Yıllardır, insanın ruh halinin çok etkili bir "ilaç" yahut "zehir" olduğu, olacağı konusunda; kıssalar, hikâyeler, hatıralar okuyor ve dinliyoruz. Bu önemli gerçeği; kendi hayatımızda yaşadığımız ya da yakından şahit olduğumuz örneklerden ve öykülerden de biliyoruz.
Anlaşılan o ki; içinde bulunduğumuz sosyal ve psikolojik iklim, biyolojik yapımızı da derinden etkiliyor. İnsanın hücreleri, dokuları, organları, organizması; ümidi ve güveni unuttuğu, azmi ve gayreti uyuttuğu, korkuyu ve kötümserliği büyüttüğü, sabrı ve mücadeleyi terk ettiği zaman "bünye direnci" açısından zafiyet sürecine girip kademeli olarak eriyor, bitiyor.
Salgın döneminin başladığı günlerden bu yana; "uzman" kişiler ve kurumlar ile medya-iletişim kanalları, yedi gün yirmi dört saat "korku" pompalıyorlar. Virüs kapanlarla, hastanede yatanlarla ve bu yüzden ölenlerle ilgili sayısal verileri sürekli tekrar ederek; Azrail ordusunun kapı kapı dolaştığı ve çok yakında bizim zilimizi de çalıp "haydi gidiyoruz" diyeceği mesajını yayıyorlar.
Atalarımızın, yaşanmışlıkların yansıması olan sözlerine göre; bir adama kırk gün deli desen, deli olurmuş. Sakınan göze çöp düşer, çalı dokunurmuş.
Bu hal ve gidiş böyle devam ederse; daha çok insan hasta olur. Virüsten ölmeyenler; büyük bir ihtimalle, en yaygın salgın haline getirilen "ölüm korkusu" yüzünden ölür.
EKSİK VE YANLIŞ BAKIŞLAR
Bize göre; sayısal verilere "eksik", hatta "yanlış" bakılıyor. Olaylar ve durumlar; beynamazın ayet okuduğu gibi okunuyor.
Hangi çalının dibine ışık tutulur yahut çomak sokulursa; doğal olarak oradaki yılanları, çıyanları görüp irkiliyoruz. Özel bir ikaz yapılmadıkça; diğer çalıların dibinde korkacak bir şey olmadığı zannı içine giriyoruz.
TÜİK verilerine göre; 2019 yılında, Türkiye'de, toplam 435.941 kişi ölmüş. Ortalamasını alırsak; demek ki, günde 1.194 can kaybımız olmuş.
Bu rakamlar, bütün boyutlarıyla, her günün sonunda "rapor" edilseydi. Hangi hastalıktan kaç kişinin öldüğü ve kaç kişinin hastanelerde tedavi gördüğü, teker teker belirtilseydi.
Ayrıca; ülke genelinde, günde yüz bin kişiye "genel sağlık taraması" yapılmış olsaydı. Öncelik ve önem sırasına göre; cümle hastaların ve hastalıkların haritası çıkarılsaydı.
O zaman, şimdikinden daha büyük bir panik oluşmaz mıydı? Ölümler ve sebepleri konusunda, toplumda özel bir hassasiyet gelişmez miydi?
Temizlik yapılmasın, maske takılmasın, mesafe korunmasın demiyoruz. Aynı ciddiyetin ve hassasiyetin; bütün hastalar ve hastalıklar için "koruyucu hekimlik, ilaçla tedavi, ameliyatla tedavi" safhalarının tamamında gösterilmesi gerektiğini belirtmek istiyoruz.
Gıdaların, ilaçların, temizlik ürünlerinin, kozmetik maddelerinin, giysilerin, kırtasiye malzemelerinin, hâsılı insana dokunan her şeyin muhtevasına bakılsın. Organlarımızı ve organizmamızı her türlü zararlı unsurdan koruyacak şekilde; bir "sağlıklı yaşama rehberi" çıkarılsın.
Hayatın bütün alanlarında ve konularında, bunun mücadelesini verelim. Evde, okulda, toplumda; her yaş ve seviyedeki insanımızı bilgilendirelim, bilinçlendirelim.
Bunu yaparsak; virüsler, mikroplar vız gelir tırıs gider. Bünye direncimizin kahraman askerleri; vücut kalemizin kapısını da kulesini de güvenli bir şekilde bekler.
MUCİZEVİ KURTULUŞLAR
Öte yandan; biz inanıyoruz ki, hasta olanlar değil eceli gelenler ölüyorlar. Gelmeyenler ise; aklın ve mantığın sınırlarını aşıp, mucizevi bir şeklide kurtulabiliyorlar.
Havada, karada, denizde meydana gelen trafik kazalarında; çalışma mekânlarında, ortamlarında meydana gelen iş kazalarında; yangın, sel, deprem gibi doğal afetlerde; silahlarla, patlayıcılarla yapılan terör olaylarında ve savaşlarda; yüzlerce, binlerce, milyonlarca insan yaralanıyor yahut ölüyor. Ancak, hemen her birinde; zaman zaman "mucizevi kurtuluşlar" da oluyor.
Yakın geçmişten, birkaç örnek verelim. Genel gidişatı anlamak, kavramak için; bunları "doku örneği" gibi görelim.
15 Mart 2019 tarihinde, Yeni Zelenda'da; bir terörist, Cuma saatinde iki camiye saldırdı. Toplam 49 kişiyi yaraladı, 51 kişiyi öldürdü.
Fakat, eceli gelmeyen birini; öldürmek istediği halde öldürememişti. Sıra ona geldiğinde, makinalı tüfek tutukluk yapmış; bir türlü ateş edememişti.
Geçtiğimiz günlerde, Gaziantep'te, iki yaşında bir çocuğun binanın üçüncü katından aşağı düştüğü; haber bültenlerinde tekrar ediliyordu. Binanın önünde oturan esnafın kucağına düştüğü için; ölümden "kıl payı" kurtulduğu belirtiliyordu.
Gene yakın zaman içinde, Adana'nın Kozan ilçesinde bir orman yangını çıktı ve günlerce sürdü. İlgili kurumların yoğun gayretleri sonucu, nihayet söndürüldü.
Görevliler, garip bir manzaraya yahut "mucize" cinsinden bir olaya şahit oldular. Her şeyin yanıp kül olduğu bölgede, küçücük bir alana ateşin değmediğini ve ortasında küçücük bir buzağının sağ salim yattığını görüp hayretler içinde kaldılar.
Demek ki; kaderin üstünde bir kader var. Hasta olanlar, yaralananlar, kazalara ve afetlere muhatap olanlar değil; eceli gelenler ölüyorlar.
Biz; tedbiri alıp, takdiri Allah'a bırakmayı öğütleyen bir kültürün ve medeniyetin çocuklarıyız. Sadece coronavirüs için değil, bütün hastalıklar için alabileceğimiz her türlü tedbiri almalı; fakat, kaderin ve kalplerin sahibini unutup, korku imparatorluğunun esiri olmamalıyız.