Uzmanlık yahut ustalık ahlakı
Eskiden; "zenaat ehli" ya da "sanat ehli" olmanın bir sistematiği vardı. İnsanlar adım adım ilerler, basamak basamak yükselir; belirli safhalardan ve süreçlerden geçerek "yamak, çırak, kalfa, usta, baş usta" olurlardı.
Her şeyin bir şeyini değilse bile; bir şeyin her şeyini bilme niyeti, gayreti içine girerlerdi. Bir kademeden, başka bir kademeye geçerken; "peştamal kuşatma" törenleri ile berat alır, tescil edilirlerdi.
Bir alanda ya da konuda "ilim ehli" olmanın yolu; âlimin önünde diz çöküp, gerektiği kadar ders almak, yetkinlik yahut yetişmişlik açısından olgunlaştıktan sonra; "icazet" ile "ihtisas sahibi" olmaktı.
Elbette, günümüz dünyasında da "uzmanlık" yahut "ustalık" diye bir şey var. İnsanlar; eğitim, öğretim, araştırma, soruşturma, deney, gözlem sonucu "yetkinlik" yahut "yeterlilik" kazanıyorlar.
Örgün ya da yaygın eğitim kurumları ile birlikte; "hayat mektebi" de yetiştiriyor. Özel ilgi ve gayret tanımı içine giren çalışmalar da bizi geliştiriyor. Ancak, modern zamanlarda; bütün bu kategorilerin dışında kalan bir güruh oluştu. Herkesin her şeyi gördüğü, duyduğu, bildiği anlayışı ve alışkanlığı gelişti.
Yıllar önce, Marmara FM'de "aile okulu" programı yaparken; bir temel yanlışın farkına varmıştık. Telefon, mektup ya da faks yoluyla; ilgi ve ihtisas alanımızın dışında kalan konularda, çok çeşitli "sorular" almıştık.
Bazı kimseler, hangi işi kime danışacaklarını bilmiyorlardı. Kasaptan parşömen kâğıdı, terziden kıymalı pide istiyorlardı. Biz, kendi sınırlarımız içinde kalmaya özen gösteriyorduk. Aile ile ilgili sorulara cevap veriyor; diğerleri için, "ehline danışın" deyip yönlendirme yapıyorduk.
Yıllar sonra, bugün; tersine bir garabete şahit oluyoruz. Her soruya "cevap" veren, her konuya "yorum" yapan gazetecilerin, yazarların, bilim adamlarının, sanatçıların, aydınların, yöneticilerin sulusepken söylemlerine bakıp; hayretler içinde kalıyoruz.
Sadece "ehli olan" değil, "ağzı olan" konuşuyor. Herkesi tanıyor, her şeyi biliyormuş gibi; sağa, sola, öne arkaya laf yetiştirmeye çalışıyor. Bilgiye erişimin kolaylaşması, "bilgiçlik" taslayanların sayısını artırdı. Sosyal medya sopası; boş tenekeleri, daha fazla ses çıkarır hale getirdi.
İlim, irfan sahibi olanların değil; iyi yalan söyleyenlerin, kolay iftira atanların, destekli demagoji yapanların itibar gördüğü bir devirde yaşıyoruz. Alanın ve konunun ustalarını, kalfalarını geri plana itip; çırak ya da yamak bile olmayanlarla konuşuyor, tartışıyoruz.
Kahir ekseriyetle; realitenin değil, reytingin peşindeyiz. Bize yön verecek, yol gösterecek samimi seslenişlerden ziyade; algılarımızı ve arayışlarımızı sabote eden kuru gürültülerin içindeyiz.
Bir atasözümüzün veciz ifadesi ile özetlemek gerekirse; "yarım doktor candan, yarım imam imandan" ediyor. Ustaların, uzmanların "kelebek" dedikleri şeye; tırtıllar, "dünyanın sonu" diyor.
Allah'ın emrine Peygamber'in sünnetine göre; "emaneti ehline vermek" gerekir. Devlet, millet örfümüze, geleneğimize göre ise; "at binebilene, kılıç kullanabilene" tahsis edilmelidir.
Uzmanın, ustanın tarifini, tanımını yeniden yapmalıyız. Emniyet, ehliyet, şahsiyet uygunluğuna sahip olan kimselerin yolunu ve yumuşunu tutmalıyız. Çok şey hakkında az şey bilenlere değil; az şey hakkında çok şey bilenlere itibar edilmeli. Yırtma, yapıştırma usulü yüzeysel "bilgi" sahibi olanların değil; alanına ve konusuna derinlemesine vakıf olup, "bilge" sıfatını hak edenlerin izinden gidilmeli.
Akıl, fikir vermenin de bir adabı, ahlakı olmalıdır. Herkes haddini bilmeli; kendi sınırları içinde kalmalıdır. Başlarını acemi berberlere teslim edenlerin; mümkün ve muhtemel kesilmeler yahut kanamalar için, ceplerinde pamuk taşımaları gerekir. Bu duruma düşmemek için; hamuru ehli yoğurmalı, ekmeği erbabı pişirmelidir.
Anlaşılan o ki; dinimizin ve dünya görüşümüzün değer ölçülerine göre, "bilgi kaynakları" konusunu yeniden ele almaya ihtiyaç var. Çünkü, bulanık suların gönüllü yahut profesyonel sakalığını yapanlar; bedenlerimizi, akıllarımızı, ruhlarımızı kirletiyor, zehirliyorlar.
Nasipse, bir sonraki yazımızda bu konu üzerinde duralım. Muteber kaynakların ve kayıtların özetini çıkarıp; birlikte bir kanaate varalım.
Hangi pınarlardan su içeceğimiz ya da içmeyeceğimiz; mümkün mertebe belli olsun. Körpe dimağlar; sahte söylemlerin yaldızlı kelimeleriyle vurulma tehlikesinden, olabildiği kadar kurtulsun.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.