'Galat-ı meşhûr lugat-ı fasîhten evladır (yaygın-hata kurallı sözden önce gelir)' denilir. Dildeki katı kuralcılığa mukabil insanların kolaylık ve maslahat ilkesiyle kural dışı olanı kurala tercih etmelerini anlatmak üzere söylenmiş bir sözdür. Sanki meslek pirlerinin engin tecrübeleriyle çömezlerin yükünü hafifleterek onları -'Molla Kasım' olmak yerine- vakıayı anlamaya yönlendirmek üzere yaptıkları bir tavsiyedir. Hayatın kendine mahsus bir diyalektiği var, bu dinamik akış 'durağan' kurallara sığmayabilir. Kısaca hayat kitabı, dil sözlüğü takip etmez. Fakat bilim adamlarının işi bu: hayatı kurallara uydurmak, varlığı metinden anlamak, karmaşayı sınırlı kurallara irca ederek anlaşılır kılmak. Gerçekten de galat 'evla' olmuş, kelimelerdeki kuralsız değişmeler, yeni terkipler, okuma hataları veya yanlış yorumlar fasihin yerini almıştır. Bunu sadece dildeki hatalar için düşünmek doğru olmaz, her alanda fasihin yerini alan 'galat' izlerini görebiliriz. Bunu iki meşhur örnekle anlayabiliriz.
BAŞ KESTİREN SÖZ SAVAŞI BİTİREN SÖZDÜR!
Yunus Emre gibi şiirleri sürekli okunan ve yorumlanan şairlerin sözlerini anlamada hataların bulunması tabiidir. Böyle bir durumda galatı veya yanlış anlamı makul görmek yerine, onu doğru anlama taşımak yerindedir. Yunus Emre şöyle der:
Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede bir söz
Bu şiiri ilk duyduğumda belki başka birçok insan gibi birinci mısraı tezat sanatıyla bir karşıtlık şeklinde düşünmüştüm. Birinci mısradaki 'savaşı kesen söz' ile ardından gelen 'başı kestiren söz' aynı söz müdür, yoksa bunlar birbirinin zıddı mıdır? Kelimenin eş anlamlıları dikkatimizi dağıtarak şiirde bir tezat görmemizi mümkün kılar. Yunus tezattan yararlanarak birinci söz için 'savaşı bitirir', öteki söz için ise 'başı kestirir' şeklinde bir hüküm vermiş olabilir. Böyle ise şair düşüncesini daha müessir anlatmış demektir; ancak Yunus böyle yapmamıştır: Şiirdeki bütün 'sözler' 'müspet' anlamda geçer. Yunus'un büyüklüğü tam burada kendini gösterir: sürekli iyiyi, iyinin daha iyisini anlatarak zihnimizi yüksek bir ufka taşımıştır. Bu ufukta iyilik kötülüğe, doğru yanlışa göre tanımlanmak yerine, iyilik bizatihi iyi olarak anlaşılır: iyinin kötüye ihtiyacı burada ortadan kalkmıştır. Cafer-ı Sadık İmam Ebu Hanife'ye sorar: 'Akıl nedir? O da aklı temyiz gücüyle özdeşleştirerek 'akıl iyi ile kötüyü ayırt etmektir' der. İmam Cafer bu tarifi eksik görerek şöyle der: 'Akıl iki iyiden daha iyi seçmek, iki kötüden ehveni seçmektir.' Bu tarifte akıl zıddıyla değil, iyi ile daha iyi arasındaki bir temyizden ibaret sayılarak kriter değiştirilmiştir. Yunus'un yaptığı budur: iyiden daha iyiye giderek bütün hayırlı neticeleri ortaya koymak!
'Galat'ın yerine fasihi koymak için' iki kelimenin anlamını hatırlamak gerekir: Birincisi yara anlamındaki baş, öteki iyileşmek, şifa bulmak anlamındaki kestirmektir. Bu durumda şiir şöyle anlam kazanır: Öyle iyi niyetli ve doğru konuşmak gerekir ki, söylenen söz kavgayı bitirsin. Kavganın sebebi yanlış sözler, yanlış anlamalardır. Yunus devam ediyor: 'Öyle söz söylemek gerekir ki, söylenen söz yaraya çare, derde derman olsun.' Söz Arapça'da kelime, kelime ise yaralamak demektir. Bu itibarla kelime 'yara' 'tesir' anlamıyla irtibatlıdır. Söz tesir ederek iz bırakır. Yunus ise sözün bu kez tedavi ederek 'izi silmesini' istiyor. Konuşma iyi niyetli ve yapıcı ise yaraya çare, derde derman, hastalığa şifa olur; bilgisiz öğrenir, çatışanlar uzlaşır vs. Şiirin geri kalan kısmı aynı istikamette yorumlanır: 'Söz öyle olmalı ki zehirli yemeği yağ ile bala döndürmelidir.'
BİR GALAT ÖRNEĞİ: AYNALI ÇARŞI SİPERDEKİ TÜFEK SÜNGÜLERİDİR
Geçenlerde tarihimizin en önemli hadiselerinden birisi olan Çanakkale Savaşının yıl dönümü idi. Gelibolulu Muhammed Bican'ın ifadesiyle 'kilid-i mülk-i İslam' olan Çanakkale'deki savaş şanına layık şiirlere konu olmuş, hakkında türküler yakılmıştır. Yemen türküsüyle birlikte en sevilen türkülerden biri bu türküdür. Her iki türkü bir milletin iki cephedeki varlık-yokluk mücadelesini belleklerimize kazır. Bu türkünün eskilere giden uzun bir tarihi vardır; türküyü ilk derleyenin bir Alman müzisyen-asker olduğu söylenir. Elimizdeki son hali ise Kastamonulu İhsan Ozanoğlu'nun sözlerini yazdığı merhum Muzaffer Sarısözen'in derlediği türküdür.
Geçenlerde Muzaffer Sarısözen'in eski kayıt bir radyo konuşmasını dinlerken türküde yapılan bir 'galat' yorumu fark ettim. Türkü 'Çanakkale içinde aynalı çarşı' diye başlar; aynalı çarşı ise şehirde hala bulunan bir çarşıdır ve insanlar gittiklerinde orayı da ziyaret ederler. Merhum Muzaffer Hoca türkünün güfte yazarına 'aynalı çarşı nedir?' diye sorduğunda onun şöyle dediğini aktarır: 'Aynalı çarşı savaş öncesinde kazılan siperlerde tüfeklerin dizilmesini anlatır. Tüfeklerdeki süngüleri ve demir aksamı güneş ışığının altında parladığında manzara aynalı bir çarşıya döner.' Sarısözen bu açıklamayı öyle tabii bir şekilde anlatıyor ki fark etmeden geçmek yüksek ihtimaldi.
Türküye bu açıklamayla bakarsak işin çehresi değişir: 'Aynalı çarşı' Çanakkale'de alışveriş yapılan mekanın adı değil, savaşa hazırlanma vaktidir: Siperler kazılmış, tüfekler dizilmiş, süngüler takılmış, genç yiğitler Allah için canlarını vermek üzere şehadetlerini beklemektedir. Şairin zihnindeki anlamı tam olarak kestirmek güç, el-ma'na fi-batni şair (esas anlam şairin içinde) denilir. Fakat buradan hareketle zihnimiz daha derin bir anlama doğru akabilir. 'Aynalı çarşı' içinde canların 'satıldığı' bir çarşıdır. Anadolu'daki bir delikanlı şöyle demektedir: Anne! Şehitlik çarşısı kuruldu, ben de canımı Allah'a satmaya gidiyorum. Böyle bir yorumla şiir ayet-i kerimede beyan edildiği üzere 'Allah müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığı satın aldı' ayetinden mülhem bir mısra ile başlamış sayılır.
Şiirimizi, türkülerimizi, eserlerimizi, kısaca kültürümüzü anlamak üzere daha ciddi araştırmalara ihtiyaç var. Yahya Kemal'in dediği gibi: Çok insan anlayamaz eski musikimizden; Ve ondan anlayamayan bir şey anlamaz bizden!