Modern zamanlarda, dünya ve insanlık âlemi çokça yoruldu. Ümidin ve güvenin yolu kesildi; barışın ve huzurun beli kırıldı.
Havayı, suyu, toprağı kirletip zehirledik. Ateşi ısıtmanın, aydınlatmanın, pişirmenin değil; yakmanın, yıkmanın, yok etmenin aracı haline getirdik.
Nefsin hevâsına (kötü arzularına), şeytanın iğvâsına (kandırıp ayartmalarına) uyularak; ekinlerin ve nesillerin kimyası bozuldu. Hayat ve içindekiler için "kullanma kılavuzu" olarak gönderilen ilahi mesajlar tahrif edildi; Allah'ın kullarının "yol haritası", sahte ilahlar tarafından yeniden çizildi.
Kendi kurduğumuz değirmenlerde öğütülüp una, bulgura dönüştüğümüz için; "tohum" olma özelliğini kaybetmiş buğday taneleri gibiyiz. Ürettiğimiz yahut elde ettiğimiz şeylerin; hem sahibi, efendisi, hem de sadık kölesi, zincirli esiriyiz.
Bu hal ve gidiş böyle devam ederse; dünya, yaşanılması imkânsız bir gezegen haline gelecek. Kadim kültürlerin ve medeniyetlerin oluşturduğu, geliştirdiği tüm maddi ve manevi değerler; silinip yok edilecek.
İnsanların ve toplumların; yeni bir "ittifak ideolojisi" anlayışına ve yaşayışına ihtiyacı var. Yeryüzünün tüm mağdurları ve mazlumları; tutunacak dallar, kaldıracak eller, kurtaracak kahramanlar bekliyorlar.
HANGİ ORTAK ZEMİNDE BULUŞMALIYIZ?
Canlıların en kuvvetli içgüdüsü yahut itici gücü; kendisi için "yaşamak", sevdikleri için "yaşatmak" olarak tanımlanır. Barınma, korunma, savunma tedbirleri; bu öncelikli ve önemli amaca göre planlanır.
Yaygın ölüm riski oluşturan salgın tehlikesi karşısında; ülkelerin ve toplumların, ortak yahut benzer tavırlar içine girdiklerini gördük. İnsanların; "ortak ihtiyaçlar" yahut "ortak değerler" etrafında birleşip bütünleştiklerine şahit olduk.
Şayet ortak ihtiyacımız yaşamak ve yaşatmak ise; ortak değerimiz nedir? Birbirlerine "düşman" olup, tehdit oluşturan halklar; hangi ortak zeminde, güven telkin eden "dost"lar haline gelir?
Tarih boyunca insanların duygularını, düşüncelerini, davranışlarını şekillendiren en önemli unsur; hak ya da batıl dinler olmuş. İnanç, ibadet, ahlak değerleri esas alınarak; devletler kurulmuş, kültürler ve medeniyetler oluşturulmuş.
Doğal olarak, bugün de benzeri bir durum var. Dünya nüfusunun % 32.8'i "Hıristiyanlık", % 22.5'i "Müslümanlık", % 13.8'i "Hinduizm", % 7.2'si "Budizm", % 0.2'si "Yahudilik", % 11.8'i "Ateizm", % 11.8'i "diğer" dinlere yahut inanç sistemlerine göre yaşıyorlar.
Bunlardan Hz. Musa'ya gelen Tevrat'a, Hz. Davut'a gelen Zebur'a, Hz. İsa'ya gelen İncil'e ve Hz. Muhammed'e gelen Kur'an-ı Kerim'e inanan "kitap ehli" alt alta yazılıp toplandığında; % 55.5'lik bir yekûn oluşuyor. Kur'an dışındakilerin tahrif edilmiş (bozulmuş, değiştirilmiş) olmasına rağmen; dört kitabın ortak mesajı ve muhtevası "Allah'a ve peygamberlere iman" ile hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık, şiddet, öldürme, haksızlık gibi "kötülüklerden uzak durma" noktasında buluşuyor.
Öte yandan; diğer dinlerin ve düşünce sistemlerinin içinde de "ortak değerler" yahut "evrensel doğrular" diyebileceğimiz kabullerin ve retlerin olduğunu biliyoruz. En azından; aynı topraktan yaratılanların, "fıtrat" (yaratılıştan gelen temel özellikler) açısından belirli oranlarda benzeştiklerini görüyoruz.
O halde; en geniş ortak payda budur. Dünyayı huzur ve güven beldesi haline getirecek "kutsal ittifak"; ancak ve ancak, "kitap" ve "fıtrat" zemini üzerinde kurulur.
İŞE NEREDEN BAŞLAMALIYIZ?
Şüphesiz, bu işin bir de metodu, usulü olmalı. Sebep-sonuç ilişkisi içinde, doğru bir denklem kurulmalı.
Zannımızca, başlangıç noktası; her ülkenin ve toplumun, kendi temel değerlerine yönelmesidir. İnsanların, kendi dinlerinin ve inanç sistemlerinin samimi müminleri haline gelmesidir.
Bunun için; önce meşrep ve mezhep ihtilaflarını aşmalıyız. Gölgesine sığındığımız ulu ağacın; kökünde ve gövdesinde buluşmalıyız.
Dünyanın güçlü devletlerinden ve toplumlarından Amerika, Rusya ve Avrupa Hıristiyan; Türkiye, Müslüman; Hindistan, Hindu; Japonya, Budist; Çin, Ateist çoğunluktan oluşuyor. Nüfusu az, nüfuzu çok olan İsrail ise; Siyonist ideolojinin maşası haline getirdiği Yahudilik dini ile insanlık âleminin felaketi için çalışıyor.
Ancak; devletler ile toplumları birbirlerinden ayrı değerlendirmeliyiz. Her bir ferdi, kendi dininin kaynağında yer alan kadim değerlere ve doğrulara davet etmeliyiz.
Her dinin ve toplumun, alperenleri olmalı. Ülkeler ve bölgeler arasında; "dünya ve insanlık kardeşliği" köprüleri kurulmalı.
Gittiğimiz her yerde; "herkes için huzurlu ve güvenli olmayan dünya, hiç kimse için huzurlu ve güvenli değildir" anlayışını oluşturmalıyız. Doğru tebliğ ve temsil marifetiyle; Allah'ın tüm kullarını, "tevhit dini"nin sancağı altında buluşturmalıyız.