Türk-Alman ilişkilerinde 2013 yılından itibaren ortaya çıkan ve gün geçtikçe derinleşen krizin konjektürel değil yapısal bir soruna işaret ettiği artık ayan beyan ortada. Her iki ülkede cereyan eden siyasi olaylar ve seçimler bu krizin dozunu zaman zaman arttırsa da sorunun temelini tekil bazı olaylarda görmek son derece sığ bir bakış açısını temsil etmektedir. Zira Türk-Alman ilişkilerini yakından takip edenler açısıdan bugün yaşadığımız kriz adım adım, göstere göstere gelmiştir. Dahası krizin bundan sonra daha da derinleşeceği, Almanya'nın provakatif adımlar atmaya devam edeceği ve Türkiye'nin de buna cevap vereceği çok daha sert bir dönem bizi bekliyor.
Bize göre bu durumun temelde iki sebebi bulunmaktadır. Birinci sebep tarihten gelen Asimetrik ilişki biçiminin bugün Türkiye tarafından eşit ortaklığa dönüştürülmeye çalışılmasıdır. İkinci sebep ise Alman dış politikasında soğuk savaşın sona ermesi ve yeni iddialı, agresif ve ekonomik olarak çok güçlü bir Almanya'nın ortaya çıkması ile yaşanan eksen kaymasıdır. Her iki konuyu da bu yazının sınırları içerisinde analiz etmek mümkün olmadığından bu yazıda birinci sebebi ve bununla neyi kastettiğimi analiz etmeye çalışacağım. Diğer faktörü ise sonraki yazıda ele almaya çalışacağım.
Osmanlı döneminden itibaren Türk-Alman ilişkilerinin tarihine vâkıf olanlar bu ilişkide Almanya'nın belirleyici olduğu, racon kestiği, Türkiye üzerinde çeşitli vasıtalarla baskı kurduğu asimetrik bir ilişki biçimi olduğunu göreceklerdir. Almanya özellikle de soğuk savaş dönemi ve 90'lı yıllarda Türkiye'ye maddi ve askeri yardım yapan, insan hakları ihlallerini bahane ederek Türkiye'nin iç işlerine müdahale eden zaman zaman ambargo uygulayan, AB üyeliği konusunda ise bazen ekonomik bazen ise kültürel ve dini farkılılıkları öne sürerek AB içerisine Türkiye karşıtlığının bayraktarlığını yapan bir ülke olarak ikili ilişkilerde hep belirleyici konumda olmuştur. Alman vakıfları, akademisyenleri, entellektüelleri, gazetecileri, siyasetçileri Alevi meselesi, Kürt meselesi, PKK sorunu ve son olarak FETÖ meselesi gibi Türkiye'nin ulusal güvenliği ve sosyal barışı açısından hayati önem arz eden hemen hemen bütün kritik konularda aktif bir biçimde pozisyon almış ve belli bir politika çerçevesinde hareket etmişlerdir.
Türkiye ise içinde bulunduğu ekenomik şartlar ve siyasi sorunlar nedeniyle Almanya'da oluşan Türk diasporasına yönelik olarak Türkiye'den cami ve okullar için imam ve öğretmen gönderme dışında Almanya'ya yönelik elle tutulur bir politika geliştirememiştir. Bütün bu resim, son on beş yılda Türkiye'nin göstermiş olduğu ekonomik ve siyasi dönüşüm sonucunda değişmiş durumdadır. Bugün ortaya çıkan yeni Türkiye diasporasına yönelik kapsamlı politikalar geliştirmekte, dış politikada gittikçe bağımsız bir çizgi izlemekte, kendi iç işlerine müdahele edilmesi ve terör örgütlerinin müttefikleri tarafından kollanmasını artık görmezden gelmemektedir.
Dolayısıyla Türkiye son dönemde attığı adımlarla Almanya'nın belirleyici olduğu o eski ilişki biçiminin bittiği mesajını açık ve net bir şekilde Almanya'ya vermektedir. Almanya ise Türkiye'nin yaşamış olduğu bu dönüşümü tersine döndürmek yahut hiç değilse durdurmak için adım üstüne adım atmaktadır. Son referandum sırasında doğrudan Türkiye'nin iç işlerine müdahale ederek "hayır" kapmanyasının desteklenmesi bunun en somut göstergesi olmuştur. Alman medyası ve siyasetçilerinin tepkilerine bakınca sanki Türkiye Almanya'nın eski bir sömürgesiymiş gibi hareket etmektedirler. Aksi takdirde diğer Avrupa ülkelerinde görülmeyen düzeyde ortaya çıkan bu histeri ve panik halini anlamlandırmak mümkün değil. Fakat referandum şunu gösterdi ki Türk milleti eski Türkiye'yi tüm ilişki biçimleriyle tasfiye etme ve Türkiye'nin çıkarlarının ön planda olduğu Yeni Türkiye'yi inşaa etme konusunda kararını vermiş durumda. Bu noktada 2019 seçimleri Almanya açısından referandum sonrasında ikinci raund olarak görülmekte ve bugün tırmandırdığı kriz ile 2019 seçimlerinde Türkiye'nin yaşadığı dönüşümü durdurmayı hedeflemektedir.