Deyimler bir dildeki değerleri en güçlü şekilde temsil eden ifadelerdir. Herhangi bir dilin deyimlerini az çok tanıdığınızda o dili konuşanların dünya görüşlerine, hayat tecrübelerine, onların ahlakına az çok vakıf oldunuz demektir. Öteden beri düşüncenin sorunu, dil ve zihin, zihin ve gerçeklik ilişkisiydi. Zihnimizdeki kavramların gerçeklikle ilişkisini hiçbir zaman tam olarak bilemeyiz. Bununla birlikte dilin dünyayı temsil ettiği ve geniş bir zaman diliminde tevarüs edilen değerlerin dil yoluyla fertlere talim edildiği kesindir. Grek felsefesinin tercüme sürecinde Arap dilcileri 'dil mantıktır (düşünme tarzı)' diyerek çevrilen felsefenin Greklerin dilinden neşet ettiğini söylemiş, başka bir mantığa yönelmek yerine, Arapça düşünmenin gerekliliğini savunmuştu. Bu iddia birçok yönden doğru görünüyor. Vakıa dil bize düşünme tarzı sunar, dünyayı algılayabileceğimiz kalıpları verir, varlığı dilde görürüz, zihnimiz ve ahlakımız dille şekillenir.
Bir süredir bir deyimin nasıl bir tecrübeye dayandığını, nasıl bir akıl öğrettiğini ve hepsinden önemlisi deyimin bize öğrettiği akla karşı durabilmenin imkanını düşünüyorum. Sözünü ettiğim deyim 'Merhametten maraz doğar' deyimidir. Galiba deyimi duyan herkes, hayatında birkaç kere merhametinin doğurduğu marazlarla karşılaşmış, ikna edilmek için başka delile gerek duymadan deyime hak verecek durumdadır. Bu meyanda deyim iyiliğin istismara karşı nasıl korunabileceğini, her halükarda iyi kalmanın yöntemini göstermiyor, sütten dili yanmış olanlara yoğurdu üfleyerek yemeyi, hatta hiç yememeyi telkin ediyor. Üstelik deyim yalnız da değildir; bu anlama gelebilecek onlarca deyim bulunabilir ve bunca deyim arasından 'merhamet iyidir' diyebilecek bir düşünceye ulaşmak zordur. Zihin için dilden daha büyük mağara yoktur. Bu nedenle aklın yetkinleşmesi dille mücadelede şekillenir, dilde kendisine boşluklar arar, yanlış ve eksik tecrübelerden kendisini koruyarak gerçeğe ulaşmak ister. Metafizik okumanın nedenlerinden birisi zihni dil ve tecrübeye karşı koruma gereğidir. Metafizik tecrübeyle yorulmuş zihne karşı durabilmeyi, dürtülerin korkutuculuğuna karşı cesareti, benzerliği görmekle bıkmış duyulara karşı merakı telkin eder.
Alem Merhametten Doğmuştur: Malül Alem ve Sebep Merhamet
Tanrı alemi bilinmek için yarattı. Tanrı mutlak rahmet ve mutlak iyi iken varlık ile merhamet arasındaki özdeşlik, merhameti alemin varlık sebebi haline getirir. Alem ilahi merhametten var olmuştur. Tanrı'nın alemi rahmetinden yaratmış olması, Rahman isminin anlamıyla ilgili olduğu kadar yaratma eyleminin tecelli ve nefes gibi terimlerle izahı da yaratmanın sürekliliğiyle ilgilidir. Öte yandan bu yaklaşım Hakikat-i Muhammediye yani Hz. Peygamberin ezeli hakikati ile alem arasındaki ilişkinin kurulduğu yeri bize gösterir. Allah Hz. Peygamber'e hitaben 'Seni alemlere rahmet olmak üzere gönderdik' der. Ne kadar tevile gidersek gidelim, sözü edilen genişliği daraltmanın imkanı yok iken rahmeti de varlıktan başka anlamda anlamak mümkün görünmüyor. O zaman Peygamber (burada peygamber metafizik ilke olarak düşünülür ve bütün insanlığı içerir) alemin varlık sebebidir demek ile alem merhametten var oldu demek aynı anlamdadır.
Öte yandan 'alem merhametten var olmuştur' demek, geçmişte olmuş bitmiş hadiseye atıf yapmaz. Alem ve içindeki her bir şey her fiil her hadise ve her tikel, merhametten var olmuştur ve olmaya devam eder. Tanrı'nın Rahman olduğunu bilmek, alemdeki her tikelin merhametle ilişkisini bilmektir ve bu nedenle dini hayatın kurucu cümlesi besmele, yani Rahman ve Rahim olarak Allah'ı anmak oldu.
Peki merhametten doğan alem nasıl bir durumda var oldu? Sorunun cevabı 'merhametten maraz doğar' cümlesinin gerçek anlamını gösterecektir. Alem Tanrı'dan mekanik işleyişe sahip yetkin bir şekilde var olmadı. Alem yetkin olsaydı varlığı sabitleşir ve süreklilik kazanır, Tanrı'ya ilk yaratılışın dışında muhtaç olmazdı. Büyük metafizikçi Konevi 'bir şeyden kendisi gibi olan çıkmaz' der. Var olmak ve yaratılmak, farklılaşmak ve ayrışmak demektir; yaratmanın yönü ise aşağı doğrudur. Yaratılmak ilkeye göre eksilerek var olmak demektir. O zaman 'alem merhametten doğmuş' olsa bile, bu ilişki sürsün diye alem mükemmel olmadı. Bu nedenle alem 'malül (nedenli)' yani hasta var oldu. Hastalık eksiklik, yetersizlik, ihtiyaç demektir. Alem şifaya yani varlığını ikmal ettirecek ve onu sürekli var kılacak birisine muhtaçtır.
İşte dildeki deyim ile metafizik ilkenin uzlaştığı nokta burasıdır: Merhametten her zaman maraz doğar, her zaman maraz/hastalık doğacaktır. Lakin iki sözün varmak istediği nokta çelişir. Dildeki deyimin amacı merhameti istismardan korumak, aklı içgüdülerle ürküterek dikkatli yaşamayı telkindir. Fakat burada dikkatten kaçan nokta merhametten 'hasta' olarak var olmuş insanın kendisinin ve merhametinin de hasta olduğunu unutmasıdır. Ahlakı bozan da içerdiği bu kibir ve ayrıştırma duygusudur. Buna mukabil metafizik ilkenin amacı ise merhametin sürekliliğini anlatmaktır. Alem ve içindeki her şey 'malül' yani hasta ise insanın kendisi de ahlakı da merhameti de hastadır. Bu deyimin ahlaka dönüşebileceği tek yön, bir lütuf olarak ona bakıp, insanın kendi acizliğini ve yoksulluğunu hatırlamasıdır.
Ekrem Demirli