynı değerlere bağlı olanların, aynı yöne bakmaları beklenir. Atları aykırı yanlara, yönlere doğru koşuyor olsalar bile; dizginlerinden tutup, doğru yola çekmeleri gerekir.