Yaşadıklarımız bir kere daha gösteriyor ki Türkiye'de devam eden mücadele yerli ve milli siyasetle Batıcı siyaset arasında.
15 Temmuz'da bu mücadele en belirgin halini aldı. Bu yılın ocak ayında yerli ve milli siyasetin temsilcileri Cumhur ittifakı adıyla bir ittifak kurdular ve "biz buradayız" dediler. Batıcı siyasetin temsilcileri ise bir yandan iktidar arzuları, bir yandan kaybetme korkuları, bir diğer yandan da ideolojik çelişkileri dolayısıyla hâlâ bir ittifak çatısı altında birleşemediler.
***
Dört parçalı bir yapı var karşımızda. CHP, HDP, İP ve SP'den bahsediyorum.
Temelde birleştikleri tek bir husus var.
Erdoğan düşmanlığı. Onun ötesinde birbirine benzemeyen unsurlar bunlar. Fakat Erdoğan düşmanlığı onlar için o denli hayati bir unsur ki hatırı sayılır bir süredir Türkiye'nin temel meseleleri söz konusu olduğunda benzer refleksler gösteriyorlar.
Hepsi yerli ve milli siyasete karşı Batıcı siyaseti savunuyorlar.
Savundukları tezler Batı medyasının ürettiği Türkiye karşıtı argümanlardan başka bir şey değil. İddialı bir Türkiye'ye karşılar. Büyük Türkiye'nin dirilişi onların en büyük korkusu. En önemli zaafları da Gezi kalkışmasıyla başlayan, FETÖ ve PKK operasyonlarıyla devam ettirilen ve 15 Temmuz darbe girişimiyle zirveye çıkan yıpratma savaşında Türkiye'nin değil Batı'nın yanında yer almaları. 15 Temmuz sonrasında devletin ve ülkenin terörist unsurlardan arındırılmasına yönelik aldığı tedbirleri sözüm ona demokrasi vurgusuyla eleştirdiler. Toplumda hiçbir olumsuzluğa yol açmayan, aksine toplumun emniyetini artıran OHAL uygulamalarını demokrasiye darbe olarak yansıttılar.
***
Şimdi bu dört parçalı yapının bütün unsurlarının bir araya gelmesi ve ortak bir adayda karar kılıp R. Tayyip Erdoğan karşısına çıkarmaları gerekiyor. En önemli meseleleri bu ortak adayı ne zaman belirleyecekleri. Ya bir çatı aday belirleyip seçime öyle gidecekler ya da herkes kendi adayı ile seçime gidecek ve seçimin ikinci tura kalmasına çalışılacak. Eğer seçim ikinci tura kalırsa o takdirde Erdoğan karşısında ikinci gelen aday desteklenecek.
Eğer seçimler 2019'da yapılsaydı bu tercihi rahat rahat yapabilirlerdi. 2019'a kadar bir yandan ülkeyi dibe çekmeye, sokakları karıştırmaya, ekonomiyi zor durumda bırakmaya çalışacaklar, öte yandan da inceden inceye adaylarını parlatacaklardı. İttifaktaki bütün aktörlere iktidar arzularını dindirecek sözler verilebilecek, kaybetme korkuları bertaraf edilecek ve ideolojik çelişkiler bir süreliğine gizlenebilecekti.
Gelgelelim seçimler erkene alındı. Evet gafil avlandılar. Şimdi apar topar Cumhur ittifakına karşı bir ittifak oluşturmanın derdindeler.
Öyle zannediyorum ki seçimler erkene alınınca, "ikinci turda ikinci adayda ittifak" senaryosu gözlerine gerçekçi görünmemeye başladı.
Onun yerine Erdoğan karşısına yeniden "çatı aday" çıkarma arayışı içine girdiler.
Kulisler, hülleler, al-verler! Bunların türlü türlüsünü gördük, daha da göreceğiz. Zira karşımızda toplum önünde organik bir şekilde siyaset yapan ve gerçek anlamda demokratik rekabetle iktidar olmanın yollarını arayan unsurlar yok. Bu yollara tevessül etmeye mecburlar.
CHP'nin tek kalemde 15 milletvekilini Meral Akşener'e armağan etmesi buna bir örnek. Öte yandan Saadet Partisi de AK Parti'den milletvekili araklamak için çabalıyor. Beyhude bir çaba olsa da akılları buna çalışıyor. Sanıyorum bu çabaların hepsi Abdullah Gül'ü "ittifakın ortak adayı" yapmakla ilgili. Duyumlarım Gül'ün ikna olduğu yönünde. Bakalım CHP, HDP, İP de ikna olacak mı? O da öyle kolay görünmüyor.
Bunu göreceğiz. Fakat şu ana kadar sureti haktan görünenlerin bir bir ifşa oluyor oluşu da sürecin kazanımı. Erdoğan karşıtı blok hangi yolu izlerse izlesin 24 Haziran seçimlerine rehavet içinde gidilmemesi gerektiği açık.
Müsaadenizle bir kez daha söylemek istiyorum, rehavet en büyük düşmanımız!
Fahrettin Altun - Sabah