Anadolu'da İslam'ın on asrı mütecaviz tarihinde 13. asır, başka hiçbir asırla karşılaştırılamayacak bir role sahiptir. Günümüze varıncaya kadar herhangi bir şekilde atıf yapılan hemen her isim, bu çağda veya biraz öncesinde yahut sonrasında yaşamış, bu çağda ortaya çıkan düşünceler öteki çağlarda düşünce ve hayatı şekillendirmiş, bu çağda farklı örf ve gelenekler ile din arasında kapsamlı bir sentez teşkil edilmiştir. Genel bir değerlendirmeyle bakacak olursak, Yesevi ve ilk takipçilerinden başlayarak Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli daha sonra gelmiş olan Süleyman Çelebi gibi isimler hep bu çağda ortaya çıkan düşünce terkibinin temsilcileri idi. Bunlar sufiler ve alimlere örnek teşkil eden isimlerdir; bir de Nasreddin Hoca, Hacivat - Karagöz gibi halk kültürünün kurucu unsurları da vardır. Bunlar da aynı çağlarda yaşamış, zamanla farklı kimliklere ve rollere bürünerek 'çağdaşlaşmış' ve kişileştirilmiş, konuşturulmuş isimlerdir. İkinci tür isimler, bir tür destan ve masal anlatımıyla, hayata girerler; gerçekte tarih ve hakikilik bir anlam taşımaz, yaşanan hadiseler tarihe taşınır veya tarih o hadiseler üzerinden yeniden inşa edilir, yorumlanır. Böylelikle tarih ve tecrübe üzerinden insanlık tecrübesi yeniden inşa edilir, birey büyük tecrübenin parçası haline getirilir. Böylelikle bütün zaman ve mekanlarda insan tecrübesinin bireyin günlük hayatına mal olması sağlanır, bireysel hayatımızda karşılaşabileceğimiz en sıra dışı ve müşkül hadisenin daha önce mutlaka bir örneği olduğu hatırlatılarak insanlık tecrübesi ile irtibatımız temin edilir, bireysel olan evrensel olanın yardımıyla gerçek bir tecrübeye dönüştürülür. Böylece örnek tipler, Nesimi'nin 'kevn ü mekana sığmazam' dediği gibi zaman ve mekana sığmaz, onların insanlara öğrettikleri şeyler, müşterek muhayyilenin ve ortak hafızanın ürünleri haline gelerek anonimleşir. Millet olabilmenin en önemli yönlerinden birisi, ortak atalar, ortak düşünceler ve müşterek tecrübelerdir.
Söz konusu isimler günümüzde belirli bir ölçüde birleştirici niteliklerini koruyorlar, bilhassa dini düşünce ve ahlak alanında Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli bu isimlerin başında geliyor. Bu meyanda Mevlana ile Hacı Bektaş-ı Veli iki büyük tarikatla özdeşleşmiş isimler olmaları hasebiyle daha etkin, daha çok konuşulan isimlerdir. Yunus Emre ise görece daha bağımsız bir sufi olarak kalmıştır. Bir şairin şiirini geniş kesimlere ulaştırabilmesinin en kestirme yolu şiirlerinin bestelenmesidir (iyi bir örnek Nazım Hikmet ile Necip Fazıl'ın çağdaş Türkiye'deki etkilerinin kıyaslanmasıdır). Yunus Emre'nin şiirlerinin etkisini sadece bestelerle açıklamak haksızlık olabilir, fakat yine de bütün şairler arasında en iyi bilinenin Yunus olmasının bu bestelerle ilgisi yadsınamaz. Yunus Emre, dini musiki alanında 'içtihat kapısını' kapatmış gibidir, tıpkı fıkralar, anlatılar alanında Nasreddin Hoca'nın kapattığı gibi. Bununla birlikte şiirlerdeki derecelenme Yunus Emre araştırmalarında ciddi bir sorun ortaya çıkar (Bununla birlikte Yunus Emre üzerinde tasavvuf ve dini düşünce üzerinden ciddi araştırma yapılmış da değildir). Şiirlerdeki dokunaklı ve etkili anlatım, düşüncenin tahliline geldiğinde yerini bir çok belirsizliğe ve sığlığa bırakır. Bu durumda onun şiirini bir nazariye yardımı olmaksızın tahlil etmek mümkün değildir. Bununla birlikte Yunus, doğru veya yanlış anlaşılma sorunu bir yana, Mevlana'nın dediği gibi 'herkes ile sohbete' devam eden bir ney gibidir.
Mevlana bu üç isim arasında en büyük düşünür, sufi olduğu kadar geleneksel anlamıyla 'alim' olan sadece odur. Divan-ı Kebir, Mesnevi Feridüddin Attar ile önemli noktaya ulaşmış Farisi - tasavvuf edebiyatının zirvesidir. Mesnevi ise Divan'a göre daha didaktik bir tasavvuf ve ahlak kitabıdır. Bu kitabın etkisi ise hiç kuşkusuz baştaki Ney hikayesinde olduğu gibi üslubu, hikayeleridir. O hikayelerden az çok herkes nasiplenmiş, yine ney örneğindeki gibi, 'anlasa da anlamasa da' her sohbete eşlik etmiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli ise bu isimler arasında menkıbevi kimliğiyle ortaya çıkan isimdir. Her şeyden önce eserlerinin kendisine aidiyeti üzerinde bir çok tartışma ortaya çıkmıştır. Meselenin bu kısmı bir yana, onun zaman içinde oluşan menkıbevi tasavvuru ile gerçek kimliği arasındaki ilişkiyi çözümlemek çok güçtür. Menkıbevi anlatım bir çok durumda ve yerde tarihsel hakikatin önüne geçer, işin hakikati merak edilmez hale gelir. Bu nedenle Hacı Bektaş-ı Veli üzerindeki araştırmaların ciddi sorunlarından birisi güçlü bir biyografi yazımının başarılmamış olması veya bunun üzerinde durulmamış olmasıdır. Haddi zatında aynı durum öteki iki isim hakkında da geçerlidir: Yunus hakkında ciddi bir biyografik çalışmanın yapılamayacağından artık eminiz. Mevlana hakkındaki menkıbevi anlatım da en az Hacı Bektaş-ı Veli ve öteki sufi büyükleri gibi sorunlarla maluldür (Eflaki'nin eseri başlı başına bir tasavvuf araştırmaları problemidir). Lakin en azından onun eserlerindeki açıklık, düşüncelerine başka yollardan ulaşma imkanı verir. Hacı Bektaş-ı Veli'nin eserlerinin aidiyet sorunu çözülse bile tarihsel Hacı Bektaş-ı Veli ile gerçek kimliği arasındaki irtibatı kurmak zordur. Öte yandan zaman içinde ortaya çıkan ayrımlar -belki başta da vardı- metinlerin yorumlanmasında uzlaşmaya imkan vermeyecek kadar keskin olmuştur. Bunun nedeni Bektaşilik - Alevilik ilişkileri kadar bu geleneğin metin yorumculuğu ile Sünni yorumculuğun arasındaki uzlaşmazlıktır. Bu yorum tarzları en çok birbirini dinleyebilecek kadar birbirine yaklaşabilir, nihai bir yorumda uzlaşmaları ise mümkün değildir.
Her şeye rağmen kurucu isimleri tanımada başvurabileceğimiz en değerli ve güvenilir kaynaklar, onların kendi eserleri olmalıdır. Eserleri nispeten gerçeğe uygun tarzda okuyabilmek için önce tarihsel kişilikleri ve menkıbevi anlatımı paranteze almakla işe başlamak gerekir. Bununla birlikte hiçbir zaman metin yorumunda uzlaşmak, bu sayede müşterek sonuçlara varmak mümkün olmayacaktır, fakat en azından konuyla ilgili insanlar birbirlerinin ne söylediğini dinleyebilecek kadar gerçekle bağlarını tesis etmiş olabilirler. Aksi halde böyle isimler, müşterek kaynak ve kurucu isimler olmaları bir yana, çatışmaların ve gerilimlerin meşrulaştırılmasına araç ve malzeme olmanın ötesine bir işlev sahibi olmayacaklardır modern dünyada.
Ekrem Demirli