Bir meseleyi ele alırken tarihinden hareketle söze girmek, konuşulan hadisenin gelişim seyrini tespit etmek bakımından öğretici bir yaklaşımdır. Her hadise ve olgu tarihsel gelişimi içinde gözlemlenir, 'gök kubbenin altında yeni bir şey yok' der gibi yeniyi eskinin bir devamı veya köklerin inkişafı gibi görürüz. Özellikle bilim hakkındaki konuşmalarda tarihten söz etmek yaygın bir alışkanlıktır. Bilim insanlığın ortak mirasıdır ve her toplum az çok bilime katkı sağlamıştır. Aristoteles 'bizden öncekiler bilime hizmet etmiş olduğu için onlara müteşekkir olmalıyız' demiş, aynı cümle Grek felsefenin Arapçaya çevrilmesinin gerekliliğini savunurken Kindi tarafından tekrarlanmıştır. Bu bakımdan bilimi tarihsiz düşünmek doğru bir yaklaşım olamaz. Fakat tarihi konuşurken güne gelmeyi ihmal etmek, tarihte yapılan işleri fazla öne çıkarmak, bugünü dünle düşünmek ise sağlıklı bir yaklaşım değildir. Günümüzde hemen her platformda 'İslam ve bilim' diye başlayan konuşmaların sürekli tarih konuşması şeklinde kalmış olması tarihin nasıl yanlış ele alınacağının ideal örneğidir. Bir meselede tarihten yaşayan zamana süratle gelemiyorsak, hatta geçmek istemiyorsak, ortada ciddi bir zihinsel sapma var demektir ve bu durumda iddianın lehinde değil aleyhinde tutum alıyor saymalıyız kendimizi. Binaenaleyh çağla ve yaşanan hayatla sahih irtibatı olmayan, hali hazırda yaşamayan örneklere dayanmak, reddetmenin romantik tarzıdır.
Çağımızda İslam ve bilim diye başlayan konuşmaları kabaca değerlendirince akla gelen birkaç tespit bunlardır. Televizyonlar, gazeteler, kitaplar vs. hangi mahfilde olursa olsun böyle konuşmalarda takip edilen yöntem tarihe hem de olabildiğince eski tarihe dönmek, güne hiç gelmemek, daha önemlisi günden umut kesmektir. Herhangi bir Müslüman entelektüel için 'İslam ve bilim' başlığı altında akla gelen isimler; Farabi, İbn Sina, İbn Heysem, İbn Haldun vb. yaklaşık olarak sekiz on asır önce yaşamış bilim adamlarıdır. Bu yaklaşım o kadar yaygın hale geldi ki medya programlarında, okul kitaplarında veya herhangi bir ortamda İslam'da bilim meselesi açılır açılmaz bin seneden önceye tekabül eden bir örnek düşünme ihtiyacı hissedemez olduk. Tarih ile dünya arasında irtibat kurmadaki metodolojik hatalar ise işin daha tehlikeli bir kısmını teşkil ediyor. Biz dünyayı Farabi gibi düşünmeye başladığımızda, tıbba ve insan sağlığına İbn Sina gibi bakmak istersek, topluma ve sosyolojiye İbn Haldun gibi bakmaya kalkarsak, gerçeklikle bağımız tezyif edilmiş demektir. Sadece bu kadar da değil! Din bilimlerinde de durum böyle olduğu gibi mimaride, sanatta ve benzeri bütün alanlarda sürekli geçmişi konuşmakla gerçekle bağımızı kendi ellerimizde tezyif ediyor, yaşadığımız dünyanın meşru ve makul bir sorumlusu olmaya tahammül edemiyoruz.
Tarih herhangi bir konuda kurucu unsur, düşünceyi ve zihni şekillendirmede ikna edici bir delil kabul edilemez, bunu akılda tutmak gerekir. Tarih sadece yaşayan zihnin etkisiyle yorumlanabilecek, veriler zihin tarafından işlenebilecek pasif bir alan olmanın ötesine geçmez. Hiçbir düşünce, hiçbir toplum ve hiç bir değer tarih ile ayakta kalamaz. Tarikat deyimleri arasında geçen 'İrşat hay olan mürşittendir' tabiri yaşanan hayatta var olma sorumluluğunu anlatır bize. İslam ve bilim meselesinin lehinde konuşuyorsak, yaşadığımız çağa ulaşmış olmalıyız, bugüne dair bir şey söylüyor olmalıyız, örneklerini çağdan buluyor olmalıyız. Binaenaleyh söz konusu konuşmaların en büyük hatası tarihi bir delil olarak kabul etmekte ortaya çıkıyor.
İslam ve bilim konuşmalarının ikinci hatası ise 'taşıyıcı' olmada dışa vuran anlamsız övünmeler ve başa kakmalardır. Müslümanlar Hicaz'ın ardından Akdeniz'in Doğusu ile İran, Mısır gibi kadim kültür merkezlerine yerleştiklerinde, bölge ahalisi herhalde kalıcı olabileceklerini düşünmemişti. İslam'ın yayılışı kaba bir Arap istilası olarak görülüyor, İran, Mezopotamya gibi yerel halkın kibri İslam'a uzun bir ömür biçmiyordu. İslam'ın bu coğrafyaya yerleşebilmiş olması başlı başına büyük bir hadise olduğu gibi dünyanın gidişatını temelli bir şekilde değiştirmiştir, bunda tereddüt yoktur. Fakat İslam'ın burada ürettiği bilgiyi, ortaya koyduğu temeddünü sadece İslam ile ilişkilendirmek, büyük hatadır. İslam varis olduğu kültürü ve medeniyeti sahiplenmiş, onu belirli ölçülerde dönüştürmüş, ona kendince unsurlar katmıştır. Bilimin doğası harekettir. Bu bilimler bu kez Avrupa'ya intikal etmiş, Avrupa toplumu uzun bir duraksamanın ardından bilimlerle yeni bir gelişim evresine girmiştir. İşte çağımızda İslam ve bilim tartışmalarında sürekli atıf yapılan husus bu tavassut durumudur. Bununla birlikte bu rolü bir değer olarak kabul etmek, bundan abartılı sonuçlar çıkartmak, Müslüman zihniyle ve ahlakıyla hiç bağdaşır bir şey değildir.
İslam ve bilim tartışmalarının lehinde tutum alan insanların çağdaş dünyada Müslüman toplumun bilim ve düşünceyle ilişkisini tartışmaları gerekiyor. Çağdaş Müslüman toplumlar mazi ile kıyaslanmayacak ölçüde bilim, düşünce ve değerler alanında gelişme kaydetmiştir, bunları hesaba katmamak, ısrarla tarihi abartarak günümüzü ıskalamak, insafla bağdaşır bir tutum değildir.
Ekrem Demirli