Bütün kapıları açan anahtar
Dünya, "iki kapılı han" gibi birinden girip, ötekinden çıkıyoruz. İçeride dolaşırken nice ara kapılardan ve koridorlardan geçiyoruz.
Giriş kapısından geliş, "doğum" çıkış kapısından gidiş, "ölüm" adını alıyor. En sonunda, elimizde ve eteğimizde; iki ana kapı arasında yaptıklarımız, yaşadıklarımız kalıyor.
Her kapının kilidi, anahtarı var. Pas tutanlar, eğrilenler, bozulanlar; ya zor açılıyor yahut hiç açılmıyorlar.
Biz inananlar, sadece Allah'a kulluk ve ibadet edenler; "bütün kapıları açan bir anahtar" biliyoruz. Adına "dua" diyor; en koyu karanlıklar içinde bile, onun aydınlığında yol alıyoruz.
Sözlüklerde; "çağırmak, seslenmek, sığınmak, yardım istemek" diye tarif ediliyor. Temel kaynaklarda; "kul ile Allah arasında köprü kurarak, güvenli bölgeye geçmek" anlamına geldiği belirtiliyor.
Ancak; bütün ibadetlerle birlikte, dua etmenin de ön şartları var. Günahları için, gönülden "tövbe" edenler; yaratılanları "âciz", Yaratan'ı "muktedir" bilenler; zarardan korunmak veya faydayı temin etmek için, yardım talebinde bulunabiliyorlar.
Dua, bir yönüyle isteğimizi kabul edecek, sıkıntımızı giderecek, ihtiyacımız olan şeyi verecek hacet kapısını çalmak gibidir. Samimi olursak ve usulüne uygun yaparsak açılmaz zannedilen kapılar bile açılıverir.
Allah (CC), Bakara Suresi ayet 186'da; "Bana dua edenin, duasına icabet ederim (karşılık veririm)" diyor. Arkasından; "Onlar da benim davetime uysunlar ve bana iman etsinler. Böyle yaparlarsa, en doğru yolu bulmuş olurlar" diye ilave ediyor.
İlim, irfan ehli; duayı, "kavli" ve "fiili" diye ikiye ayırır. Talep ettiğimiz şeyin gerçekleşmesi için gücümüz ve imkânımız nispetinde gayret göstermemiz gerektiği hatırlatılır.
Yunus Suresi ayet 89'dan anlaşıldığına göre Hz. Musa ile Hz. Harun tarafından, Allah'tan bir şeyler istenmiş. Bunun üzerine, onlara; "Duanız kabul edildi. Ancak, isteklerinizin gerçekleşmesi için; siz de hiçbir sapma göstermeden üzerinize düşenleri yapın, yerine getirin" denmiş.
Tarih boyunca, insanların büyük çoğunluğu; sıkıntıya düştüklerinde Allah'ı anıp dua eder, rahata erdiklerinde unutup irtibatı keserler ve elde ettikleri sonucun kendi bilgi ve becerileri sayesinde olduğunu zannederler. Zümer suresi ayet 49, bu ruh halini özetler.
Bazen de kendileri için hayırlı olmayacak şeyler isterler ama farkında olmazlar. İsrâ Suresi ayet 11'de de bu gafletin beyanı var.
Oysa, iyi günde de kötü günde de "kulluk bilinci" içinde olup Allah ile ilişkimizi devam ettirmemiz gerekir. Bir de her şeyin hayırlı olanını istemeliyiz; çünkü hayır zannettiklerimiz şer, şer zannettiklerimiz hayır olabilir.
Peygamber Efendimiz (SAV), bir hadis-i şerifte; "duanın, kulluk ve ibadetin iliği yahut özü olduğunu" söylüyor. Sınırlarını çizmek, kapsama alanını belirtmek için ise; "Çarığınızın bağına varıncaya kadar, her şeyi Allah'tan isteyin. Çünkü Allah bir şeyi kolaylaştırmazsa, o şey elde edilemez" diyor.
Tertip sırasına göre birinci sure olan Fatiha; Kur'an-ı Kerim'in açılışı, ana giriş kapısı gibi. Ayrıca, manası yahut muhtevası bakımından; sanki bütün ayetlerin ve surelerin en süzme, en sade ve en kapsayıcı özeti.
İşte bu yüzden; çeşitli vesilelerle, en çok Fatiha'yı okuyoruz. Allah'ın adıyla başlıyor, O'nu övüyor, âlemlerin Rabbi ve din gününün sahibi olduğunu kabul ediyor, Rahman ve Rahim sıfatına sığınıyor, lütuf ve ikram kapısını çalarak; "bizi dosdoğru yola ulaştırması ve cümle azgınlıklardan, sapkınlıklardan koruması" için dua ediyoruz.
Eskiden ecdadımızın, güzel bir geleneği varmış. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde; devletin ve toplumun ileri gelenleri, günün ilk icraatı olarak onu yaparmış.
Sabah namazından sonra, camiden çıkan cemaat; daha çok külliyelerin içinde bulunan ve adına "dua kubbesi" denilen mekâna geçermiş. İlmine ve irfanına güvenilen bir kişinin önderliğinde, "doğruluk, dürüstlük yemini" yapar; "helal ve bereketli kazanç" için, topluca dua edermiş.
Bu geleneği yeniden ihya etmeye, şimdi daha çok ihtiyacımız var. Görünen o ki; Allah ile arası iyi olmayanlar, kavli ve fiili duaları ile hayır dilekte bulunmayanlar, dünyanın ve içindekilerin fiziğini de kimyasını da bozuyorlar.
Ancak artık dua kubbesinin, gök kubbe olması gerekiyor. İnsanlık âlemi; gecelerin parlak yıldızı ve ayı, gündüzlerin sönmeyen güneşi olacak mesajı, muhtevayı bekliyor.
Önce, bütün kapıları açacak sihirli anahtarı kaybettiğimiz yerde arayıp yeniden bulalım ve elimize alalım. Sonra, yakından uzağa doğru; göklerin ve gönüllerin kapılarını çalalım.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Devlet ve toplum hayatında kriz yönetimi (14.11.2022)
- Atıksız ve katıksız hayat (08.11.2022)
- Dilimizin ve alfabemizin alafrangası (31.10.2022)
- Ya tohum olun ya toprak (27.10.2022)
- Gönül yarası (20.10.2022)
- Sosyal zekâ zayiatı (12.10.2022)
- Mevlidin münasibi (05.10.2022)
- İçimizdeki bekçi vuruldu (02.10.2022)