Güneşli fakat serin bir Pazar günü yolumu Seferihisar'a düşürmüştüm.
Limana arabayı park edip biraz yürüdükten sonra kravatlı, ceketli bir kalabalıkla karşılaştım.
Hemen hepsi Deniz Baykal'ın kurmay heyetindendi.
Aralarında tanıdıklarım vardı. Epeydir, dünyalarımız ayrıydı ama beni görünce sıcak biçimde karşıladılar.
"Hayırdır, ne oluyor?" dememe kalmadı.
"Yeni Başkanımızı sık sık ziyarete geliyoruz. Tunç Bey çok değerli bir arkadaşımızdır; geleceği çok parlak, üzerinde önemle duruyoruz" dediler.
Sohbet uzayınca anladım ki, bu ekip ve bir takım güçlü çevreler birlikte özel bir çalışma yaparak Soyer'i Seferihisar Belediye Başkanlığına taşımışlardı. (12 Eylül'ün taraflı savcısı baba Soyer'e bir borç ödeme miydi, bilemiyorum!)
Şimdi Tunç Soyer İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı.
Meğer Kılıçdaroğlu'nun da gözbebeğiymiş.
Nereden nereye mi demeli?
Yoksa aslında hepsi bir mi?
İşaret etmeye çalıştığım şey şu...
Siyaset oligarşisi diye bir şey var.
Partiler üstü parti gibi bir şey bu.
Eski Türkiye'nin güçlü uzantısı.
Kılıktan kılığa giriyor; şucu bucu, şöyle böyle...
Ama hepsi aynı tezgahtan..
Ve hep "dışarı"ya bağımlı ve sevdalı.
Problem burada...
Görmezden geliyoruz, üzerinde durmayı ihmal ediyoruz, adını koymaya çekiniyoruz.
Oysa siyaset sahnesindeki fanatik HDP'li, muhafazakar, mutedil CHP'li, sıkı Kemalist görünen insanların birbirleriyle kolayca el ele tutuşuvermelerinin...
Yeni Türkiye'nin bağımsızlık arayışında sürekli çelmelenişinin arkasında siyaset oligarşisi gerçeği var.
Kılık kıyafetleri ne kadar farklı olursa olsun, babalar ile oğulları bağlayan, güçlü ve zengin aileleri aynı hedefe asker yazdıran, istediği zaman bürokrasiyi hizmetine alabilen buderin "network"le yüzleşmezsek, pek çok şeyi anlayamayacağız.
Önemli not: Siyaset oligarşisinin muhafazakarlar arasındaki temsilcilerinin yeniden hareketlenmeye başladıklarını görüyor, izliyor musunuz?
Haşmet Babaoğlu - Sabah