Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te bir araştırma laboratuvarı, sözde hastalık ve ilaç araştırmaları yapan bir laboratuvar olarak empoze ediliyor; ancak iddia o ki aslında burada ölümcül silah deneyleri yani biyolojik silah deneyleri yapılıyor. Bu deneylerde ise fareler değil, insanlar kullanılıyor. İddiayı ortaya atan ise, Gürcistan'ın Eski Ulusal Güvenlik Bakanı Igor Giorgadze…
Türkiye'de şarbon paniği yaşanan günlerde Rusya, Gürcistan'da ABD tarafından inşa edilen Richard Lugary Halk Sağlığı Araştırma Merkezi laboratuvarında ölümcül testler yapıldığını iddia etti. Rus kanalına çıkan eski bakan Giorgadze, yüz binlerce belge gösterdi. O belgelerden birinde sivrisineklere monte edilen ve bu sayede sineklerin uydudan yönlendirilmelerini sağlayan bir elektronik devre patenti yer alıyor. Böylelikle sivrisinekler, ölümcül patojenler, mikroplar taşıyan birer katil drone haline dönüşüyor. Bir diğeri ise çekirdeğindeki parçacıklar kana karıştığı zaman felç bırakan mermi patenti… Bütün bu ölümcül icatlar kâğıt üzerinde halk sağlığı araştırmaları yapan bu laboratuvarda geliştiriliyor.
Laboratuvarda, 2015'in Aralık ayında 30 kişinin Hepatit C tedavisi sırasında öldüğünün tahmin edildiğini ifade eden Giorgadze, 2016'nın Nisan ayında 30, Ağustos ayında da 13 kişinin öldüğünü, ölüm hanesinde 'bilinmiyor' yazıldığını ama bu ölümlerle ilgili soruşturma yapılmadığını aktardı. Eski bakan, ölen insanların isimlerinin de belirtilmediğini, sadece numaraları, doğum tarihleri ve cinsiyetlerinin yazıldığını belirtti. Bu ölümlerin, Hepatit C'ye karşı mücadele bağlamında meydana geldiğini ileri süren Giorgadze, 'tedavide' bazı hastalara uygun olmayan ilacın verildiğini ileri sürdü. İşte ABD'nin ölüm laboratuvarları ve biyolojik savaş gerçeği…
Biyolojik savaş, zehirli maddeler kullanılarak insan, hayvan ve bitkilerin öldürülmesi ya da etkinliklerinin kısıtlanmasına yönelik bir savaş yöntemidir. Entomolojik savaş da biyolojik savaşın alt türlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
BİYOLOJİK SAVAŞ AJANLARININ TARİHTE İLK KULLANIMI
En korkunç silahlar sıralamasında nükleer silahları alt edebilecek etkilere sahip biyolojik silahlar, kendilerinden II. Dünya Savaşı'nda sıkça söz ettirmişlerdir. Kurbanlarına çektirdikleri acı, tespit edilmelerindeki zorluk, yayılma hızları, maliyetleri bir biyolojik ajanın silah olarak tercih edilmesindeki kriterlerden birkaçıdır. Biyolojik savaşın milattan önceki dönemlere kadar uzanan bir geçmişi vardır. O dönemlerde hastalıktan ölmüş hayvan ya da insan bedenleri çoğunlukla düşman su kaynaklarını kirletmek amacıyla kullanılıyordu. Antik dönemde, İskitli okçuların oklarını hastalıktan ölmüş canlıların bedenlerine batırarak atmaları ilkel biyolojik savaş taktiklerinden biriydi. Ayrıca Kartacalı Hannibal'ın Eurymedon Savaşı'nda, zehirli yılanlar kullandığına inanılır.
İlk olarak Tatarların Kaffa şehrini işgali sırasında şehir sularına ölü vebalı kişilerin atılması ile suların kontamine edilmesi, takiben birçok insanın veba nedeniyle hayatını kaybetmesi tarihte ilk kez biyolojik savaş ajanlarının kullanımı olarak bilinir. Takiben, Amerika kıtasının işgali sırasında yerli halka karşı çiçek virüsü biyolojik silah olarak kullanıldı. II. Dünya Savaşı'nda ise bazı cephelerde ve esirler üzerinde biyolojik silahların kullanıldığı bilinir. Günümüzde biyolojik silahlar, birçok ülkenin elinde mevcut. Çiçek virüsü gibi dünyadan eradike edilmiş bir virüs bile, sınırlı sayıdaki medikal merkezde halen saklanır. Canlı mikroorganizmalar ve/veya sporları biyolojik silah olarak kullanılabileceği gibi, bu organizmaların ürettiği toksinlerin de biyolojik savaş ajanı olarak kullanılma olasılığı bulunmaktadır.
Daha sonraki yıllarda da, biyolojik savaş ajanları üzerinde ABD ve Sovyetler Birliği'nde pek çok araştırma yapıldı. 1972'de Küba, Amerikan Merkezî İstihbarat Teşkilatını (CIA) 500.000 kadar domuzun ölümüne neden olan "domuz ateşi virüsü (swine fever virus)"nü yaymakla suçlamıştır. 1979'da ise, Washington Post ABD'nin Küba'ya karşı olan biyolojik savaş programını açıklamıştır. 1980-1981 yıllarında, yine ABD Miami'de ve Porto Rico'da pek çok Haitili erkek göçmende jinekomasti görülmüştür ve bu göçmenler, ülke girişlerinde çeşitli enjeksiyonlardan geçtiklerini söylemişlerdir. Bu deneklere hormon verildiği iddia edilir.
MODERN BİYOLOJİK SAVAŞ
I. Dünya Savaşı'nda zehirli gazların kullanılması, bilimin karanlık tarafını ortaya çıkarmıştı. II. Dünya Savaşı ise tam anlamıyla bilim insanlarının savaşıydı. Amerika, 1941'de gelen Japon saldırısıyla II. Dünya Savaşı'na dâhil olduktan bir yıl sonra Aralık ayında Washington'da bilim insanlarının da katıldığı gizli bir toplantı düzenledi. Aldıkları istihbarata göre Almanya, müttefikleri İngiltere'ye biyolojik bir saldırı planlıyordu. İngilizler, Amerikan'ın biyolojik silah desteğini talep ederken Qruinard adında bir İskoç adasında gizli, hayvan deneylerine başlamışlardı. Deneyler oldukça basitti. Havaya şarbon virüsü veriyorlardı, bir kilometre uzaklıkta rüzgâr yönünde yerleştirilen koyunlar ise denek olarak kullanılıyordu.
1943 baharında başkan Franklin Roosevelt'in emriyle Amerikan Biyolojik Silah Programı hayata geçirildi. Ülkenin eyaletlerinden biri olan Maryland'de Fort Detrick adlı merkezde, gönüllü bilim insanları maksimum güvenlik tedbirleri altında fareler ve maymunlar kullanarak çalışmalara başladılar. Ancak Fort Detrick'teki bilim insanların bu organizmaların insanlar üzerindeki etkilerini tahmin edemiyorlardı. Bu sırada istihbarat birimleri Japonya'nın bir süredir biyolojik silah çalışmaları yaptığını düşünüyordu. Japon yazışmalarında sürekli olarak Shiro Ishii ve 731. Birim'den bahsediliyordu. Konunun üzerine gittiklerinde çok çarpıcı ayrıntılar ortaya çıktı.
731. Birim, Çin'in o dönemde Japon işgalinde olan Pinfang bölgesinde, 1937-1945 yılları arasında General Shiro Ishii tarafından yürütülen 3000'in üzerinde kişinin birim içi deneylerde, yaklaşık 12000 kişinin ise dış saha deneylerinde hayatını kaybetmesine neden olan Japon Biyolojik Savaş programının merkeziydi. Bölgedeki Çinli köylüler toplatılarak, özellikle şarbon ve veba deneylerinde kullanılıyordu. Hasta denekler cam kafesler içinde ölene dek gözlemleniyordu. Ancak Amerikan hükümetinin dikkatini çeken şey 731. Birim'deki çalışmaların büyük bir titizlikle kaydedilmesiydi. Nihayetinde Amerikan hükümeti bu istihbaratı kendi lehine çevirmek amacıyla Shiro Ishii ile bütün deney verilerine karşılık, o ve çalışanlarının savaş suçlarından muaf tutulacağını belirten bir anlaşma yaptı. Amerika istediği insan verilerine sonunda sahip olmuştu. Ancak Amerikan biyolojik silah çalışmalarına, 1945'te hükümetin ilgisi bir anda azaldı. Önce Hiroşima ve ardından Nagazaki ile tarih sahnesine çıkan atom bombası, biyolojik silahları gölgede bırakmıştı.
ZARARSIZ MİKROORGANİZMALARLA KİTLE TESTLERİ
Silahlanma paranoyası biyolojik silahların soğuk savaş döneminde yeniden ortaya çıkmasına neden oldu. Zaman içinde Japonlardan aldıkları bilgilerin yetersiz olduğu fark edildi. Amerika insan deneylerini kendisi yapmak zorunda kalmıştı. Gönüllü kişiler ve maymunlar üzerinde Utah'ta çöl denemeleri yapıldı. İnsan denekler kullanıldığında bulaşıcı olmayan hastalıklar tercih ediliyor ve hastalar iyileştiriliyordu. Biyosilahlar taktiksel olarak uzun süreli hastalığa sebep olan mikroorganizmalardan seçilir, bunun nedeni savaşlarda ölen askerler geride bırakılırken, hasta askerlerin orduyu meşgul etmesidir. O dönemlerde yetkililer bir yandan devletin haberi olmadan Chicago gibi kalabalık şehirlerinde zararsız mikroorganizmalarla kitle testleri yapıyor, bir yandan da halk Sovyetlerden gelebilecek biyolojik tehlikelere karşı uyarılıyor, eğitiliyordu. Biyolojik silahlar artık gerçekti.
Şubat 1969'da bir kaza haberi yayıldı. Utah'ta yüzlerce koyunun sinir gazı nedeniyle öldüğü iddia edildi. Hükümet bölgede kimyasal ve biyolojik silah çalışmaları yaptığını itiraf etti. Biyolojik silah stratejileri tekrar gözden geçirilmeye başlandı. Bu tür silahların kontrol altında tutulması çok zordu ve halkı tedirgin ediyordu. Aynı yılın Kasım ayında başkan Richard M. Nixon, Fort Detrick'ten yaptığı bir konuşmayla Amerikan Biyolojik Silah Programını kesin olarak sonlandırdı. 1925 yılında dünya genelinde imzalanan, biyolojik ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre protokolü Amerikan devleti tarafından henüz onaylanmamıştı, ilk olarak 1972'de biyolojik silah sınıfını tamamen yasaklayan Biyolojik Silahlar Konvansiyonu imzalandı ve ardından 1975'te Cenevre Protokolü onaylandı.
O yıllardan sonra tartışmalı kaynaklara göre bu tür silahların üretimi devam etti. 1974-1981 yılları arasında Laos, Kamboçya ve Afganistan'da uçaklarla insanların üzerine bırakılan "Sarı Yağmur" adlı trikotesen(küf mantarları tarafından üretilen toksik bir madde) binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. Son olarak, geçtiğimiz yüzyılın sonlarında Irak, biyolojik silah programıyla gündeme geldi.
BİYOLOJİK SİLAHLAR NEDEN TERCİH EDİLİYOR?
Biyolojik silahlar, biyolojik ajanlar olarak da adlandırılan patojenlerden yani hastalık yapıcı mikroorganizmalardan veya maddelerden oluşur. Minimum lojistik çabayla çok yüksek etki oranlarına sahiptirler. Örneğin, 50 kilogram şarbon sporu, kapalı bir stadyumun havalandırma sistemine verildiğinde bir saat içinde yaklaşık 75.000 kişiyi hasta edebilir.
Hava yolu ile de yayılabilen bu mikroorganizmalar, aerosol bulutları içerisinde hemen hemen görünmezdirler. Bunun yanı sıra su ve besin kaynaklarına karıştırılarak da kullanılabilirler. Ancak modern su arıtma sistemlerinin bu tür saldırıların etkilerini azaltacağı düşünülmektedir.
Biyolojik silahların etki gösterebilmesi için uygun ortam şartlarına ihtiyaç vardır. Örneğin; hava yolu ile yayılan bu tür silahlar genellikle gece saatlerinde veya sabah erken saatlerde kullanılır. Burada amaç UV ışınlarının negatif etkilerinden kaçınmak olduğu gibi mikroorganizma barındıran gazların soğuk hava nedeniyle hedef canlının bulunduğu alçak rakımlarda yol almasıdır.
Bu tür silahlar elbette kullanıcısına da zarar verebilir. Dikkatsizce alınan taşıma ve depolama önlemleri ya da yön değiştiren rüzgâr ile bu tür silahlar tarafların her biri için oldukça tehlikelidir. Diğer yandan hastalıklar, belirtileri ortaya çıkana kadar binlerce kişiye bulaşabilir. Bunun sebebi patojenlerin kuluçka dönemleridir. Olası terör saldırılarında, saldırganlara daha fazla yayma ve kaçma imkânı vereceğinden uzun kuluçka dönemine sahip ajanlar kullanılacağı öngörülmektedir. Kuluçka dönemi süresince binlerce hatta milyonlarca kişiyi etkileyebilecek ve tespit edilmesi zor olan bu silahların, aniden ortaya çıkan belirtileri medikal yardım kapasitelerinin hızla aşılmasına ve toplumsal paniğe sebep olur.
HASTALIK YAPICI VEYA ÖLDÜRÜCÜ AJANLAR
Patojen mikroorganizmalar biyolojik olarak üretilen biyo-aktif maddeler insan, hayvan ve bitkilerde ölüm ve hasar meydana getirmek amacıyla, tarihin eski çağlarından beri kullanıldı. Günümüzde biyolojik savaş kapsamında kabul edilen bu hastalık yapıcı veya öldürücü ajanlar artık terörist gruplar tarafından da bir tehdit unsuru olarak kullanılmaya başlandı. Biyolojik ajanlar kimyasal ajanlardan daha fazla öldürücü olma potansiyeline sahip. Çünkü tabiatta bulunurlar, kolaylıkla temin edilebilme ve üretilebilme özellikleri vardır.
Ajanlar üç bölümde incelenebilir:
1.Hastalık, kapasitede azalma, ölüm ve vb. ile insanları etkileyenler. Örneğin; protozoa, bakteri, virüs, bakteri toksini, riketsiya gibi.
2.İnsanlarla yakın ilişkide bulunan yabani ve evcil hayvanları etkileyerek bunların enfeksiyon yaymasına neden olanlar. Örneğin veba, kuduz, antraks, burucella, leptospirozis gibi.
3. Ziraat ürünleri ve araçlarını etkileyerek indirekt olarak insana zarar verenler. Örneğin bitki, hormonlar, virüs, böcekler, bakteri gibi.
BİYOLOJİK SAVAŞ AJANLARININ OLUŞTURDUĞU HASTALIK BELİRTİLERİ
Şarbon: Kuluçka süresi genelde 1-6 gündür. Belirti ve şikâyetler ateş, yorgunluk, öksürük, zorlu ve sesli solunum ve ciddi solunum sıkıntısıdır. Ölüm 24-36 saat sonra olur.
Brusella: Hastalık ortaya çıkınca ateş, baş ağrısı, kas, eklem, sırt ağrıları, terleme ayrıca depresyon, mental durum değişiklikleri vardır. Ölümler yaygın değildir.
Veba: 1-6 günlük kuluçka süresinden sonra başlayarak yüksek ateş, titreme, baş ağrısını takiben kanlı balgamlı öksürük, ilerleyen solunum güçlüğü, zorlu ve sesli solunum, morarma ve sindirim sistemi ile ilgili şikâyetler vardır. Ölüm solunum ve dolaşım yetmezliğinden ya da kanama bozukluklarından olur.
Q ateşi: Maruziyetten en erken 10 gün sonra ateş, öksürük, yan ağrısı oluşur. Hastalar genellikle hayati tehlike açısından kritik durumda olmazlar. Hastalık 2 gün ile 2 hafta arasında sürer.
Tularemi: Solunum, sindirim veye cilt yoluyla ajanla karşılaşmadan 1-2 gün sonra başlayan lenf bezlerinde büyüme, ciltte yara, ateş baş ağrısı, halsizlik, öksürük ve yara açılması.
Çiçek: Belirtiler ateş, kusma, baş ve sırt ağrısı gibi genel şikâyetlerle başlar. 2-3 gün sonra ciltte önce kırmızı lekeler sonra kabarcıklar ve takiben içi enfekte sıvı dolu kesecikler oluşur. Cilt belirtileri daha çok kollar, bacaklar ve yüzde toplanmıştır ve simetrik yerleşmiştir.
Venezüella ensefalopatisi: 1-6 günlük kuluçka süresinden sonra 24-72 saat süre içinde ateş, ense sertliği, baş ve kas ağrıları başlar, bu şikâyetlere bulantı, kusma, ishal eşlik eder.
Botulizm: Belirtiler toksinin alınmasından 12-36 saat sonra başlar. Düşük dozda alındıysa belirtilerin başlaması bir kaç günü de bulabilir. Şikâyetler bulanık görme, çift görme, göz kapağı düşüklüğü, ağız ve boğaz kuruluğu ve yutma güçlüğü, genel kas güçsüzlüğü ve son evrede solunum yetmezliğidir.
Risin: Toksinin alınmasından 4-8 saat sonra ani yükselen ateş, öksürük, solunum sıkıntısı, bulantı, eklem ağrıları başlar.18-24 saat içinde akciğer ödemi oluşur ve 36-72 saat içinde solunum yetmezliğinden ölüm olur.
Stafilokoksik enterotoksin: Toksinin alınmasından 3-12 saat sonra ani başlayan üşüme ve titremeyle beraber olan ateş, baş ağrısı, kas ağrısı ve kuru öksürükle ilerler. Göğüs ağrısı olabilir. Ateş 2-5 gün sürebilir, öksürük 4 haftaya kadar devam edebilir. Eğer toksin yutulduysa bulantı, kusma ve ishal görülebilir. Yüksek dozda toksin alındıysa septik şok ve ölüm olur.
Mikotoksin: Toksin alınmasını takiben ciltte ağrı, kaşıntı, içi su dolu kabarcıklar oluşur. Boğaz ağrısı, öksürük, göğüs ağrısı ve kanlı balgam görülür. Yüksek dozları genel güçsüzlük, şok ve ölüme yol açar.
Biyolojik silahların dört önemli bileşkeni vardır; biyolojik ajanlar, posta sırasında taşındığı kutu, taşıma sistemleri roketler, hava yolu, tren yolu, yayılma…
BİYOLOJİK SAVAŞ AJANLARINA KARŞI TEDBİRLER
Biyolojik savaş ajanlarının kullanılması halinde Sağlık Personeline çok önemli görevler düşmektedir. Böyle bir durumda bir salgın sırasında yapılacak bütün uygulamalar ve veriler sistemli olarak yerine getirilmelidir. Etkenin bulaşma yolu ( hava, su, gıda ve hayvanlar yolu ile veya kişiden kişiye temas ile) belirlenmeli, ilk görülen vakadan sonra onunla temas eden kişilerde de aynı hastalık bulgularının çıkıp çıkmadığı izlenmelidir. Etkene ne zaman maruz kalındığı mümkünse belirtilerin ne kadar sürede ortaya çıktığı soruşturulmalıdır. Etkeni belirleyebilmek amacı ile gerekli incelemeleri yapmak üzere hasta kişilerden inceleme materyali (kan,idrar,dışkı,boğaz, yara çürüntüleri gibi) alınmalıdır. Eğer hastalık aniden başlayıp pek çok kişide görüldü ise tek kaynak salgınından (su gibi pek çok kişinin kullanıldığı bir maddenin kontaminasyonudur.) kuşkulanılmalıdır. Biyolojik savaşta olguların epidemiyolojik özellikleri tanı, tedavi ve tedbir almada çok önemli ipuçları sağlar. (FABAD, Biyolojik Savaş Ajanları: Tarihçeleri, Patofi zyolojileri, Tanıları, Tedavileri ve Önlemler; Açık Bilim, Biyolojik Savaş ve Biyosilahlar)