ABD Başkanı Trump'ın Irak'taki çok sıkı korunan bir üsse Amerikan askerlerini ziyareti bu haftanın gündemiydi. Hâlbuki 6 asır önce Sultan Yıldırım Bâyezid, düşman ordusu tarafından dört bir taraftan sarılmış Niğbolu Kalesi'nin surlarının dibine gidip askerleriyle görüşmüştü.
Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump'ın Irak'taki Amerikan askerlerini birkaç saat süren ziyareti konuşuldu. Amerika başkanı daha önceki başkanlar Bush ve Obama gibi gizlice Irak'ta her tarafı Amerikan askerleriyle dolu olan ve çok sıkı korunan bir üsse gitmişti. Hâlbuki bundan 622 yıl önce önemli Osmanlı padişahlarından biri olmasına rağmen, Timur yenilgisi sebebiyle yıldızı sönen Sultan Yıldırım Bâyezid, düşman ordusu tarafından dört bir taraftan sarılmış Niğbolu Kalesi'nin surlarının dibine kadar girerek, kale komutanı Doğan Bey ile görüşmüştü.
Osmanlıların Yıldırım Bâyezid döneminde Balkanlardaki ilerleyişleri ve İstanbul'u kuşatmaları başta Macaristan olmak üzere Avrupa devletlerini telaşlandırdı. Macar Kralı Sigusmund ile Bizans İmparatoru Manuel'in gayretleri ve papanın verdiği vaaz ve yayınladığı beyannameler, Batı Avrupa'daki Hristiyanları ilk defa Osmanlılar'a karşı harekete geçirmişti. Kurulan Haçlı ordusuna Macarlar başta olmak üzere Fransızlar, İngilizler, İskoçyalılar, Polonyalılar, İsviçreliler, İtalyanlar, Belçikalılar, Avusturyalılar ve Hollandalılar katılmışlardı. Haçlı kuvvetleri içerisinde Macar Kralı Sigismund ve Fransa Kralı İkinci Jean'ın torunu Nevers kontu Jean Sans Peur'un yanı sıra tüm birçok asilzade ve şövalye de bulunuyordu. 10 bin kişiden oluşan Fransız birliğinin yaklaşık yüzde onu Fransa'nın sayılı asilzâdelerindendi.
HAÇLI SEFERİ
Bazı Avrupa tarihçilerinin son Haçlı Seferi olarak tanımladığı bu topluluk üç asır önce Kudüs'ü işgal eden atalarının hayalleriyle yola çıktılar. Türkleri, Rumeli'nden atıp, Kudüs'e kadar gidecek ve isimlerini tarihe yazdıracaklardı. Haçlı ordusu kalabalıktı ama komuta birliğine sahip değildi. Osmanlı topraklarına iki koldan giren Haçlı ordusu süratle Tuna'yı geçti. Müslümanları kılıçtan geçirerek ilerleyip, Niğbolu'yu kuşattılar. Haçlılar zafer sarhoşluğuna erkenden girmişlerdi. Niğbolu komutanı Doğan Bey, teslim teklifini reddetti. Kaleyi kuşatan Haçlılar bir taraftan da eğleniyorlardı. Macar Kralı Sigusmund, arka arkaya devirdiği şarap kadehlerinin de etkisiyle, "Türkler ister gelsin ister gelmesin, önümüzdeki yaz Suriye'deyiz. Beyrut, Yafa ve diğer şehirleri Müslümanlardan kurtarıp, Kudüs'ü ve Hristiyanlığın bütün kutsal şehirlerini fethedeceğiz" diyordu.
Haçlı ordusunun haberini alan Sultan Bâyezid, İstanbul kuşatmasını kaldırıp, lakabına uygun bir şekilde yıldırım gibi hareket ederek Niğbolu'ya altı saatlik bir mesafeye kadar geldi. Çıkarılan keşif kolları, kalenin büyük bir düşman ordusu tarafından sarıldığı haberini getirdiler.
Yıldırım Bâyezid, Niğbolu'nun düşman eline geçip geçmeyeceğini merak ediyordu. Kale komutanı Doğan Bey, son derece iyi bir askerdi ancak bu kadar kalabalık bir orduya karşı dayanamayıp, teslim olabilirdi. Niğbolu'yla haberleşme imkânı bulunamamıştı. Kaleye, Osmanlı ordusunun geldiğinin bildirilmesi için bir haberci gönderilmesi gerekiyordu. Fakat düşman kuvvetleri arasından sıyrılıp, Niğbolu'ya ulaşmak imkânsız gibiydi.
PADİŞAH DÜŞMAN İÇİNDE
Bir süre düşünen Yıldırım bir çare çalıştı. Çıkar yol bulamayınca bizzat kendisi gitmeye karar verdi. Devlet ileri gelenleri böyle bir çılgınca işe razı olmayıp, padişaha engel olmamaları için devlet adamlarına haber vermedi. Çadırından çıkarak, gizlice atına bindi ve birkaç adamıyla birlikte kaleye doğru yola çıktı. Gece karanlığında ilerleyerek, kendini belli etmeden düşman hatlarından geçerek kale surlarının önüne varan Yıldırım, "Bire Doğan!... Bire Doğan!..." diye bağırdı. Surların üzerinde endişeli gözlerle düşmanın hareketlerini izlemeye çalışan Niğbolu Kalesi komutanı Doğan Bey, duyduğu sese şaşırmıştı. Düşman ordusu tarafından dört bir taraftan kuşatılmışken, hükümdarın burada işi neydi. Doğan Bey, ne olduğunu anlamaya çalışırken o sesi yine duydu: "Bire Doğan!... Bire Doğan!...". Bu sefer duyduğu sesin hayal olmadığını anlayan Doğan Bey sevinçle surlardan aşağıya baktı. Gecenin karanlığı içerisinde atının üzerinde Yıldırım Bâyezid duruyordu. Şaşkın bir şekilde cevap verdi: "Emret saadetlü sultanım."
Bâyezid muhatabını bulmanın rahatlığıyla sordu: "Bire Doğan!... Hâlin nicedir?" Hâlâ karşısında sultanın olduğuna inanamayan kale komutanı "düşmanın bir hafta önce gelerek, Niğbolu'yu dört bir taraftan kuşattığını ancak yardım geleceğine emin oldukları için dayandıklarını, surların sağlam, erzağın bol olduğunu" söyledi. Bunun üzerine Yıldırım, "Hele dayanın. İşte biz de vardık" dedi ve gecenin karanlığı içerisinde gözden kayboldu. Doğan Bey, gördüklerinin hayal mi, gerçek mi olduğunu anlayamamışken, sesleri duyan ve kaleyle birinin haberleştiğini anlayan düşman askerleri haberci olduğunu zannettikleri kişiyi yakalamak için harekete geçtiler. Ancak gece karanlığında rüzgâr gibi giden atıyla Yıldırım çoktan gözden kaybolmuştu.
NİĞBOLU ZAFERİ
Yıldırım'ın kaleye geldiğinin ertesi günü Türk ordusu Haçlıların karşısındaydı. Osmanlıları bu kadar erken karşılarında göreceklerini tahmin etmeyen Haçlılar, şaşırmalarına rağmen "Gök yıkılsa mızraklarımızla tutarız" diyecek kadar da zafer kazanacaklarına emindiler.
25 Eylül 1396'da Niğbolu önlerinde iki ordu karşılaştı. 100 bin kişiden fazla olan Haçlı ordusunun yarıdan fazlasını Macar askerleri oluştururken, ikinci büyük kuvvet 10 bin kişiyle Fransızlara aitti. Osmanlı ordusu ise 60 bin askere sahipti. Daha önce Osmanlılarla hiç karşılaşmamış olan Batı Avrupalılar, kolay bir zafer kazanacaklarını düşünüyorlardı. Ancak daha önce Türklere karşı savaşmış olan Macar Kralı temkinliydi. Osmanlı kuvvetlerinin durumunu anlamak için önce piyadelerin gönderilmesini ve şövalyelerin arkada beklemesinin doğru olacağını söyledi. Fakat kolay bir zafer kazanacaklarından emin olan Batı Avrupalılar galibiyeti Macarlara kaptırmak istemiyorlardı. İlk hücumu yaparak zaferin şerefini kazanmayı düşünüyorlardı.
Savaş, Fransız şövalyelerinin hücumu ile başladı. Ardından İngilizler ve diğer Avrupalı askerler Osmanlı ordusunun üzerine saldırdılar. Süvari olan şövalyeler, piyade olan ilk saftaki Azap askerlerini dağıtınca zaferi kazandıklarını zannettiler. Hâlbuki Türk ordusu 1500 yıldır uyguladığı hilal taktiği gereğince yanlara yayılarak düşman kuvvetlerini sarmıştı. Macar kralı durumu anladıysa da iş işten geçmişti. Eflak Voyvodası ve Hırvat Kralı derhal harp sahrasından kaçtılar. Osmanlı askerlerinin ok yağmuruyla atlarını kaybeden şövalyeler, piyade Osmanlı kuvvetleri tarafından kılıçtan geçirildiler. Savaş başlayalı üç saat olmuştu ve mağrur şövalyelerin çoğu öldürülmüştü. Kaçmaya çalışanlar da Tuna'da boğuldular. Macar Kralı bir kayığa atlayarak canını zor kurtarmış, Haçlıların birçok komutanı da esir alınmıştı. Esirlerin arasında cesaretinden dolayı Korkusuz Jean diye anılan Fransız hanedanından Nevers kontu Jean Sans Peur da vardı. Kudüs'te bir haçlı kontluğu kurma hayalleri ile yola çıkan Fransızlar perişan olmuşlardı. Zafer Türk ordusunundu.
Erhan Afyoncu