Büyük sufi-metafizikçi İbnü'l-Arabi ahlaki yetkinleşmenin neticesini beyan ederken ehemmiyetini hiçbir zaman yitirmeyecek şöyle nefis bir cümle kurar: 'Tarikatta şunu öğrendim: Her şeyin kadrini ve kıymetini bilmek gerekir.' 'Her şeyin kıymeti vardır' İslam'ın varlık anlayışının neticesidir. Bu bilgiye insan ahlaki ve zihni terbiyenin neticesinde tam olarak ulaşacaktır. Bu itibarla seyr ü süluk eşyanın değerini ve hakikatini idraki engelleyen alışkanlık ve geleneklerin etkisini üzerimizden silerek hakikati olduğu hal üzere görmemizi mümkün kılan süreçtir. Eşyanın değeri anlayışı Allah ve varlık arasında kurulan irtibatın neticesidir. Bu nedenle Allah hakkındaki bilgimiz arttıkça eşya hakkındaki bilgimiz artacak, eşya hakkındaki bilgimiz arttıkça da Allah hakkındaki bilgimiz yenilenecektir.
'Kadir gecesi' dinde ana kavramlardan biridir. Kuran-ı Kerim bu gecede Hz. Peygamber'e nazil olmaya başlamış, aynı adı taşıyan surede gecenin bin aydan hayırlı olduğu beyan edilmiş, Müslümanlar Ramazan'da saklı geceyi aramak üzere teşvik edilmiştir. Bunlar bilinen hususlardır. Ancak meselenin başka bir yönüne dikkat çekeceğiz: Kadir gecesi bir ahlak ve tasavvuf tabiri olarak müslümanların manevi hayatlarının odağındaki kavramlardan biridir. İnsanın kemale erdiği an, onun kadir gecesi sayılır. Bu an ise eşyayı olduğu hal üzere bildiği andır. Demek ki kadir gecesiyle varlığın hakikati ve kadrini bilmek bir sebep-sonuç ilişkisi teşkil ederek birbirine bağlanır. Hz. Peygamber kadir gecesi vahyi almışsa, insanın bundan nasibi kemale ermektir. Birinci kadir gecesi Hz. Peygamber'e mahsus gece iken öteki ise sübjektif anlamıyla kadir gecesi olarak bütün müminlere açık bir lütuf ve ihsan gecesidir.
Herkes Hızır ve Her Gece Kadir
Müslümanlar arasında yaygın bir deyim onların zamana-mekana ve insana bakışlarını belirler. 'Her gördüğünü Hızır bil' bir İslam ahlak deyimidir. Herkesi Hızır bilmek İslam'ın insanlar arasında hiç bir ayrım yapmadan hepsini müşterek değerde görebilmesinden ortaya çıkar. İyilik yapmak için özel bir insan aramak gerekmez; kime yaparsak yapalım bizi Allah'a yaklaştırır. Ahlaklı olmak için Hızır beklemeye gerek yok, din, dil, statü ve uyruk ayrımı yapmadan herkese karşı ahlaklı olmak bir seçim değil dini zorunluluktur. Malımızı satarken veya bir şey alırken Hızır'a ayrıcalık yapamayız, herkese Hızır'a davranır gibi davranmalıyız. Bu itibarla herkesin Hızır olduğuna inanabilmek için insana güçlü bir iman gerekir. Bu yönüyle her gördüğünü Hızır bilen kişi, belki Hızır'ın kendisidir. Allah kullarının kadrini bu şekilde bilmemizi ister. Bize insanlara statü, sosyal sınıf ve bizce muteber özelliklerine göre davranmayı değil, 'ihsan' makamında kalarak herkese ahlaklı davranmayı emretmiştir. Bu nedenle İslam ahlakı öteki din ve felsefi ahlaklarla kıyas kabul etmeyecek kadar 'evrensel' ölçütlere yakın bir ahlaktır: herkes için ahlaklı olmak, her yerde ahlaklı olmak ve her zaman ahlaklı olmak, İslam'ın temel ilkesidir. Çünkü marifet muhatabımızda değil, muhatabımızı var eden Allah'ı görmededir.
Her geceyi kadir bilmek de böyle izah edilebilir. Çünkü vaktin bir parçasını 'kadir' kılan şey, vaktin kendisi değildir. Allah Kuran'ı o vakitte indirdiği için vakit kadir ve kıymet kazanarak öteki gecelerden üstün olmuştur. 'Zamanın kıymeti zamanda olan hadiseden' ve mekanın kıymeti mekanda bulunandan gelmiştir. Sufiler buradan bir tabir geliştirerek meseleyi bireysel ahlak alanına intikal ettirmişlerdir. Bunu iki süreçte ele almak mümkündür: Birincisi gelen vahiy ile insan arasındaki irtibatın kurulmasıdır. Vahiy bir peygambere gelerek ondan bize intikal eder. Bu, vahyin birinci merhalesidir ve buna nüzul veya inzal deriz. Allah vahyi bu geceden itibaren peygambere 'inzal' etmiş, o gece kadir gecesi diye bilinmiştir. Ancak esas mesele, vahyin insan tarafından içselleştirilmesi ve benimsenmesi sürecidir. Vahyin insana ulaşması ve onun tarafından içselleştirilmesi, dinin geliş maksadını teşkil eder. Bunu Müslümanlar dereceli bir şekilde ve kabiliyetlerine göre yerine getirirler: vahyi en basit bir şekilde kabul etmek derecesinden başlayarak onu hakkıyla anlamak ve gereğiyle yaşamak arasında Müslümanlar derecelenir. Vahyin en ileri içselleştirilme derecesi insanın peygambere gelen vahyi sanki kendine 'nazil' olmuş gibi okuması-anlamasıdır. Bu durumda anlama sürecinde kişi kalbini Peygamberin kalbinin yerine koyarak nüzul mahalli haline getirir. Meselenin bu kısmı dinin maksadını anlamak bakımından önemlidir. Çünkü din netice itibarıyla bir ferdiyet üzere kuruludur: Herkes Allah karşısında tek ve yeganedir. Bu ferdiyet anlayışı vahyin bu şekilde içselleştirilmesini istilzam ederek dine dinamik bir anlam kazandırır. İnsan vahyi sanki ona inmiş gibi kabul etmeye başladığında onun 'kadir gecesi' başlamış demektir.
Sufiler işin bu kısmını anlatmak için din bilimlerinde pek aşina olunmayan bir kavram kullanmışlardır: istizharü'l-Kuran (Kuran'ı ortaya çıkartmak)! Sanırım bu tabiri bir sözü yanlış anlayarak veya kelimenin öteki anlamlarına inerek türetmişlerdi. İstizhar bir şeyi ortaya çıkartmak, meydana getirmektir. Metinlerde kullanılırken Kuran'ı ezber okumak veya insanın içinden Kuran'ı çıkartması gibi pek aşina olunmayan bir anlam verilir. Bununla birlikte Bayezid-i Bestami gibi büyük sufilerin bu cümleyi dikkatle kullandıklarını görmekteyiz. Tabiri doğru anlayabilmek için nüzul-inzal ile mukabil olduklarını anlamak gerekir. Nüzul kalbe vahyin inmesi demektir. Kalbe inen vahiy insan tarafından tam olarak idrak edilince, sanki bir karşılık gibi, bu kez insandan ortaya çıkabilir. İşte buna istizhar denilir. Bir insanın vahyi tam olarak idraki ve ahlak haline getirmesiyle o sahibu'l-Kuran (Kuran'a arkadaş) haline gelir. Böyle biri için kadir gecesi gerçekleşmiş demektir. Bu hal ne zaman olduysa kadir gecesi o zamandır. Bu nedenle herkes Hızır olabileceği gibi 'her gece kadir gecesi olabilir.'