Bektaşi Fıkraları, Türküleri
Bu topraklarda dinin yaşanan hayat ve insan tecrübesiyle derin ilişkisini tahlil etmek isteyen birinin bakması gereken yerlerden birisi hiç kuşkusuz Bektaşi fıkraları ve türküleri olmalıdır. Bunlar, dinin tedris ve talim edildiği mekteplerde ortaya çıkmış ürünler değillerdir, fakat merkezinde ricalin bulunduğu tasavvufun Tanrı insan ilişkisinin farklı yönlerini anlatan anonim aklın ürünleridir. Bu itibarla söz konusu fıkralar ve türküler Anadolu coğrafyasında insanların din telakkisinin ana umdelerini temsil eden en iyi örnekler arasında yer alırken Müslümanlığın itikadını ve ahlakını şekillendiren teslimiyet, peygamber sevgisi ve insan hoşgörüsünü anlatır. Nesimi'nin 'Arabi-Farisi bilmem dile minnet eylemem' dediği durum tam da bu türküler ve fıkralarda ortaya çıkar: Bunları üreten muhayyile ve müşterek akıl 'Arabi ve Farisi' dilleriyle özdeşleşen talimi din bilimlerinden habersiz kalmış, fakat Tanrı'ya imana odaklanmış, bu iman ve teslimiyetin hayatın her bir alanındaki izlerini dile getirmiştir.
Söz konusu fıkralarda otantiklik aramak gerekir mi bu tartışılabilir fakat herhangi bir fıkranın Bektaşi geleneği dahilinde söylenip söylenmediğini anlayabileceğimiz bazı ölçüler vardır: Bir fıkra insanın Tanrı'yla ilişkisini sitemkar bir üslupla anlatabiliyorsa onda Bektaşilik ruhunu fark edebiliriz. Vakıa bütün bu fıkralar hangi dönemde söylenirse söylensin en önemli özelliklerinden birisi bu Tanrı ile aradaki dilin bu sitemkarlık üzerinden kurulmuş olmasıdır. Hayatın güçlükleri yetmiyormuş gibi bir de Tanrı'nın insanı yükümlü kılmasından kaynaklanır bu sitemkar dil. Bununla beraber insanın zaafları, iktidar ilişkilerinin bozduğu adalet telakkisi, insanın değersizliğinden şikayet, bilhassa dindarlığın örttüğü iki yüzlülük bu fıkraların ana temalarıdır.
Fıkra bir kez söylendi mi sürekli üretilmeye devam eder, günlük hayatın akışı içerisinde bir çok kültürel unsurun güncellenmesi gibi hayat ile iç içe girer, hayat ile birlikte gelişir. Bununla birlikte geleneksel yapısını muhafaza eden fıkralar, hikmet ve marifet kaynağı olmayı sürdürür.
Bektaşi fıkraları bu topraklarda asırlar içerisinde şekillenen dindarlığın ruhunu veya dini hayatın bu toprakların ruhunu oluşturmasını anlatır bize. 'Halk dindarlığı' diyebileceğimiz bu anlayış Tanrı'ya sürekli bir naz üzerine kuruludur. Sitemkar dilin gerçek sebebi bu naz anlayışıdır. İnsan kendisini Tanrı'nın halifesi, onun gözde yaratığı olarak telakki ettiğinde bu naz dili zorunlu bir şekilde ortaya çıkar. Bayezid-i Bestami 'Seni kerim Rabbine karşı kışkırtan nedir?' ayet-i kerimesini dinleyince, 'keremin Rabbim' deyivermiştir. Naz tam olarak bu halin ismidir. Naz ile niyaz meselesi tasavvufun Tanrı ve insan ilişkisinde birbirini ikmal eden iki kavram, tasavvufun yüzlerce yılda şekillenen sahv ve sekr ekollerinin derin uzlaşmasını anlatır. Naz Tanrı'nın keremi üzerinden dini, hayatı ve ukbayı düşünmektir. Tanrı kerem sahibi olduğuna göre, az ile yetinmenin bir anlamı yoktur. İnsan O'ndan her zaman daha çok istemelidir, her zaman daha fazlayı beklemelidir. Bayezid'in 'Yedi okyanusu içsem ağzın (marifete susuzluktan) dışarda kalır, daha yok mu' derim' demiştir. Şükrü verilen ile yetinmek, daha fazlasını istemenin edebe aykırı olduğunu düşünmek yeklinde yorumlayan dini anlayışa bir itiraz şeklinde ortaya çıkar bu naz dili. İnsan her zaman daha çoğunu, hep daha fazlasını ister, daha doğrusu 'verme' halinde Tanrı'yı temaşa etmek ister. Kereme inanmak bu demektir.
Bu yönüyle Bektaşi fıkralarında itiraz, dinin kurallarından görünüşte sıkılma, günahkarlıktan korkmamak veya kereme itimat, Allah ile doğrudan konuşma, yer yer baş kaldırma gibi haller sürekli işlenir. Dante'nin İlahi Komedyası'nı 'halk metafiziği' veya 'popüler metafizik' diye yorumlarım. Kitap insanın ahlaki terakkisini ve bu terakkide en sonunda ilahi aşkta karar kılan değerler hiyerarşisini bilinen tipler üzerinden anlatılır. Bizde de yüksek düşüncelerin geniş kesimlere ulaştırılmasını sağlayan disiplin, hiç kuşkusuz, tasavvuf idi. Tasavvuf ne kadar 'seçkin' ve 'avam' diye bir ayrımdan söz etse bile gerçekte insan olmak itibarıyla her insanı seçilmiş kabul eder. Bu nerenle insandan sakınılması gereken bir şey yoktur, insanın temas edemeyeceği veya idrak edemeyeceği bir hakikat de yoktur. Çünkü insan Tanrı'nın gayesidir ve her insan O'nun kereminin mazharıdır. O zaman hakikati her insana ulaştırabilecek şekilde anlatabilmek, bu fıkralar ve türkülerle yapılacak bir iştir.
Tasavvuf Tanrı insan ilişkisinin merkezine marifet ve aşk kavramını yerleştirmek üzere normatif geleneğe yönelik eleştirel bir hareket ortaya koymuştur. Bu itibarla dini hayata üç temel değişiklik getirir: Birincisi kurallar ve yükümlülükler üzerine kurulu dindarlık anlayışı yerine Tanrı ve O'nun yakınlığına odaklanarak 'adab' kavramını getirir. Adab bütün kuralların Tanrı'nın murakabe edilmesiyle birlikte yeniden yorumlanması, bir ölçüde de ahlaka döndürülmesi demektir. Niyaz ehli denilen zümreler bu kuralları ihmal etmekten çekinse bile sıralamayı yenilerler; naz ehli ise kuralları ihmal edebilir. Bu yaklaşım dini hayatta kapsamlı bir değişim demektir. Çünkü toplumsal düzenin gelişmesiyle birlikte şeriat geleneksel bir form kazanmış, din ile kurallar özdeş addedilmişti. Aynı gelenekten gelen birisi 'Hocalar fetva verir lakin dini bilmezler (Ömer Türker hoca bunu kendi köyündeki bir davulcu ile hoca arasındaki tartışmadan aktarmıştı)' demişti. Din ile fetva arasındaki ayrım haddi zatında tasavvufun gündeme getirdiği bir ayrımdır. İkinci olarak sünnet veya hadis yerine peygamberin hakikatine odaklanmaktır. Bu ikinci yaklaşım dinde peygamber sevgisinin temelini oluşturur ve Anadolu tasavvuf geleneğinde ortaya çıkan bir çok düşünceyle doğrudan irtibatlıdır. Üçüncüsü ise -her iki düşüncenin neticesi olmak üzere- yükümlü insan yerine Hakkın mazharı olan insan fikridir. İnsan bu kadar kıymetli bir varlık ise günahlar, düşmeler onu kirletmemelidir. İnsan her daim temiz, her daim yakın olan varlıktır. Bektaşi fıkralarında bu insanların ortak ismi 'erenler' veya baba erenlerdir.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Mevlana’nın metinlerinde karşıtlıklar (21.12.2022)
- ‘Zıddıyla Düşünmek’ Yanılgısı (19.12.2022)
- Leyleğin ömrü neyle geçer? (13.12.2022)
- Ene’l-Hak: Birinci Tekil Şahıs Olarak Tanrı’yı Tefekkürde Kendini Bilmek (28.11.2022)
- Zamirler: O, Sen ve Ben (22.11.2022)
- Modern Dünyanın Mümeyyiz Vasfı: Münafığı Olmayan Bir Çağ (20.11.2022)
- Rene Guenon’u erken okumak (15.11.2022)
- ‘İslam ve Bilim’ konuşmalarında tarihte kalmak (10.11.2022)