Eskiden beri, insanlar her neyi "hayatın merkezi" haline getiriyorlarsa; onun için yaşıyor, çalışıyor, savaşıyor, mücadele ediyor, hatta uğrunda ölmeyi göze alıyorlar. Bir başka ifadeyle; düşe kalka, iç dinamiklerinin gösterdiği yöne ve yola doğru gidiyorlar.
Çeşitli zamanlarda ve ortamlarda, hayatın merkezine kendilerini koyup; mizacını inancının önüne geçiren, kinini dini haline getiren, inadını murat gibi takdim eden kimselerle karşılaştık. Ayrıca, edebiyattaki "hüsn-ü talil" (güzel sebep gösterme) sanatına benzer bir şekilde; anormal hal ve tavırları için makul gerekçeler ürettiklerine şahit olup, hayretler içinde kaldık.
Onlar; kendilerini "kubbenin kilit taşı" yahut "ülkenin bulunmaz Bursa kumaşı" zannederler. İçinde oldukları, başında bulundukları zaman sahip çıkıp abartarak övdükleri kadroları, kurumları, işleri; dışına çıktıkları, çıkarıldıkları zaman acımasızca yererek, "Benim olmadığım yerler yıkılsın" derler.
Tarihin sayfaları; mal, mülk, mevki, mertebe, makam, imkân, şan, şöhret için savaşan "sahte kahramanlar" ve din, devlet, vatan, millet, iyilik, hizmet için savaşan "gerçek kahramanlar" ile dolu. Kiminin yolu, fani dünya kazanımlarını esas alan "hevâ"; kiminin yolu, baki dünya kazanımlarını esas alan "dâvâ" yolu.
Hayatın her alanında bunun örneklerini görüyor, öykülerini duyuyoruz. Ganimet beklemeden "nöbet" tutan, karanlığa taş atmak yerine mum yakan herkese; kavlen ve fiilen dua ediyoruz.
"BEN VARSAM İYİ, YOKSAM KÖTÜ" DİYENLER
Tolstoy'un tabiriyle; nefsin emarelerinden olan kibir ve inat, önce kişiye kendisini mükemmel gösterir. Sonrasında ise; ayağını kaydırıp, kaçınılmaz sonunu getirir.
Bazı kimseler var ki; siyasette, bürokraside, sivil toplumda, özel sektörde iyi yerlere geliyorlar. Vakıfların, derneklerin, sendikaların, partilerin, şirketlerin, sosyal ve kültürel yapıların mekanizmaları içine girip önemli görevler alarak; "meğer ben neymişim" diyorlar.
O zaman, kendileriyle ve bulundukları yerlerle ilgili övgüler ayyuka çıkıyor; hep iyilikleri, güzellikleri anlatılıyor. Rüzgâr, yelkenlerini şişirecek şekilde esiyor; sular, testilerini dolduracak şekilde akıyor.
Şu ya da bu sebeple, konumları yahut durumları değiştiğinde; büyük çoğunluğunun, ağızlarının ve avazlarının da değiştiğini görüyoruz. Dün göklere çıkardıkları kadroları ve kurumları; bugün yerin dibine batırdıklarına şahit oluyoruz.
Dilleriyle ve halleriyle; "önce helvadan put yapıp tapınan, sonra eriyince yemeye başlayan" cahiliye ehlinin izinden gidiyorlar. Bu, yüz seksen derecelik değişimi ve dönüşümü izah etmek için; nice masum ve makul görünümlü gerekçeler ihdas ediyorlar.
Rütbesi ve makamı varken, aşırı "dost" olanlar; apoletleri sökülünce, azılı "düşman" oluyor. Yattığı yeri yadırgayıp, çer çöp eylemek; giderek olağan bir anlayış ve alışkanlık haline geliyor.
Kişilere, kurumlara indirgesek; örneklerin, öykülerin sonu gelmez. Kısaca özetlemek gerekirse; "Ben varsam iyi, yoksam kötü" diyenlere havada, karada, denizde güvenilmez.
PEYGAMBERLERİN İZİNDEN GİDENLER
Peygamber Efendimiz (sav), İslam'ı tebliğ etmeye başladığında; bedevinin biri gidip, "Ya Muhammed, senin dâvan nedir?" diye sormuştu. Diğer bütün peygamberler gibi, O da; "La ilahe illallah dâvâsı" cevabını vermişti.
Mekke müşriklerinin ileri gelenleri tarafından; bu dâvâdan vazgeçmesi için sosyal, siyasal, ekonomik içerikli cazip rüşvet teklifleri getirildi. Bunun üzerine; "Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler; gene de bu dâvâdan vazgeçmem" dedi.
Vakti gelip, dünyaya veda ettiğinde; ashabı, kabullenmekte zorlandı. Hz.Ömer(ra), hışımla kılıcını çekip; "Resulullah(sav) ölmemiştir ve sağdır. Sadece, Hz.Musa'ya arız olan saika (nüzul ateşi) gibi bir saika, O'na da arız olmuştur. Kim Muhammed öldü derse, onu kılıcımla ikiye bölerim" diye kıvrandı.
Mutlak hakikati, orada bulunanlara hatırlatmak için; Hz.Ebu Bekir(ra) devreye girdi. Sükûnet telkin eden bir dille ve üslupla; "Kim Muhammed'e tapıyor idiyse; bilsin ki, O ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor idiyse; bilsin ki, O ölümsüzdür" dedi.
Gerçek şu ki; dünyada sahip olduğumuz her şey, kısa süreli ve geçicidir. Bizimle, ahiret âlemine; sahih iman, sâlih amel, sağlam duruş gelir.
Asırlardır, samimi Müslümanlar; bu yol ve yordam üzere yürüyorlar. Yaşıyorlarsa bunun için yaşıyor, savaşıyorlarsa bunun için savaşıyor, ölüyorlarsa bunun için ölüyor, öldürüyorlarsa bunun için öldürüyorlar.
Kendilerini Allah'ın kulu, Peygamber'in ümmeti kabul edenler; kişilere, kurumlara, olaylara, durumlara bu gözle ve gönülle bakmalıdır. Cümle işlerinde ve işleyişlerinde; "hevâ adamı" olmak ile "dâvâ adamı" olmak arasında tercih yapmalıdır.
O kadar büyüktür ki, bu en şerefli dâvâ; / Ezilirsin altında, sanki hamur olursun. / Dökülür ta içine, iman suyu bir kova; / Maharetli bir elle, yeniden yoğrulursun.