Sosyal ve siyasal hayatımızın rol modelleri
Çizilmiş resimler, çekilmiş fotoğraflar veya canlı görüntüler; teknik, estetik, içerik bütünlüğünden meydana gelen "genel" anlamlar taşırlar. Ancak, detaylara inildiğinde; "özel" alt başlıklardan ve açılımlardan oluşurlar.
Hâkim renkler, şekiller, muhtevalar; algının ağırlık noktasını belirler. Parçaların taşıdığı baskın karakterler; bütünün imajına, itibarına "istikamet" verirler.
Sonuç olarak; kişi ya da kurum, olay ya da durum doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kötü, faydalı-zararlı, başarılı-başarısız gibi sıfatlarla tanımlanır. Herkes ona göre tercihini yapar; kendi önceliklerine uygun olanın yanında yerini alır.
Eskiler; "her ürünün bir alıcısı vardır" demişler. Böylece; her fikrin, eylemin, söylemin az ya da çok taraftar bulabileceğini söylemişler.
Hayatın bütün alanlarında ve konularında; "rol model" kişiler ve kurumlar var. Kimi az, kimi çok ilgi çekiyor; insanların muhtelif şekillerdeki katkılarına ve katılımlarına mazhar oluyorlar.
Anneler, babalar, öğretmenler, idareciler, aydınlar, yöneticiler, şu ya da bu sıfata sahip yetişkin veya yaşlı kişiler olarak; bizden sonraki nesillere, birilerini "örnek" gösterip, gönül rahatlığı içinde "işte bu" demek istiyoruz. Ancak sahadaki kirlenme, zehirlenme, sulanma, bulanma oranının yüksekliği yüzünden; kuru ile yaşı, pirinç ile taşı ayırt etmekte zorlandığımızı hissediyoruz.
Efradını cami, ağyarını mani bir şekilde tarif ve tasnif etmek; işimizi kolaylaştırabilir. İsimlere indirgemeden, sıfatlar sayılıp sıralanabilirse; rol tercihleri, daha bilinçli olarak yapılabilir.
HİKÂYENİN KAHRAMANLARI
Elimizin erdiği, gözümüzün gördüğü kadarıyla; hikâyenin kahramanlarını kategorize edelim. Kelime hazinemizin müsaade ettiği ölçüde; özet anlamlar ve açılımlar verelim.
Bir kimseye ya da şeye, çok içten ve derinden bağlanarak gönül verip; kara sevdalılar gibi "vurgun" olanlar var. Aşkın gözü kör olduğu için; mensubu bulundukları yapının eksiğini görmeden, yanlışını bilmeden, sonuna kadar ve körü körüne savunuyorlar.
Çevremizde akıl, ruh, beden etkinliği azalmış; yaşlılık ya da hastalık sebebiyle hayat dengesi ve düzeni bozulmuş; "bu işler bizden geçti" diye düşünen ve söyleyen "yorgun" savaşçılar görüyoruz. Dünyadan ellerini, eteklerini çekip; yıllar boyu devam ettirdikleri cephe savaşlarından geri çekilerek, sessizce ölümü beklediklerine şahit oluyoruz.
Birilerine yahut bir şeylere gücenmiş "kırgın", bazı insanlarla ya da çevrelerle irtibatını kesmiş "dargın" kimseleri uzun uzun sayabiliriz. Eğilip kulak verdiğimizde; beden dillerinden ve duruşlarından, sızlanmalarının yahut sitemlerinin fısıltılarını duyabiliriz.
Göz ardı edilemeyecek miktarda; keyfi kaçmış "üzgün", öfkesi kabarıp taşmış "kızgın" kimseler var. Genel ruh hali olarak; parçalı bulutlu havaların çiselemeleri ile gök gürlemeli ve şimşek çakmalı havaların sert yağmurları, doluları arasında gidip geliyorlar.
Zaman zaman, halini "bozgun" kelimesiyle özetleyebileceğimiz perişan kimselere rastlıyoruz. Azıcık deşip döktüğümüzde; büyük bir güven kaybına uğrayıp, hayal kırıklığı içine düştüklerini anlıyoruz.
Kazanımlarını kaybettikleri için, kendilerini cezalandırılmış gibi hisseden ve bir nevi "sürgün" psikolojisi içine giren örneklerden ve öykülerden de söz edebiliriz. Belki, ana zincirlerden kopup ayrı halkalar oluşturanları da bu kategorinin alt başlıklarından birisi olarak görebiliriz.
Şüphesiz, en tehlikelileri; kontrol mekanizmalarını kaybederek meşru ve münasip sınırların dışına çıkıp, "azgın" hale gelenler. Kendi kişisel ya da kurumsal amaçlarına ulaşabilmek için, her yolu helal görenler.
Geriye, ihtiraslarını terk edip ideallerinin peşine düşerek, doğru adamlarla doğru adımlar atmaya çalışan "düzgün" kimseler kalıyor. Muhtemelen din, devlet, vatan, millet varlığı; en azından şimdilik, onların kavli ve fiili duaları ile ayakta duruyor.
TAHLİL-TEŞHİS-TEDAVİ SÜRECİ
Malum olduğu üzere toplum bünyesindeki hücrelerin, dokuların, organların çoğu hastalıklı hale gelirse; bir zaman sonra, "organ yetmezliği" sebebiyle ölürüz. Hayat ufkumuza salınan karbondioksit, üretilen oksijenden daha fazla olursa; ister istemez, giderek nefessiz kalırız.
Aileden topluma, siyasetten bürokrasiye, sivil toplumdan özel sektöre kadar; tüm kadrolar ve kurumlar nezdinde, çok yönlü bir "tahlil-teşhis-tedavi" sürecine ihtiyacımız var. İşin en garip ve tehlikeli yanı şu ki; bunu herkes, başkalarından bekliyorlar.
Hepimiz aynı geminin yolcuları olduğumuz için; kimseler, "bana ne" diyemezler. Eliyle, diliyle, kalbiyle bir şeyler yapma gücüne ve imkânına sahip olanlar; sorumluluk sınırlarının dışında kaldıklarını söyleyemezler.
Bizim kültür ve medeniyet değerlerimize göre; "Müminler, birbirlerini yıkayan eller gibidir". Ancak, toplumsal genetiğimizin gereği olarak, pınar baştan bulandığı yahut durulduğu için; ilk adımlar, öncü kadrolardan ve kurumlardan beklenir.
Vakıflarımızın, derneklerimizin, sendikalarımızın, partilerimizin, cemaatlerimizin, özel şirketlerimizin, odalarımızın, borsalarımızın, kamu örgütlerimizin adanmış, seçilmiş, atanmış liderleri; yeni bir "ibra-ihya-inşa" seferberliğinin ön ayağı olsunlar. Ülkenin ve toplumun sırtına "yük olan" unsurların ağırlığından kurtulup; "yük alan" unsurlarla yol yürüsünler, mesafe alsınlar.
O zaman, göğsümü gere gere; "işte böyle" deriz. Bütün varlığımızla omuz verip destek olur; çocuklarımıza, torunlarımıza "rol model" olarak gösteririz.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.