Geçen haftaki yazımda Batı siyasetinde aşırı sağın yükselişinin konjektürel bir durum olmaktan ziyade kalıcı bir değişikliğe işaret ettiğini ifade etmiştim. Yani aşırı sağın yükselişi bir yol kazası değil. Batıda Müslümanlar ve İslam hakkında bir paradigma değişikliği yaşanmazsa aşırı sağ daha uzunca bir dönem Batıda siyasetin gündemini şekillendirecek gibi gözükmektedir.
Zira bazı Batı ülkeleri özellikle soğuk savaş sonrası müslümanları yeni öteki/düşman olarak belirlemiş ve adım adım müslümanları şeytanlaştırıp ötekileştirmişlerdi. Bu noktada İslam dünyasındaki El Kaide ya da DEAŞ gibi kullanışlı aptallar da tamda Batının istediği şekilde kör bir terörizme yönelerek Batının ekmeğine yağ sürdüler. 11 Eylül sonrası ise medya ve siyaset eliyle İslam ve terörizm özdeşleştirildi. Amerika ise bu zemin üzerinde hareket ederek Afganistan ve Irak gibi ülkelerin işgalini meşrulaştırdı. Dış politikada kullanışlı bir manivela haline gelen Müslümanlar eşittir terör söyleminin Batı iç siyasetinde yansımasının olmaması ise düşünülemezdi.
Tarihsel korkular, artan göç nedeniyle demografik yapının değişmesi, Batı toplumlarının kimliğinin ne olacağı konuları etrafından şekillenen bir tartışma sonucunda Batı ülkelerinin kahir ekseriyeti çok kültürlülük deneyiminin iflas ettiğini açıkladılar. Batıdaki Müslümanlar artık aynı zamanda içerideki düşman ve bir güvenlik sorunu olarak görüldüklerinden Müslümanlara yönelik ayrımcı söylemler ve Müslümanların dini özgürlüklerinin kısıtlanması meşru hale geldi.
Müslümanlarla ilgili sürekli negatif bir gündemin kamuoyuna pompalandığı böyle bir atmosferde aşırı sağ partilerin başarı üstüne başarı kazanması kimseyi şaşırtmamalıdır. Dolayısıyla Trump gibi liderler ya da AfD gibi partiler her şeyden önce Obama gibi siyasetçilerin ve CNN gibi medya organlarının Müslümanlar ile ilgili takip ettiği siyaset ve söylem nedeniyle başarılı olmaktadır.
Bu noktada Batı siyasetini bekleyen esas tehlike aşırı sağın yükselişini durdurmak isteyen ana akım siyasetçilerin aşırı sağın gündemine teslim olarak aşırı sağcılaşmaları olduğu açıktır. Bunun ise kolaya kaçmak olduğu izahtan varestedir. Zira Batı siyasetinin bugün ihtiyaç duyduğu akıntıya karşı kürek çekecek vizyoner ve cesur liderlerdir. Yani aşırı sağın baskısı nedeniyle çok kültürlülüğün iflas ettiğini iddia ederek Müslümanların hâkim kültür içinde asimile olmalarını talep etmek yerine, küreselleşme ve göç hareketleri sonucunda çok kültürlülüğün bugün Batı toplumlarının bir gerçeği olduğunu kabul eden liderlere ihtiyaç duyulmaktadır.
Bugün ancak Batıdaki hakim söyleme meydan okuyabilen cesur ve vizyoner liderler Batı toplumlarını bu gerçeğin kabul edilmesi konusunda ikna edebilirler. Fakat ne yazık ki Batı siyaseti uzunca dönemdir karizmatik ve vizyoner lider sıkıntısı çekmekte, mevcut liderler ise kitlelerin korkularının peşinden koşmayı tercih etmektedirler. Bu durumun Batıyı pek de iyi bir noktaya götürmediğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Sadece iki dünya savaşı arası dönemin tarihini birazcık okumak yeterli olacaktır.