İnsanların ve toplumların, oluşma-gelişme süreçlerini etkileyen pek çok unsur var. Gerek sosyal bilimler, gerekse fen bilimleri alanında araştırma yapanlar; daha çok kendi pencerelerinden bakarak, muhtelif tespitlerde bulunuyorlar.
Bir kavle göre; aile, toplum ağacının hem tohumu, hem toprağı gibidir. Hayatın ana unsuru olan insan; orada oluşur, gelişir, şekillenir.
Onun için, atalarımız; "Beşiği sallayan el, dünyaya hükmeder" demişler. Sonra gelen torunları ise; "Tarihe yön verenler; anneler, anneler, anneler" tespitini eklemişler.
Asırlar önce, eski Afrikalılar; "Bir insan yetiştirmek için, bir köy kurmak gerekir" diyormuş. Bu öngörüleri; nesilden nesle intikal ederek, zamanla veciz bir atasözü olmuş.
Şimdi o ölçek; ilçe, il, ülke, bölge sınırlarını bile aşıp dünyayı içine aldı. Ulaşım, iletişim ve etkileşim araçlarının ileri derecede gelişmesi sonucu; gezegenimiz, "küresel köy" oldu.
Artık herkes herkesi, her şey her şeyi daha kolay etkileyebiliyor. Dünyanın bir ucundaki hafif rüzgâr, öteki ucunda fırtına haline gelebiliyor.
Modern zamanlarda; "İnsanlar şehirleri, şehirler de insanları inşa eder" fikri çokça kabul gördü. Araştırmacılar, bilim adamları, aydınlar, yöneticiler; içinde bulunduğumuz çevrenin ve ortamın ürünü olduğumuz kanaatine vardı.
Ana rahminden mezara kadar; sosyal, kültürel, fiziki çevreden etkileniyoruz. Bu etkilenmenin sonucu olarak, şimdi olduğumuz hale geliyoruz.
Aklımız, ruhumuz, bedenimiz olumlu ya da olumsuz yönde etkileniyor. Duygularımız, düşüncelerimiz, davranışlarımız oluşup gelişiyor; benliğimiz, kimliğimiz, kişiliğimiz şekilleniyor.
Bu konuda değerlendirme yapanlar; İbn Haldun'a atfedilen bir sözü çokça kullanıyorlar. O'nun Mukaddime adlı eserinde yer alan ve "Yaşadıkları çevre, ortam, iklim şartları, beslenme alışkanlıkları insanları; insanlar da toplumları şekillendirir" diye özetlenen tespitlerini okuyup yorumlayanlar; "Coğrafya kaderdir" sonucuna varıyorlar.
Türkçede, bu sözü ilk defa ünlü romancı Ahmet Hamdi Tanpınar kullanmış. Demek ki, O da aynı sonuca varmış.
Bir de "Tarihî Coğrafya" denklemi içinde bazı değerlendirmeler yapılıyor. Zaman, mekân, insan, toplum, olay, durum ilişkisi kurularak; "coğrafyanın tarihe etkisi ve tarihin coğrafya içinde şekillenişi" anlatılıyor.
Sonuç olarak, "coğrafya kaderdir" deniyorsa. İlaveten, "tarihin coğrafya içinde oluşup geliştiği" söyleniyorsa.
Devlet ve millet olarak; tarihimizi ve coğrafyamızı iyi okumamız, anlamamız, kavramamız gerekir. İç içe geçmiş bu iki muazzam kitaba iyi bakarsak; varlığımızı devam ettirmemizin ve var ediliş amacımızın oluşturduğu görevleri yerine getirmemizin yolunu, yöntemini gösterir.
Zihinleri, gözleri, gönülleri açık olanlar; kaçınılmaz gerçeğin farkına varacaktır. Sayfalardan, satırlardan elde edilecek çıkarımlar; "geçmişin hal beyanı-geleceğin yol beyanı" olacaktır.
Bugün, tarihe yön veren olayların yaşandığı ve yaşanacağı Anadolu Yarımadası'nın sahipleriyiz. Üç kıta yedi denizde, altı yüz yıldan fazla hüküm süren; yirmi iki milyon kilometre karelik bir coğrafyaya huzur ve güven götüren; dünyanın en büyük, en önemli, en devamlı siyasal organizasyonlarından biri olarak bilinen Devlet-i Aliye-i Osmaniye'nin varisleriyiz.
Şimdi, bu gönül coğrafyasının içinde; nice devletler ya da devletçikler var. Büyük bir çoğunluğu, belki de tamamı; nesilden nesle intikal eden bilgilerle, himayemiz altında geçirdikleri yılları özlüyorlar.
Zalimin zulmü; gidebileceği yere kadar gitti, çıkabileceği yere kadar çıktı. Savaşlar, sömürüler; çiğneyip geçtikleri ülkeler ve toplumlarla birlikte, şeytanın adamlarının sihirli saltanatlarını da yaktı, yıktı.
Gündüzden sonraki gece gibi gelen, bizden sonra yeryüzünün hâkim gücü olan Batı medeniyeti ve mensupları; en son Gazze'de, öldürürken öldü ve ölüyor. Ateş yağmuruna tuttukları masumlar, yeni bir dirilişin tohumu ve toprağı olurlarken; onlar, insanlık tarihinin çöplüğüne gömülüyor.
Başta Türk-İslam dünyası olmak üzere; mazlum ve mağdur ülkeler, toplumlar bize bakıyor. Tarih yeniden ve kendi coğrafyası içinde; bu milleti, dünyanın ve insanlık âleminin hadimi yapma yönünde akıyor.
Zamanın ruhu, yeni bir kader tayin etmekte. Bir asır önce, küçük bir adada, sığ bir kıyıda karaya oturtulan devlet ve millet gemimiz; tamiri-bakımı yapılmış olarak denize inip, büyük okyanuslara doğru gitmekte.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzüncü yılında; geleceğe daha büyük bir ümitle ve güvenle bakmalıyız. Türkiye Yüzyılı gerçek olsun, yeryüzüne kalıcı huzur ve güven gelsin diye; evimizde ve ailemizde, ülkemizde ve toplumumuzda, dünyamızda ve insanlık âleminde "bugün dünden, yarın bu günden daha iyi olma" seferberliğine çıkmalıyız.
Zekeriya Erdim