Ben evcil hayvan olmayan bir evde büyüdüm. Ne bir kedim oldu ne de bir köpeğim. Oynadığımız sokaklarda kediler ve köpekler vardı ama onlara ne dokunurduk ne de severdik. Yakın bir zamana kadar bir kediyi kucağıma alıp sevmişliğim bile yoktu. Ben öğrenmediğim için çocuklara da öğretemedim hayvanları sevmeyi. Dünyanın en munis hayvanı koyundan bile çekiniyorlar. Sokakta köpek gördüklerinde korkuyorlar ve kedileri ellerine alıp sevemiyorlar. Bu duruma üzülmüyor değilim. Bir ara akvaryum almıştık. Bakmayı beceremedim ve balıkların öldüğünü gördükçe çok üzüldüğüm için bir yakınıma verdim. Sesi için beslenen kuşlardan birinden almaya niyet ettim ama bir türlü fırsat bulup alamadım. Biraz ihmal ettim. Bir ara kedi almaya heves ettim, onu da beceremedim.
Biz meyveyi pazarlarda ve manavlarda görerek büyüdüğümüz için meyve ağaçlarını tanıyamam. Kiraz ile vişneyi de ayıramam, erik ile elmayı da. Eğer dalında meyvesi yoksa ne ağacı olduğunu bilmem. Bildiğim iki ağaç var. Biri ıhlamur, diğeri de armut. Bunları bilmemin nedeni de okuduğum orta okul ve lisenin bahçesinde olması. Her sene okullar tatil olmadan önce hocalar ağaca çıkarıp ıhlamur toplatırlardı. Armut ağacına çıkmak için kimsenin istemesine gerek duymazdık.
Çiçeklerden de papatyayı, gülü, karanfili ve laleyi bilirdim. Erguvan, çuha, kasımpatı, nergis, sümbül, mor menekşe, hanımeli, fulya, şebboy, begonvil, orkide, leylak ve lavantayı gençlik yıllarımda öğrenecektim. Bir de hâlâ bilmediğim, defalarca bakmama rağmen adını bile bir türlü hatırlayamadığım küstüm, kuşkonmaz, aslanağzı, ayı ağzı, ballıbaba, acem borusu, buhurumeryem, ciğerci sığırı, deve dikeni, dönbaba, hatmi, gece sefası, hanım düğmesi, haseki küpesi, hüsnü Yusuf, kahkaha çiçeği, kaynanadili, müşgülüm, öksüz oğlan, petunya, saffetiderun, sığır dili, sığır kuyruğu, vapur dumanı, yanardöner, yılan yastığı, zülfüarus gibi çiçekler var. Bazen çocukken neden bir çiçekçide çıraklık yapmadım diye hayıflanır dururum.
KADIKÖY KIZ İHL ÖĞRENCİLERİ ŞANSLI
Şimdi siz bu adam durduk yerde çocukluk hatıralarını neden anlatıyor diye düşünebilirsiniz. Söyleyeyim hemen. Geçenlerde bir vesile ile Kadıköy Kız İmam-Hatip Lisesi'ne gitmiştim. Yeni atanan müdürü Prof. Dr. Ayşen Gürcan'ın üç uygulamasına şahit oldum.
Okulun bahçesine girdiğimde sol tarafta ahşap kuş evine benzer birkaç kulübe gördüm. Duvarın hemen iç tarafında ise yeni dikilmiş ağaçlar vardı. Sohbet esnasında yapmayı düşündüğü ve yaptığı birçok şeyden bahsetti ama birini duyunca çok heyecanlandım.
ÖĞRENCİ KULÜPLERİ
Bizim zamanımızda öğrenci kulüpleri biraz angarya gibi görülürdü. Kağıt üzerinde yapılır ve kimse bir şey beklemezdi o derslerden. Oysa kulüp kurma ve öğrenci faaliyeti her zaman çok önemli idi ve hiçbir zaman da bugünkü kadar önemli olmadı. Her şeyin sanal ortamda gerçekleşmeye başladığı ve çocukların neredeyse sanal dünyada yaşadığı şu dönemde kulüpler o kadar önemli ki maalesef birçok idarecimiz ya farkında değil ya da yapamıyor veya beceremiyor.
Ayşen Hanım'ın öğrenci kulüpleri ile ilgili uygulaması üniversitedeki uygulamalara benziyor. On öğrenci bir araya gelip başlarına bir öğretmen bulduklarında istedikleri kulübü açabiliyorlar. Bu uygulamanın öğrencilerin bireyselleşmesine ve olgunlaşmasına çok katkısı var. Bir kere öğrenciler bir araya gelme, örgütlenme, kendi kendilerine karar vermeyi öğrenecekler, böyle bir şeyin olduğundan haberdar olacaklar. İkinci olarak henüz niyet aşamasında olan hobilerini ilerletecek veya meraklarını giderecek imkana kavuşacaklar. Bunlar bir öğrenci için az şey midir?
Öğretmenler için de çifte kazanç söz konusu. Hem öğrencilere rehberlik etmiş olacaklar hem de hobilerine daha çok vakit ayırmış olacak. Bu işten öğretmen, öğrenci, okul ve aile karlı çıkacak. Bir taşla dört kuş!
İşin öğretmenleri ilgilendiren bir başka boyutu daha var. Branşı dışında bir alanda hobisi veya amatörce ilgilendiği bir konu olan öğretmenler için de büyük bir fırsat olacak iyi öğretmenleri ön plana çıkaracak. İyi öğretmen hem bir alanda becerisi olan hem de öğrencilerin sevdiği öğretmen olacak. Bu da sıradan, mümkün olduğunca az derse girip mümkün olan en çok parayı almak dışında bir derdi olmayan öğretmen ile öğretmenliği gerçekten sevenler arasındaki farkı ortaya çıkaracak.
Ekran bağımlısı olmasından şikâyet ettiğimiz öğrencilere hava aldıracak bu uygulamanın uzun vadede görülecek birkaç faydası daha olacak. Gençlerin hayatlarını zenginleştirecek ve ileride çocuklarına aktarabilecekleri, birlikte vakit geçirebilecekleri bir hobilerinin olmasını sağlayacağı gibi öğrencilerin bir araya gelip bir kulüp kurmaları okuldan sonraki hayatlarında STK tecrübesine dönüşecek. Bence bunların ikisi de çok değerli kazanımlar.
HAYVAN SEVGİSİ
Hoca Hanım'ın yaptığı basit ama önemli uygulamalardan biri de okulun bahçesinde Üsküdar Belediyesi'nden temin edilen ahşap küçük kulübelerde kedi beslemek. Evinde veya sitesinde hayvan görmeyen çocuklarımız için ne büyük bir nimet. Bir kere kedi sevmek Hz. Peygamber'in sünneti. Böyle bir uygulamanın İHL'de olması ayrıca anlamlı. Kedileri beslemek de öğrencilerin görevi. Kedilerin dolaştığı bir bahçede oynayan çocuklar hiç şüphesiz diğerlerinden daha şanslı.
Bizi rahatsız eden hayvanlara eziyet haberleri var. Çocukken hayvanları seven ve dost olanlar onlara işkence etmez, zarar vermez. Sosyal medyada güzel hayvan resimleri paylaşmakla olmuyor bu işler. Ayrıca kırkından sonra da hayvan sevmesi ve bakması öğrenilmiyor.
AĞAÇ SEVGİSİ
Hoca Hanım'ın bir diğer uygulaması bahçeye ağaç dikmek. Bunu herkes yapıyor, MEB de istiyor zaten, diyeceksiniz, haklısınız. Ama burada yapılırken iki şeye dikkat edilmiş. İlki dikilen ağaçlar öğrencilere zimmetlenmiş, bakımını öğrenciler yapıyor. Böylece hem sorumluluk sahibi olmasını öğreniyorlar hem ağaç bakmasını öğreniyorlar. Bu kadar emek verdikten sonra ağaçları sevmemeleri mümkün mü?
Bir özelliği daha var dikilen ağaçların ve çiçeklerin. O da İstanbul'a has olmaları. Burada Prof. Dr. Haluk Dursun Hoca'yı rahmetle analım, İstanbul'da yaşayan İstanbul'un ağaçlarını, çiçeklerini hatta sebzelerini bilecek derdi. Bu da rastgele ağaçları dikmekle değil, erguvan, hatme, oya ve morsalkım gibi İstanbul'u süsleyen ağaçları dikmekle olur. Ağaçlar büyüdüğünde ve çiçekleri açtığında okula bir başka revnak katacağı kesin. Burada küçük bir hatırlatmada bulunayım. Ağaçların altına onları tanıtan bir kimlik kartı konulsa, Latince adları ve özellikleri yazılsa öğrenciler daha iyi öğrenir gibi geliyor bana.
BALIĞIN BAŞI ÖNEMLİ
Prof. Dr. Ayşen Gürcan Hoca'nın yaptıklarından sadece üçünü burada paylaşmamızın nedeni okulun ve Hoca Hanım'ın reklamını yapmak değil hiç şüphesiz. Ne Ayşe Hanım'ın ne de okulun böyle bir reklama ihtiyacı var. Bizim yaptığımız şey yapılan güzel işleri duyurmak. Böylece hem yapanları takdir etmiş olacağız ki marifet iltifata tabidir, hem de yapacak olanları teşvik edeceğiz.
Akşama kadar moral bozucu haberleri dinlemekten şişen başımızı ve kararan gönlümüzü feraha kavuşturacak bu tür haberlere ihtiyacımız yok mu sizce?