Okuma listesi oluşturmak bir okur - yazar alışkanlığıdır. İnsanlar okudukları kitapları başkalarıyla paylaşır, daha tecrübeli olanlar yenilere takip edebilecekleri bir liste tavsiye eder, hem okuyanlar hem de bilhassa talebeler listelere ilgi gösterirler. Lise yıllarından itibaren okumak kadar okuduklarımı paylaşmak adetim olmuştu. Farklı sayılarda listeler hazırlar, bunları paylaşır, arkadaş gurupları arasında kitapları tartışırdık. En son hazırladığım listenin beş yüz civarında kitaptan oluştuğunu ve rağbet gördüğünü hatırlarım. O zamanki kanaatim listelerin gerekli olmadığı yönündeydi fakat talep üzerine her zaman liste hazırlardım. Zannedersem İsmet Özel'e izafe edilen 'Okuduğunuz kitap sizi ötekine götürür/melidir' mealindeki bir cümleyi ben de kabul ediyordum. Şimdi kanaatim bu cümlenin doğru olmadığıdır. Bir kitap sizi başkasına götürebilir fakat okumak için bu durum yeterli değildir. Okur yazar bir ortamda bulunmak, onların tecrübelerini paylaşmak faydalıdır. Garip bir durum benim için: Önceden doğru bulmuyordum liste hazırlıyordum, şimdi doğru buluyorum fakat liste hazırlamıyorum.
Kitap listesi oluşturmak kolay bir iş değil! Her şeyden önce liste bilgiyle ilişkinizin göstergesi olabilir. Bu bakımdan bir listede dikkat çeken birinci nokta çıktığı zihnin sıhhat halidir. Geçen bir okuma önerisi listesindeki garip bir sıralama dikkatimi çekti. Garipti çünkü gerçekten önünde veya ardında herhangi bir bağ bulunmayan yazarlar 'yazının garipleri' gibi bir araya toplanmıştı. Liste Necip Fazıl, Sezai Karakoç ile başlıyor (bu iki ismin eserleri arasında ilişki vardır), başka ilişkisiz isimle devam ediyor, en sonunda Dostoyevski ile bitiyor. Başka listelerde dikkatimi çekmişti, bazen Dostoyevski yerine Tolstoy veya başka bir isim de yer alabilir. İyimser yaklaşım, listeyi oluşturanlar ne yazdıklarını bilmiyor, okuyacak olanlar ise listeyi hiç takip etmeyeceklerdir. Hal böyleyken bu basit örneği ciddiye almalı mıyız? Almalıyız çünkü yersiz sıralamalar, düşünce ve edebiyatla ilişkideki kökü derinlere giden sorunlu bir yaklaşıma dikkatimizi çekiyor. Genellikle büyük yazarları ve kitapları okumuyoruz, onların isimlerini anmakla bir sihir yapmak istiyoruz; bilhassa klasik eserlerin isimlerde bir sihir olduğu muhakkaktır.
Tanzimat ile başlayan (kökleri Lale devrine uzanan) çeviri süreci Cumhuriyet döneminde ciddi ivme kazanmış, hem İslam kaynakları hem Batılı yazarların farklı alanlardaki eserleri tercüme edilmiş, eğitimin yaygınlaşmasıyla da çağdaş toplum ve aydın olmanın bir sorumluluğu olmak üzere 'klasik okumak' "milli" ideal haline getirilmişti. Her insan az çok bu idealden yükünü almış, genellikle okuma faaliyetinin iktiza ettiği sıkıntılı sürece tahammül edemediği için de bu idealin altında kalmıştır. Klasik okumak hali hazırda da en ciddi sorunlarımızdan birisidir. Bu durum sadece ülkemize mahsus bir durum da değil. Dünya çapında okunan eserlere bakınca, okuma oranlarının düşüklüğünden endişe etmemek gerekir. Çünkü mesele okumadaki oran değil, okunanın değeri ise dünyada müşterek sorun olduğunu unutmamak gerekir. Haddizatında edebiyat ve felsefenin temel eserlerini okumak gerçekten zordur. O kadar zordur ki sorunla yüzleşebilmek için okumak gerekli midir diye sormak gerekir: Bir okur Platon, Mevlana, Attar, İbnü'l-Arabi gibi düşünürleri veya Balzac, Dostoyevski, Tolstoy gibi edebiyatçıları niçin okumalıdır?
Stefan Zweig niçin hala popülerdir diye bir değerlendirmede bu sorunun çözümü için takip edilebilecek yolu, bilhassa ülkemizde ortaya çıkan eksikliği düşünmüştüm: Zweig dünyanın herhangi bir yerinde bir okur için okunması zor sayılabilecek yazarlar ile okur arasında köprü işlevi görerek metinlerle pragmatist ilişki kurabilmenin vasatı olmuştur. Üslubu vasat, düşüncesi vasat ve yaptığı iş ise bir zemin ve vasat olarak Zweig okura büyük kitapların dünyasını aralamıştır. Birçok insan Dostoyevski, Tolstoy gibi uzun metin yazan edebiyatçıları veya takip edilmesi ihtisas gerektirebilecek düşüncenin farklı alanlarındaki isimlerini bir ara yazar olarak Zweig'den takip edebilmiştir. Zweig ne kadar lazımsa bu dünyadan o kadar bahsetmiş, büyük yazarlardan cümleler, anekdotlar aktarmış, insanların onların cümleleriyle konuşabilmesine katkı sağlamıştır. Ülkemizde bilhassa İslam düşüncesinin kurucu isimlerini ve metinlerini okumadaki en ciddi sorun 'ara yazar' yoksunluğudur. Bu durum miras ile okur arasında aşılması güç bir mesafenin doğmasına yol açmış, isimlerini zikretmenin ötesinde eserlerle ilişki kurmak mümkün olamamıştır. Akademik araştırmalar, 'ara yazar' boşluğunu doldurmak için uygun zemin değildir, İslam mirası söz konusu olunca bir ara yazar yok, başka bir anlatımla bir Zweig'imiz yoktur.
Düşünce tarihinde her zaman ara yazarlar vardı, düşünce böyle isimler üzerinden yayılır, yeni üsluplar yeni anlatımlar kazanırdı. Bu yazarlar bazen metinleri şerh eder, bazen özetler, bazen aynı tarzda daha basit metinler yazar, bazen menkıbelerle konuyu yayardı. Günümüzdeki sorunun öyle hemen çözülmesini beklemek makul bir yaklaşım olmaz. Lakin dikkatimizi 'ara yazar' sorununa verebilirsek, nispeten kısa olmayan bir zaman diliminde büyük eserler ile sahici ilişki kurmanın yolunu bulabiliriz. 'Ara yazarlar' bulana kadar, okullarda veya başka mahfillerde okunmayan ve okunsa dahi fayda sağlamayacak listeleri hazırlamaya da devam edeceğiz. Meselenin trajik yanı da budur.
Ekrem Demirli