Ülkemizde son günlerde tartışılan ve önümüzdeki günlerde de uzun süre tartışılacağını düşündüğüm konulardan biri dergahlar ve cemevleri meselesi. Yasalara göre dergahların ve cemevlerinin statüsünü tartışmayacağım. O konuyu hukukçular, siyasetçiler ve siyasetbilimciler tartışsın.
İbadethaneler bir dinin tüm mensuplarının toplu olarak veya tek başlarına ibadet etmeleri için yapılmış özel mekânlardır. Dergah ve cemevleri ise dinin içinde belli bir grubun dinin genel kurallarına ilaveten kendilerini, hayatı ve dünyayı anlamak için çıktıkları yolculukta mensubu bulundukları tarikata has merasim ve nafile ibadetlerin yapıldığı özel mekanlardır.
Nakşıbendilik, Kadirilik, Halvetilik, Rıfailik, Şazelilik, Melamilik ve daha sayamadığım birçok tarikatin kendilerine has yapıları, dergahları var. Dergahlar da büyüklüklerine ve şeyhlerinin bulunup bulunmamasına göre farklı isimlerde anılıyor.
Dergahın genel anlamı tarikat pîrlerinin veya tarikatın büyük şeyhlerinin ikamet edip irşad faaliyetlerini sürdürdükleri veya kabirlerinin bulunduğu merkezî tekke olarak geçiyor. Ancak merkezi olmayan ve şeyh türbesi bulunmayan mekanlar da dergah olabiliyor. Dervişlerin zikir ve ibâdet ettikleri ve içinde tarîkatın gerektirdiği biçimde yaşadıkları her yere dergah dendiği de vaki. Bu tür dergahlara tekke de dendiği oluyor.
Her tekkenin bir şeyhi olur ve şeyh efendi tekkelerde müritlere tasavvufi eğitim verir. Bir yere tekke veya dergah denilmesi için mekanın o tarikat için tahsis edilmiş olması gerekiyor. Eğer geçici bir süreliğine dervişlerin sohbet ve zikir etmeleri için tahsis edilmişse hangah deniliyor.
Asitâne ise bir tarikatın veya tarikat kolunun merkezi durumunda olan büyük dergahlardır. Konya'da Mevlana Müzesi Mevlevilerin asitanesidir. Merdivenköyü'nde Şahkulu Sultan Dergahı Bektaşiliğin, Kocamustafapaşa'da Sünbül Sinan Halvetiyye-Sünbüliyye kolunun, Kasımpaşa'da Hasan Hüsâmeddin Uşşâkī Halvetiyye-Uşşâkıyye kolunun, Üsküdar Doğancılar'da Aziz Mahmud Hüdâyî Celvetiyyenin, Tophane'de İsmâil Rûmî Kādiriyye-Rûmiyye kolunun, Karagümrük'te Nûreddin Cerrâhî Halvetiyye-Cerrâhiyye kolunun ve Kasımpaşa'da Ebürrızâ Bedeviyye tarikatının asitaneleridir.
Tarikatlere has bir diğer yapı zaviyelerdir. Genellikle merkez dışındaki küçük tekkeleri ifade için kullanılır. Zaviyelerin tarihi bir misyonu da vardır. Özellikle Osmanlı Devleti'nin ilk devirlerinde yerleşim merkezleri dışındaki yollar üzerinde, derbentlerde kurulan ve dînî-tasavvufî inanç ve fikirleri yaymak, bölgenin güvenlik ve âsâyişini sağlamak, gelip geçenleri barındırmak, yedirip içirmek gibi işleri üstlenen, Anadolu'nun ve Balkanların Türkleşmesinde büyük rol oynamış dînî ve sosyal mekanlardır.
Dergahlar ibadethane midir?
Bu soruya ibadethane kavramına yüklediğimiz anlama göre iki şekilde cevap verebiliriz. İbadethanenin kavram anlamını düşündüğümüzde, yani bir dine inananların tümünün dinin temel ibadetlerini ifa etmek için gittikleri mekanlar kastediliyorsa ibadethane olarak, yani cami olarak kabul edilemez.
Ancak dergahlarda edilen zikirlerin ve sohnetlerin müntesipler için bir ibadet olduğu düşünülürse ibadet edilen yerler olduklarını göstermek için oraları bir o tarikat mensupları için ibadethane olarak kabul edebiliriz. Dergahlardaki ibadetler ile camilerdeki ibadetler arasında fark vardır. Camilerde farz olan ibadetler ifa edilirken dergahlarda sadece dervişler için farz olan ibadetler yapılır. Mesela dergahların meydanlarında vakit namazları kılınır ama Cuma namazları kılınmaz.
Bektaşilikte durum
Bektaşilik tarikat olmaklık bakımından Nakşıbendilikten, Kadirilikten, Halvetilikten hiçbir farkı yoktur ve diğer tarikatlar gibi dergahı, şeyhi, dervişleri, özel kıyafetleri ve kuralları olan bir tarikattır. Dolayısıyla Bektaşilerin dergahları da Bektaşiler için ibadethanedir ve camiin mukabili olarak değerlendirilmez.
Cemevleri dergah mıdır?
Cemevlerinin dergah veya ibadethane olup olmadıklarını söyleyebilmek için önce şu soruya cevap vermeliyiz. Alevilik bir tarikat mıdır?
Bu soruya hemen cevap vermek pek kolay değil. İki bakımdan zor. İlki homojen bir Aleviliğin olmaması. Geleneksel Alevilik mi, modern Alevilik mi? Anadolu Aleviliği mi, Batı Avrupa'da gelişen Alevilik mi? Balkanlardaki Alevilik mi, Kürt Aleviliği mi? Bu durumda bu soruya cevap vermek için neyi ve hangi Alevileri esas alacağız? İkinci zorluk ise meseleye tarihi, sosyolojik, antropolojik, din, tasavvuf ve hukuk meselesinden bakıldığında cevapların farklılaşması. Bu iki unsur cevabı zorlaştırıyor.
Ben meseleye tasavvuf açısından yaklaşacağım ve cevabı da tasavvuf içinde arayacağım.
Aleviliğin klasik metinlerine baktığımızda Aleviliğin tarikat özellikleri taşıdığını ve bir tarikat olarak kabul edilebileceğini söyleyebiliriz. Geleneksel Aleviliğe ve dedelerin uygulamalarına baktığımızda da Aleviliğin tam olarak Bektaşilik ve Halvetilik gibi bir tarikat olmamakla birlikte yine de tarikatı andıran bir yapısı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla kitabi ve geleneksel Alevilik içinde cemevleri dergah olarak değerlendirebilir.
Günümüze geldiğimizde ise mesele işin içinden çıkılmaz bir hal almaya başlıyor. Çünkü şehirleşme ve sekülerleşme ile birlikte ortadan kalkan geleneksel Aleviliğin yerini pratiği olmayan insancıl bir düşünce biçimini aldığını görüyoruz ve bu haliyle de bir tarikat olmaktan oldukça uzak.
Modern Alevilik tarikat değilse nedir?
Cevabı zor bir soru daha. Şu andaki durum itibarı ile bir cemaate benziyor. Ama bu sorunun cevabını Aleviler vermeli. Günümüzde Aleviliğin iki temel direği olan düşkünlük ve muhasipliğin olmadığı bir Alevilik inşa ediliyor. Aleviliğin ilmihali yeniden yazılıyor ve yazılırken de geleneğe değil, Batı'da genel kabul gören evrensel ahlak kuralları öne çıkarılan, daha çok çağın siyasi ve felsefi anlayışına dayanan, tarihi ve efsanevi figürlerin inanç dünyasında yer almadığı yepyeni bir inanç sistemi Alevilik adı altında inşa ediliyor.
Bu inanç sisteminde de cemevleri bir ibadethaneden daha çok birer kültür merkezine, siyasi ve politik lokallere dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya.
Bu halleriyle cemevlerinin bırakın dergahı, tarikatı dinle bile ilgisini kurmak çok zorlaşıyor. Geleneksel Aleviliğe has ritüellerin yapılmadığı, belli bir hiyerarşik yapının bulunmadığı, düşkünlük ve muhasiplik gibi iki önemli kurumun yer almadığı, cemlerin usulüne uygun bir şekilde yapılmadığı yerlere bırakın ibadethane demeyi cemevi demek bile kolay değil.
Önceki yazılardan birinde "Aleviler kendi içlerinden koptukları geleneği hatırlatacak, unuttukları geleneksel kollektif hafızayı, inançları ve ibadetleri hatırlatacak, ortak referanslara yaslanacak güçlü bir kanaat önderi çıkarmazsa bu dağınıklık ve savruluşla yarım yüzyıl geçmeden günümüzde gördüğümüz yepyeni bir inanca sahip gruplar veya geleneksel Alevilikten uzaklaşmış insanların sayısı iyice artacak ve geleneksel Alevilik ancak tarihin konusu olarak kalacak" demiştik. Korkarım o zaman ortada ne cemevi kalacak ne de Alevilik. Böylece cemevlerinin ibadethane olma sorunu da kendiliğinden çözülecek.
Sonsöz: Cemevleri camilerin değil, dergahların mukabilidir. İslam'ın belli bir özelliğini önceleyen insanların kurdukları tarikatlar ne ise geleneksel Alevilik de odur.