Seneler önceydi. Ya asistandım ya da olacaktım. Bir arkadaşımla birlikte bir büyük ve güzel insanın sohbetini dinlemeye gitmiştik. O güzel insan mutad sohbetini yaptıktan sonra müridi olduğunu tahmin ettiğim biri bir soru sordu. Efendim, dedi, iyi insanın kötü arkadaşı olabilir mi?
Tüm gözler merakla o büyüğe döndü. Hazret, önce bir nefes aldı, sonra mütebessim bir çehre ile anlatmaya başladı.
Kötü kimdir, arkadaş kimdir? Bize göre kötü nefsine zebun olan kişidir. Kötü huyları olan ve insanlara kötülük yapan kişidir. Kötü huylar nelerdir diye merak edersiniz şimdi. Onlar da kalbi karartan kötü huylardır; şirk, kibir, riya, kin, hased, ucb yani kendini beğenme, gurur, gazap ve hiddet, dünyaya düşkünlük, cimrilik gibi hasletlerdir. İyi bir insan ise bu özellikleri olmayandır. Kötü ile bir arada mecbur kalmadıkça durmaz. Arkadaşa gelince arkanızı güvenle döneceğiniz kimse arkadaştır.
Bunları söyledikten sonra da Mesnevî'den karga ile leylek hikayesini anlattı.
Çölde bir kargayı bir leylekle arkadaşlık yaparken gördüm. Çok şaşırdım, bir leylek neden bir karga ile arkadaşlık yapsın ki, diye düşündüm, durdum. Daha yakından görmek için yanlarına yaklaştım. Hayretler içinde yanlarına yaklaşınca ikisinin de topal olduğunu gördüm. O an anladım ki yükseklerde uçan, ak pak olan leylek, kapkara bir karga ile bir zaafından dolayı arkadaşlık yapıyormuş.
Hikayeyi anlattıktan sonra önce refik sonra tarik dedi ve arkadaşlarınıza ve birlikte çalıştığınız kimselere dikkat edin diye uyararak sözlerini tamamladı.
Soruyu soran cevaptan ne anladı, mutmain oldu mu bilmiyorum ama o hikâyeyi hiç unutmadım. Ondan sonra nerede çok iyi biri olduğu söylenen birini görsem arkadaşlarına ve çevresine bakarım, yönetici ise yardımcılarına. İyi mi, değil mi ondan sonra karar veririm.
Mesnevi'deki hikâyeye dönelim tekrar. Arkadaş aynı duygu ve düşünceleri taşıyan, benzer iyi ve kötü huylara sahip kişilerden her biri. Arkadaşlarımız, bizim aynamızdır. Nasıl biri olduğumuzu görmek istiyorsak arkadaşlarımıza bakmamız yeter. Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim sözü tam da bunu açıklar. Karga ile leyleğin topallığı onların kusurları ve ayıpları. İki tür topallık var. Biri mecazen olan bacağımızın topallığı, diğeri ise hakiki olan bizi güzel işler yapmaktan alıkoyan ayaklarımızın topallığı. Kötü olan ikinci tür topallıktır. Çöl ise hayatın zorlukları, güç işler. Bilge kişi bilgilerin ne için olduğunu ve ne işe yaradığını, nasıl kullanılacağını bilen akıllı ve tecrübeli kimse, kâmil insan.
Leylek akıllı, iyi huylu, temiz görünüşlü, güzel hasletli kimseler. Karga ise işi gücü karanlık işler olan, kötü işler peşinde koşan sakalları ve saçları beyazlasa bile kalbi günah işlemekten kararmış kimseler. Bu ikisini bir araya getiren şey ise kusurları ve ayıpları.
KÖR İLE KÖTÜRÜM
Bunun bir benzeri hikayeyi de seneler sonra Sibel Eraslan'ın Siret-i Meryem'inde okumuştum. Hikaye Hz. İsa'nın çocukken Mısır'a kaçtıkları vakit himayelerinde bulundukları kuyumcunun başından geçiyor. Okumayanlar için anlatayım.
Kuyumcu Hz. Meryem ve oğluna kol kanat gerip evini açan hayırsever bir insan. Birgün içinde altınları sakladığı sandık kaybolur. Ne yaparlarsa sandığı kimin çaldığını bulamazlar. En ufak bir delil yoktur sandığı kimin çaldığına dair. Hz. İsa'nın ise gizli şeylerin yerini bilme konusunda meşhur olmuştur. Annesi de yasaklar Hz. İsa'ya söylemesini. Çünkü başına bir şey gelmesinden korkar. İyiliklerini gördüğü kuyumcunun sandığının bulunması için İsa'ya izin verir.
İsa kuyumcuya tüm adamlarını toplamasını ister. Hepsiyle teker teker görüşür ama geriye iki kişi kalmıştır. Biri kör, diğeri kötürüm olan bu iki kişiden kimse şüphelenmez doğal olarak.
Hz. İsa kör ile kötürümün önüne gelir ve kör olandan kötürümü kaldırmasını ister. Benim gücüm arkadaşımı kaldırmaya yetmez, deyince İsa, dün nasıl kaldırdıysan şimdi de öyle kaldır, der. Bu cevabı duyan kör ile kötürüm titremeye başlar. Çünkü kör olan kötürümü omuzlarına almış, kötürüm olan da ağılın üst penceresinin yanındaki sandığa ulaşmıştı. Körün kas gücü, kötürümün görme gücüyle birbirini tamamlamış ve suçu beraberce işlemişlerdi.
Tevbe edip ağlamaya başlarlar ve sandığı sahibine teslim ederler.
Bu hikayeden de anladığımı anlatmaya çalışayım.
Körlük ve kötürümlük mecazi olarak birer rahatsızlık. Gerçekleri ve hakikatleri görmeyen, hakkı bilmeyen kişiler kördür. Gördüklerini sandıkları şeyler de birer hayalden ve gölgeden ibarettir, zamanla kaybolur. Kötürüm ise hak yolunda yürüyecek güç ve mecal bulamayanlardır.
Nefsine zebun olan, hakikati görmekten ve eylemekten aciz iki veya üç insan bir araya geldiklerinde yaptıklarını ettiklerini hiçkimsenin görmeyeceğini, bilmeyeceğini sanır. Ama ilm-i ledün sahipleri yapılanları, edilenleri kalp gözüyle, basiretleriyle, irfanlarıyla bilir ve anlarlar. Onlardan bir şey saklanmaz.
Hem dernek, vakıf, hayır kurumu, cemaat gibi sivil toplum örgütlerine girip zahirde hayır için batında ise şöhret, para ve mevki için çalışan ruhu kör ve kalbi kötürüm olanlar var hem de cemaatini ve siyasi nüfuzunu kullanarak bir kurumun başına geçen aklı kör zihni kötürümler var. Başlangıçta sağlam zannedilen bu zavallıların ne mal olduklarını ancak iş başına geçtiklerinde anlarsınız. Uzaktakiler ve dışarıdakiler ise bu ruhu ve idraki hakka, hakikata, hayra ve fazilete kör ve kötürümleri tanıyamaz, bilemez.
Ama her kap içindeki sızdırır. Böyle kötü insanlar ne kadar saklamaya çalışırlarsa çalışsınlar bir gün hakikat yağmurları yağdığında makyajları bozulur, gerçek yüzleri tüm çirkinlikleri ile ortaya çıkar. Yaptıkları da yanlarına kâr kalmaz. Bu dünyada kalsa, ahirette kalmaz.
Allah, gözlerimizi hakka karşı nursuz bırakmasın, dizlerimizi hakikat yolunda fersiz bırakmasın. Gönlü, gözü açık olanlardan eylesin.