Arama

Zekeriya Erdim
Ekim 24, 2023
Savaş ve barış gönüllüleri

İnsanlık tarihi boyunca; adına "savaş" dediğimiz çatışmalar da "barış" diye nitelendirdiğimiz uzlaşmalar da hep olmuş. Bu iki hal ve durum; gece ile gündüz gibi peş peşe gidip gelmiş.

Kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar; ya sahip oldukları şeyleri korumak, ya daha fazla şeye sahip olmak için savaşmışlar. Kimileri, hakkın hâkimiyetini sağlayıp adil düzen kurmak; kimileri, batılın hâkimiyetini sağlayıp zulmü payidar kılmak için uğraşmışlar.

Bizim dilimizde ve kültürümüzde; kışlalarda talim yapanlara, sınırlarda nöbet tutanlara, dosta huzur ve güven getirmek için sefere çıkanlara, düşmana karşı koymak için canı pahasına savaşanlara "asker" deniyor. Konumlarına, durumlarına göre; birkaç guruba ayrılarak tasnif ve tarif ediliyor.

Vatan, millet borcu olarak belirli süreler içinde görev yapanlar; "zorunlu askerler". Genelde barışı korurlar ama gerekirse şehit yahut gazi olmayı göze alarak savaşa da girerler.

Askerliği iş edinenler, meslek haline getirenler; "muvazzaf subaylar". Savaşta ve barışta, cephede ve karargâhta; yönetim, organize, komutanlık görevlerini onlar yaparlar.

Son yıllarda, giderek daha fazla miktarda; bizde "bedelli askerlik", başka ülkelerde "paralı askerler" icat oldu. Yerli ve yabancı kimselerden oluşan, vatan-millet müdafaası için değil para için görev yapan, devletin değil patronun emri altında olan özel askerlik ya da güvenlik şirketleri kuruldu.

Bütün bunların dışında bir kategorinin daha olduğunu biliyoruz. Kendi istek ve iradesi ile orduya katılanlara, barışı korumak için nöbet tutanlara, cephede görev almak için sefere çıkanlara, hiçbir karşılık beklemeden savaşarak şehit ya da gazi olanlara; "gönüllü askerler" diyoruz.

Yakın ve uzak geçmişimizde, dini ve milli tarihimizde bolca örnekleri var. Zor zamanlarda; destekleyici, tamamlayıcı ve kolaylaştırıcı olmuşlar.

İslam dininin ortaya çıkışı ve yayılışı sırasında, müşriklere karşı savaşanlar; düzenli askeri birliklerden ziyade, kendi isteğiyle gelenlerden oluşuyordu. Eli silah tutan müminler; "cihat" çağrısını duyunca cepheye koşuyordu.

Mısır'ın ve Suriye'nin Sultanı Selahattin Eyyubi'nin ordusunda da yardımcı kuvvet olarak mahalli milisler ve gönüllüler vardı. Haçlılara karşı verilen ve Kudüs'ün fethi ile sonuçlanan savaşta önemli bir rol oynamışlardı.

Selçuklu ordusunda; muvazzaf askerlerin yanında, yardımcı kuvvet olarak, gönüllü askerler de vardı. Barışta da savaşta da görev yapıyorlardı.

Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılışını takip eden beylikler döneminde; ilk askeri güçlerin tamamını gönüllüler oluşturmuştu. Osmanlıların başat görev üstlenip, diğer beylikleri de etrafında toplayarak yeni bir devlet çatısı altında birleştirmesinden sonra; gönüllü guruplar için, özel bir askeri teşkilat kurulmuştu.

1876 Yılının Temmuz ayında Sırbistan ve Karadağ Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiğinde; yurdun her yanından harekete geçen gönüllüler, cepheye gitmek için, akın akın ordu teşkilatının kapısına geldiler. Kısa bir hazırlık sürecinden sonra, silahlandırılıp kıtalara gönderildiler.

1979-1989 Yılları arasında, Sovyet Rusya'nın işgal kuvvetlerine karşı verilen Afgan Savaşı sırasında; Türk-İslam dünyasının devletleri ve toplumları sorumluluk hissetti. Siyasi, askeri ve diplomatik girişimlerden bağımsız olarak; çok sayıda gönüllü, kan ve din kardeşlerine destek için cepheye gitti.

1992-1995 Yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı sırasında da aynı şey oldu. AB ülkelerinin doğrudan ya da dolaylı destekleri ile korkunç bir soykırım suçu işleyen Sırp canilerine karşı; Türk-İslam coğrafyasından gelen gönüllüler de cephede yerini aldı.

1994-1996 Yılları arasında, Sovyet Rusya'nın saldırısıyla başlayan Birinci Çeçen Savaşı ve daha sonra 1999-2009 yılları arasında gerçekleşen İkinci Çeçen Savaşı sırasında da duyarsız olmadık. Çeçenistan'ın varlık mücadelesine, gönüllü destek vermekten geri durmadık.

2020 Yılında, Ermenistan'ın işgaline son vermek için başlatılan ve Azerbaycan'ın zaferi ile sonuçlanan Karabağ Savaşı; bizim de savaşımız oldu. Türkiye, gönüllü olarak, dost ve kardeş ülkenin yanında yerini aldı.

Tarih boyunca, gittiğimiz her yere barışı götürdük. Zalime karşı koyduk, zulme son verdik; huzur ve güven iklimini getirdik.

Dünyanın gündeminde, bir de "Barış Gönüllüleri" var. Ellerinde zeytin dalları ile gidip, fitne-fesat tohumları ekiyorlar.

Suladıkları, belledikleri, gübreledikleri yerlerde; zulüm, işkence, azgınlık, sapkınlık, kriz, anarşi, iç savaş, işgal ağaçları büyüyor. Kalkındırmayı vadettikleri devletler ve toplumlar çöküyor; doyurmayı vadettikleri bebekler, çocuklar, gençler, yetişkinler, yaşlılar açlıktan, susuzluktan, hastalıktan, ilaçsızlıktan, mallarına ve canlarına kasteden canavarlıktan, insafsızlıktan, canilikten, vicdansızlıktan ölüyor.

1961 Yılında kurulan, Amerikan emperyalizminin sivil silahı ve demir yumruğun kadife eldiveni gibi kullanılan Barış Gönüllüleri; 1962 yılında Türkiye'ye de geldiler. Resmi kayıtlara göre 1460 kişiden oluşan özel görevli ajan provokatörler; 10 yıl boyunca, bölgelerden illere ve ilçelerden köylere kadar, toplumun kılcal damarlarına girdiler.

Ülkemizdeki varlıkları, gelişlerinden üç yıl sonra, 1965 yılında onaylanıp Resmi Gazetede yayınlandı. Kendi vatandaşımız aldığı maaştan ve elde ettiği ticari kazançtan devlete pay verip vergi öderken; onlara, sınırsız muafiyetler tanındı.

Ancak, Anadolu topraklarında umduklarını bulamadılar. Başımıza nice dertler açtılar ama başka ülkelerde ve toplumlarda aldıkları sonuçları bizde alamadılar.

Şimdilerde, ektikleri "barış" tohumları, Filistin'de yeni bir savaşa dönüştü. Terör devleti İsrail, yerden ve gökten ateş yağdırdı; nice masum canlar toprağa düştü.

Dünyaya ve insanlık âlemine, "ismi ile müsemma" İslam dininden başka barış, huzur, güven getirecek inanış ve yaşayış mevcut değildir. Böyle bir sonuç; ancak ve ancak, Müslüman devletler ve toplumlar da "adı gibi" olduğu zaman gerçekleşebilir.

İşte bu büyük derdin ve davanın, gönüllüleri olabiliriz. Barışı korumak için savaşa hazır olmak üzere: Sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik cephelerden birinde yerimizi alabiliriz.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN