Asrın idrakine neyi, nasıl söyleyelim?
Allah'ın insana verdiği en büyük nimetlerden biri; "akıl erdirme, anlama, kavrama" yeteneğidir. Sözlüklerde buna, kısaca "idrak" denir.
Kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların, dünyanın ve insanlık âleminin "idrak etme" biçimleri ve düzeyleri var. Hayatı ona göre anlıyor, kavrıyor ve yaşıyorlar.
Bir devre hâkim olan, çoğunluğun ortak kabulü haline gelen algıya, anlayışa "asrın idraki" diyoruz. Onu ya benimseyip, halimizin ve hayatımızın ana rengi haline getiriyor ya da reddedip değiştirmeye, dönüştürmeye çalışıyoruz.
Herkes, kendi "değerler" disiplininin "en doğru" yol ve yöntem olduğunu savunuyor. Söylemleriyle, eylemleriyle onu asrın idrakine sunuyor.
Ancak, söylemekten söylemeye fark var. Kimileri sadece dilleriyle telaffuz ediyor kimileri aynı zamanda halleriyle de ortaya koyuyor ve örneklendiriyorlar.
Mazlumun mağdur, zalimin mamur hale geldiği ve zayıfın haksız, güçlünün haklı kabul edildiği bir dünyada "Asrın idrakine neyi, nasıl söyleyelim?" sorusunu yeniden sorup cevabını vermeliyiz. Kimseden "davet" yahut "icazet" beklemeden vaziyetten vazife çıkarıp, gücümüz ve imkânımız nispetinde sorumluluk almalıyız.
Tebliğ ve temsil edeceğimiz şeyin metodu, usulü ile muhtevası birbirinin tamamlayıcı cüzüdür. Yapılacak bir yanlış binlerce doğruyu heba edip götürür.
Onun için, her ikisinin de doğru olması gerekir. İnsanları neye davet ettiğimiz de nasıl davet ettiğimiz de çok önemlidir.
Bu konuda hayat rehberimiz Kur'an ile onun en güzel uygulanma biçimi olan sünnet müktesebatına bakalım. Sırlarını çözelim, sınırlarını çizelim; ondan gayrı her ne varsa, çerçevenin dışında bırakalım.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, kendi döneminde aynı arayışın içine girmiş. "Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı" mısralarıyla; hem kaynağı hem de yöntemi göstermiş.
Kaynak bizi, Resul'e yönlendiriyor. Peygamberler zincirinin son halkası olan Hz. Muhammed'in (sav) rehberimiz, önderimiz olduğunu haber veriyor.
Bütün ayetler; O'nun şahsında, Allah'ın insanlığa seslenişi. En yüce makamın, en seçkin elçi aracılığıyla, kullarına yol ve yöntem gösterişi.
Tövbe Suresi ayet 71'de, mümin kadınlara ve erkeklere, yapmaları gereken şeyi söylemiş. "İyiliği teşvik edip, kötülüğü engelleme" sorumluluğunu yüklemiş.
Nahl Suresi ayet 125'e bakanlar, bunu nasıl yapacaklarını anlıyorlar. Orada, "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et" mesajı var.
Bunun özü, özeti; "güzel ahlak". Duygularımızla, düşüncelerimizle, davranışlarımızla; hayatı iyi, güzel, doğru yaşamak.
Allah (cc), Kalem Suresi ayet 4'de, Peygamber (sav) Efendimize hitap ederek; "Sen, şüphesiz yüce bir ahlak üzeresin" diyor. O da ashabına ve ümmetine seslenerek; "güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğini" söylüyor.
Nisa Suresi ayet 135'den anlıyoruz ki, güzel ahlakın içinde; "hakka ve hakikate uygun davranmak, adaleti titizlikle ayakta tutup hâkim kılmak, kendimizin ve yakınlarımızın aleyhinde olsa bile gerçeğe uygun şahitlik yapmak" gibi özellikler var. Hislerimize uyup bu çerçevenin dışına çıkarsak, çekingenlik yapıp sorumluluk üstlenmekten kaçarsak "Allah, yaptığımız ve yapmadığımız her şeyden haberdar".
Resulullah (sav); her zaman, her yerde, herkese karşı, adil olma hassasiyeti göstermiş. "Allah'a yemin olsun ki; Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapsa, O'nun da elini keserim" demiş.
Güzel ahlak Allah'ın emrine, Peygamber'in sünnetine uymayı ve doğru, dürüst, güvenilir olmayı gerektirir. Ahzap Suresi ayet 70'de; böyle kimselerin, "işlerinin düzeltileceği ve günahlarının affedileceği" belirtilir.
Konuyla ilgili hadislerden anlaşıldığına göre; "Kişinin kalbinde iman ile küfür, doğrulukla yalancılık, emanet ile hıyanet bir arada bulunmaz". Ayrıca ve ilaveten; "Konuştuğu zaman yalan söyleyen kimse, Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla iman etmiş olmaz".
Güzel ahlak sahipleri; dilleriyle tebliğ ettikleri şeyleri, halleriyle de temsil ederler. Allah'ın emrine, Peygamberin sünnetine uygun olan ve "insanlığın yegâne kurtuluş reçetesi" olduğu belirtilip "dosdoğru yol" diye tanımlanan ideal hayat modelini; ilim-iman-amel-tavır bütünlüğü içinde, yaşayarak yahut uygulayarak gösterirler.
Allah (cc), Saf Suresi ayet 2-3'te; "Ey iman edenler! Siz niçin, kendi yapmayacağınız şeyleri başkalarına söylüyorsunuz?" diye soruyor. Arkasından; "Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah indinde çok çirkin bir davranıştır" diyor.
Reşit halifelerden Hz. Ömer'in, bu noktaya gelenlerin hal ve gidişlerini özetleyen bir sözü var. "İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar".
İçinde bulunduğumuz çağ, derin uykusundan uyanmak ve karabasanlarla dolu kâbusundan kurtulmak için kutlu bir günün şafağında, yeni bir "ümit ve güven seslenişi" bekliyor. Ancak, bu şerefli göreve talip olanların; asrın idrakine sunacakları hayat iksirinin terkibini de kullanma kılavuzunu da "önce kendilerinin idrak etmeleri" gerekiyor.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.