Ziyari Hükümdarı Keykavus b. İskender'in Kâbusnâme, Keykavus bin İskender'in M. 1082 yılında oğlu Gîlân Şah için kaleme aldığı nasihatname- siyasetname türünde Farsça bir kitaptır. Kırk dört bölümden oluşan bu eserde hayatın her alanında kullanılabilecek yararlı ve gerekli bilgiler verilir.
Günümüzde Fars dili ve edebiyatının seçkin nesirlerinden biri olarak kabul edilen Kâbus-nâme, müellifin eseri oluşturma amacı ve sebebini anlattığı bir mukaddime ile başlar.
KÂBUS-NÂME'NİN KONUSU
Eser, bu mukaddime ile beraber 44 bölümden oluşur. Keykâvus bin İskender, eserinde kendisinden sonra devletin başına geçecek olan oğluna sadece siyaset alanında değil, hayatın hemen hemen her alanında bilgi ve öğütler verdi; hanedanın ve kendisinin başından geçen olayları ve yaşadığı durumları gözlemlerine, izlenimlerine ve büyüklerinden kendisine anlatılanlara dayanarak aktardı. Keykavus ayrıca kendi tecrübeleri yanında eski İran hükümdarlarından ve Yunan filozoflarından veciz sözler, Gazneli, Büveyhi ve Selçuklu dönemi tarihinden örnek hikâyeler nakleder.
Kitaplardaki bölümlerde siyasetten sosyal hayata, dinden ahlaka, hukuktan eğitime, çeşitli meslek hayatlarından sanata kadar hayatın pek çok alanıyla ilgili konular üzerinde öğütler verilir. Allah'ın varlığı ve birliğinden peygamberlik ve peygamberliğin hikmetlerine, anne baba hakkından yaşlılık ve gençliğin getirdikleri/götürdüklerine ayrıca tıp, astroloji, hendese gibi ilimlerle ticaret, avcılık, alışveriş, köle alıp satma, çalgıcılık, satranç gibi konularda bilgi verilmiş ve yemek yeme, içki içme, misafir ağırlama, konuşma ve dinleme gibi hususlarla ile ilgili görgü kuralları anlatılır.
Eser, Moğol istilâsı öncesi İslâm medeniyetinin bir özeti olup bu dönemin siyasî, içtimaî, iktisadî, ilmî, hukukî durumu, eğitim öğretim, sanat ve meslekleri hakkında güvenilir bir kaynaktır.
NİZAMÜLMÜLK'ÜN SİYASETNAME'SİYLE AYNI ÇAĞDA YAZILDI
Nasihat, görgü kuralları, eğitim ve ahlâk, ilimler, meslekler, devlet adamları ve görevleri hakkında bilgi veren Ķābûsnâme, Nizâmülmülk'ün Siyâsetnâme'siyle aynı çağda yazıldı. Aynı zamanda Farsça nesrin seçkin örneklerinden biridir. Kitapta işlenen konular âyet ve hadisler, hikâyeler, hikmetli sözler, atasözleriyle daha anlaşılır hale getirilir. Eser ilk olarak Rızâ Kulı Han Hidâyet tarafından neşredilmiş, daha sonra çeşitli tarihlerde yirmiye yakın baskısı yapılmıştır.
Düşündüklerini hiçbir kayda bağlamadan olduğu gibi anlatması, yapmacıklara kaçmadan, üslûp özentilerine sapmadan konusunu basit fakat sağlam bir ifade ile kavrayıp götürmesi ona İran edebiyatının nesrinde büyük bir yer ayırır.
Orhan Şaik Gökyay; Enderz-nâme, Pend-nâme, Nasihat- nâme gibi adlarla da anılan Kâbus-nâme'nin ismi konusunda bazı belirsizlikler olduğunu söyler.
Kâbus-nâme'de, İslam öncesi nasihat geleneğinin ve Eski Yunan düşünce sisteminin etkisi yoğun olarak görülür. Aristo, Platon, Sokrates gibi filozoflardan ve Eski İran hükümdarlarından yapılan alıntılar, Eski İran tarihinden anlatılan anekdotlar, temeli İslamiyet'ten önceki inanışlara, gelenek ve kültüre dayanan görgü kurallarını anlatan hikmetli sözler ve öğütler; Kuran'dan ayetler, hadisler, İslam büyüklerinin sözleri ile verilir. Bu da Kâbusnâme'nin İran nasihat geleneği içinde İslam'a bürünmüş bir şekli olduğunu gösterir.
Eserini 63 yaşında kaleme alan Keykâvus bin İskender, verdiği öğütleri ve bilgileri somutlaştırmak amacıyla elliye yakın anekdot paylaşır. Bu anekdotlarda hem kendi başından geçen hem akrabalarının anlattığı olaylar yer alır. Ayrıca İran tarihinden de alıntıladığı bazı hikâyelere yer verilir. Bunların yanı sıra kendi kaleme aldığı şiirleri ile başka şairlerin şiirlerini aktarır.
ÇAĞLAR ÖTESİNDEN ÖĞÜTLER
Keykâvus bin İskender, oğlu Gîlân Şah'ın şahsında tüm okuyuculara ahlakî öğütler ve hayata dair pek çok bilgi verir. Oğlunun sağlıklı gelişmesini, hayatta başarılı olmasını dileyen bu bilge devlet adamının tecrübe ve tavsiyelerini, aklî ve naklî delillerle destekleyerek vecize, hatıra ve nüktelerle süsleyerek anlatması, nasihatnamesinin değerini arttırmış; eserin sade ve sağlam üslûbu da geniş halk kitleleri tarafından beğenilerek okunmasına yardım etmiştir.
Avfi Cevami'u'l-hikayat ve levami'u'r-ri'ayatında, Senai Hadikatü'l-hakika'sında Gaffari Bigaristan'ında, Nizami-i Gencevi Hüsrev ü Şirin'inde, Feridüddin Attar Esrarname ve Mantıku't-tayr'ında ayrıca birçok edebiyat, tarih ve din âlimi eserlerinde Kâbus-nameden nakiller yapar.
TÜRK NASİHATNAME GELENEĞİNDE KÂBUS-NÂME
Sade ve içten bir dille kaleme alınan Kâbus-nâme, ilk olarak 1868 yılında Tahran'da Rızâ Kulı Han tarafından neşredilmiş ve daha sonra eserin farklı zamanlarda yirmiye yakın baskısı yapıldı. Eser Almanca, Fransızca, Rusça, İngilizce gibi batı dillerine ve Arapçaya, Çağataycaya ve Kazan Tatarcasına çevrilmiştir. Kâbus-nâme, Batı Türkçesinin ilk devresi olan Eski Anadolu Türkçesi Dönemi'nde farklı mütercimler tarafından altı kez Türkçeye çevrildi. Bunda Türklerin X. yüzyıldan itibaren eski kültür alanlarından ayrılıp Fars ve Arap kültürünün alanına girmesi ile Eski Anadolu Türkçesi Dönemi'nde oldukça fazla görülmeye başlanan tercüme faaliyetlerinin ve Oğuz Türkçesinde temeli atılmaya başlanan nasihat-ahlak edebiyatının etkisi büyüktür. Ayrıca Kâbus-nâme'nin Türkçeye yapılan birden fazla çevirisi, Türk edebiyatında nasihatname geleneğindeki yeri ve önemini ortaya koymaktadır.
Devletin hangi esaslara göre yönetilmesi meselesi Osmanlı siyaset yazarlarınca genişçe işlenen bir meseleydi. Merkezî bürokrasinin giderek güçlenmesi ve devlet içerisinde etkinliğini artırması sonucunda, bürokratların meslekî bakış açılarını ve ihtiyaçlarını yansıtan talepler nasihatnamelerde geniş yer buldu. Nasihatname yazarlarına göre devlet idaresinde konunun uzmanı, akıllı ve bilgili insanlara danışılarak yol alınmalı ve karar verilmeliydi. Bu çerçevede hem Türk devlet geleneğinde hem de İslam siyaset düşüncesinde geniş yer bulan akıl ve meşveret kavramları, Osmanlı siyasal metinlerinde genişçe işlenmiş ve başarılı idarenin anahtarı olarak sunuldu.
Eser, Osmanlılar zamanında ilk defa Fatih Sultan Mehmet'in babası Sultan II. Murad'ın dikkatini çeker. Milletin değer hükümlerini alt üst eden fetret ve kargaşa döneminden yeni çıkılmıştır. Edep, ahlâk, emniyet ve nizamda yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardır. Babası Çelebi Mehmet'in devlet otoritesini temininden sonra, kendisi de manevî sahada bir teşkilatlanmayı üstlenmiştir.
Kâbus-nâme, ahlâkî sahadaki eğitim ve yapılanmayı temin eden eserlerden biridir.
Kâbus-nâme'de akla ve meşverete dayalı idare önemli yer tutar. II. Murad'ın kâtiplerinden Mercimek Ahmed'in Türkçe çevirisinde geçtiği üzere hükümdar "Her işin evvelinde aklına ve bilgisine danışmalı ondan sonra o işi gerçekleştirmeliydi. Zira padişahın vezir-i vüzerası akıl ve bilgindi".
Keykavus'a göre hükümdar kararını alırken aceleci olmamalı ve danışarak her işin gereğini bulmalıydı. Henüz XV. Yüzyıl'da Osmanlı düşünce hayatına giren Kâbus-nâme'nin akla ve istişareye yaptığı vurguyu değerlendirecek olursak, söz konusu kavramların Osmanlı siyaset düşüncesinin ilk dönemlerinden itibaren kullanımda olduğunu söyleyebiliriz.
Tercümelerinden biri 15.yy'da Mercimek Ahmet tarafından yapılmıştır. Türk Edebiyatı'nın son álimlerinden olan Orhan Şaik Gökyay'da 1940'larda elden geçirip yeniden yayınlar.
KÂBUS-NAME'DEKİ ARİSTO FELSEFESİ
Keykavus, Aristo'nun felsefesini benimser. Aristo'nun oluş üzerine düşünceleriyle paralel görüş sergiler. " Eşya değişmektedir, algıladığımız her şey değişiyor. Kimi zaman şu nitelikleri alıyor, kimi zaman başkasını. Öyleyse bu oluşu dikkate açıklarken değişiklik anında baki kalan ama çeşitli nitelikleri alabilen bir şey olması gerekiyor. Aristo bu şeye heyula adını veriyor. Bu ilk maddedir ana elle tutulabilen bir madde değildir sabittir, yok olmaz, çeşitli görüşlere bürünür. Suretsiz madde yoktur, Öyleyse madde nitelik ve suret hep birlikte mevcuttur. Değişmeyi açıklamak için kalıcı ama değişmeyen ama çeşitli görünümleriyle çevremizdeki her an değişebilen âlemi meydana getiren sureti kabul etmek zorundayız."
Keykavus tıp ilminden bahsettiği bölümde, oğluna bütün anlattıklarını ayrıntılı olarak bulabileceği kitapların Calinus'un kitapları olduğunu söyler. Verdiği ikinci isim ise Bukrat'tır. Bukrat, M.Ö. V. yüzyılda yaşaya ve tıbbın babası olarak adlandırılan Hİppokrates'tir. Calinus ise Bergamalı Galenos'tur.
Eserin ismi yazarın ismine atfen bu isimle meşhur oldu.
KĀBUS-NÂME ÇEVİRİLERİ
Birçok dile çevrilen Ķābûsnâme, XIV. yüzyıldan itibaren Türkiye Türkçesi'ne altı defa tercüme edildi. Bu altı tercüme şunlardır:
1. Mütercimi bilinmeyen ilk çeviri
2. Şeyhoğlu Sadrüddin çevirisi
3. Akkadıoğlu çevirisi
4. Bedr-i Dilşâd çevirisi
5. Mercümek Ahmed çevirisi
6. Mütercimi bilinmeyen ikinci çeviri
Tek nüshası sahaf Raif Yelkenci'de iken daha sonra Toronto'da Eleazar Birnbaum'un eline geçen ilk çevirinin XIV. yüzyılın ilk yarısında gerçekleştirildiği tahmin edilir.
Kâbus-nâme'nin ikinci çevirisini Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa, Germiyan Beyi Süleyman Şah adına yapar. Bu çevirinin, Baba Ali b. Sâlih b. Kutbüddin el-Merendî tarafından harekeli ve güzel bir nesihle istinsah edilmiş 107 yapraktan oluşan nüshası Kahire Hidîviyye Kütüphanesi'nde bulunur. Nüshanın baştan ve sondan on beş sayfalık bir kısmının fotoğrafı Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi'ndedir. Eserin, Yıldırım Bayezid'in oğlu Emîr Süleyman'ın haslarından Hamza Bey'in emriyle Akkadızâde'nin yaptığı çevirisinin 1079'da (1668) Hasan b. Ali tarafından istinsah edilen bir nüshası İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı yazmaları arasında, bir diğeri Ankara Cebeci Halk Kütüphanesi'nde, üçüncü bir nüshası da British Museum'da kayıtlıdır.
Kâbûs-nâme'yi 1427 yılında Mahmûd b. Mehmed manzum olarak tercüme eder. II. Murad'a sunulduğu için Muradnâme adıyla anılan eser kısmen telif özelliği taşımaktadır. Eserin en son ve en tanınmış çevirisi II. Murad adına Mercimek Ahmed b. İlyâs tarafından gerçekleştirildi.
Hem Türk nesrinin hem de çevrildiği dönemin başarılı ve güzel bir örneği olan tercüme çevirenin de belirttiği gibi biraz genişletilerek serbest tarzda yapıldı. Mercimek Ahmed, kitabın çevirisini 1432'de tamamladığını belirtir. Bu çevirinin Türkiye ve dünya kütüphanelerinde birçok yazma nüshası vardır.
Mercimek Ahmed, bir gün Padişahın elinde kitabı görür ve neden bahsettiğini sorunca Padişah meseleyi şöyle ifade eder: "Hoş kitaptır, içinde çok faydalı şeyler ve öğütler vardır, ama Farsça dilincedir. Bir kişi Türkçeye tercüme etmiş, ama anlaşılır değil, açık söylememiş; bundan dolayı hikâyesinden tat bulamayız. Ama bir kimse olsa, bu kitabı açık ve anlaşılır bir şekilde çevirse, tâ ki anlamından gönüller haz ala." Bunun üzerine Mercimek Ahmed, "Emir buyurursanız ben tercüme edeyim" diye tercümeye talip olunca, "Hemen tercüme eyle" buyruğunu alır.
Kâbus-nâmeyi Mercimek Ahmed bu şekilde Türkçeye kazandırdığını söyler.
Mercimek Ahmed'in çevirisini, Nazmîzâde Murtaza Efendi 1117'de (1705) Bağdat Valisi Hasan Paşa'nın emriyle o günün diline göre yeniden kaleme alınır. Eserin başı ve sonu eksik bir de Çağatayca tercümesi bulunur. Mercimek Ahmed tercümesi Abdülkurun Şirvânî vasıtasıyla 1880'de Kazan'da yayımlandı. Ayrıca Kayyum Nâsırî tarafından Kazan lehçesine çevrilip iki defa basıldı. Ķābûsnâme'yi H. F. von Diez Almancaya A. Querry Fransızcaya, Reuben Levy İngilizceye, E. Bertels Rusçaya, Emin Abdülmecid Bedevî Arapçaya çevirdi.
Ķâbus-nâme'nin Mercimek Ahmed çevirisi Orhan Şaik Gökyay tarafından yayıma hazırlandı. Orhan Şaik Gökyay neşrini, Atilla Özkırımlı Tercüman 1001 Temel Eser serisinde kısmen sadeleştirerek iki cilt halinde yeniden yayımladı.
KÂBUS-NAME'DEN ÖĞÜTLER
Ey oğul!
Bilmiş ol ki, artık ben kocadım. Zayıf ve azıksız olarak yol ağzına kadar geldim. Ölüm mektubunu elime sundular. O mektup, sakalın ağarmasıdır. Adamın sakalı ağardığında Allah tarafından bir ses gelir:
"Ey kulum, hazırlan, bu dünyayı bırakıp öbür dünyaya geçeceksin..."
Şimdi ey ciğer köşem! Ölmeden önce seni iyilik yoluna ve iyi kimselerin izine yönlendirmek istiyorum. Tecrübelerle elde ettiğim birkaç öğüdü sana yadigâr olarak bırakıyorum. Bu öğütlere uyarak hareket edersen, her muradına erersin ve iyi isim kazanırsın, zamanın elinden sille yemezsin. Çünkü baba şefkati, oğlunun zamanın elinden azar yemesini istemez. Öyleyse sen de gönül kulağını bu öğütler için açık tut, sonra pişman olmayasın. Gerçi zamanımızda her oğul babasının sözünü tutmuyor, ama inşallah kabul edersin.
Ey oğul!
Gençler kendi bilgilerini yaşlıların bilgisinden üstün görürler. Bu kanaatin yanlış olduğunu bildiğim halde, sana yol göstermek için susarsam doğru olmaz. Bütün tecrübelerimi yazdım; ama az ve öz yazdım. Çünkü her şeyin azı ve özü faydalıdır.
İnsanların bir âdeti vardır, değerli bir malları olursa, onu değerli birine vermek için saklarlar. İşte benim bu dünyadan elde ettiklerimin en değerlisi bu öğütlerdir ve en değerli kimsem de sensin. İşte son günlerimde, bu öğütleri sana veriyorum, inşallah sana faydası dokunur.
Ey oğul!
Akıllı ol ve kendi soyunun itibarini iyi gözet, tâ ki şerefsizlerden olmayasın. Gerçi yüzüne ne zaman baksam akil ve hüner görürüm, ama öğüt aklın süsüdür, benim yapacağım onu sana hediye etmektir, muhafaza etmezsen, yine sen kaybedersin.
Sonra bilmiş ol ki, benim ölümüm yakındır, benim ardımca senin de gelmen yakındır. Öyle çalış ki bu dünyada bir azık hazırlayasın, o yola da yaran olsun. Çünkü bu dünya öteki dünyanın ekinliğidir. Kendini öyle ver ki, senin yerine başka biri ekmesin. Çünkü başkasının ektiğinden senin yararın olmayacak.
Ey oğul!
Bu ölümlü dünyayı ölümsüz dünya ile değiştirmeye gayret et. Bu dünyada iyi kişiler aslan gibidir, kötü kişiler ise ite benzer. Çünkü it ne avlarsa, avını avladığı yerde yer; arslan ise avını kendi inine götürür, sonra yer. Bunun anlamı sudur: İt nefsinin esiridir, ne avlarsa burada yer, arslan akil sahibidir, burada ne avlarsa o âleme tutar, götürür.
Gayret et ki, avın iyilik olsun, öbür âlemde lazım olur. İyilikten murat, ibadettir. Kul için ibadetten daha iyi av yoktur. Çünkü ibadet yoluna girenler ateşe benzer. Ateşi ne kadar alçak yerde yaksalar, alevi o derece yükselir. İbadet yoluna varmayanlar da suya benzer, suyu ne kadar yukarı akıtılırlarsa akıtsınlar, aşağı düşer. İbadeti boynunun borcu bil, tâ ki alevin daima yükselsin.
Ey oğul!
Allah'ın emri gereğince şükredersen, az olan şükrün çok yerine geçer. Nitekim Allah din içinde beş türlü ibadet buyurdu. Eğer gece gündüz çalışsan, acizlikten başka bir şey elde edemezdin, ama o ölçüyle beş türlü ibadet buyurdu. Onun ikisini zenginlere, kalanını da bütün halka verdi.
Bunlardan biri Allah'ın birliğini ve Muhammed Mustafa'nın (a.s.m.) peygamberliğini dil ile söylemektir ve gönülle inanmaktır. Diğeri beş vakitte namazdır, öbürü de yılda bir ay oruç tutmaktadır.
Şehadet sözü, batıl şeylerden Allah´a sığınmaktır. Namaz o kabullenişin hakikatini kulluğunda kaim olmaktır. Oruç tutmak da, o kabullenişin ve kulluğun hakikatini Allah´a bildirmektir. Mademki Allah´a "Kulunum" dedin, öyleyse o kullukta sağlam durmak gerek.
Namaz ve oruç Allah'ın has nimetidir, onları has kullarına nasip kılmıştır. İkisini de yerine getirmekte kusur etme. Eğer bu ikisinde kusur edersen avamdan olursun, seçkinlerden olmazsın.
Ey oğul!
Bir gözle görmek iki gözle görmek gibi olmazsa, iki kişinin görüsü de bir kişinin görüsü gibi değildir. Bir doktor hastalansa kendi kendini tedavi edebilir mi?
Ne zaman hastalığının arttığını görürse, tedavi olmak için hemen bir doktordan yardım ister. Bilgisi ve tecrübesi ne kadar fazla olsa da o sırada kendisine bir faydası olmaz.
İhtiyacı olan birisi senin yanına gelecek olsa, onun için çalış, çabala; emeğini ondan esirgeme. Bu insan, düşmanın veya seni çekemeyen biri olsa da, farklı davranma. Ola ki o düşmanlık dostluğa dönüşe.