Khan Akademi'yi duymuştum, yaptıklarını biliyordum ama yazdığı kitabı okumamıştım. Kabaca eğitim-öğretimi sınıf dışına çıkarmak ve okulda öğrenebileceklerden daha fazlasını zaman ve mekâna kayıtlı olmadan öğrenme imkânı sunmak. Kitabı geçen hafta okudum ve aklıma bana bundan birkaç ay önce bir arkadaşımın sorduğu soru geldi.
Arkadaşım, bana, çalıştığı üniversitenin yöneticilerinden birinin kanunda yazılı diye Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü programına Türk Dili dersini, Tarih Bölümü programına İnkılap Tarihi dersini ve İngilizce Öğretmenliği ve İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü programına da İngilizce dersini koymanız lazım, olmaması yasaya uygun değil, suç işliyorsunuz, diye uyardığını anlattı. İnsan, kanunda yazılı olan bir maddenin koşulsuz herkese uygulanması gerektiğini sanan ve genel hüküm-özel hüküm ilişkisinin varlığında bihaber olan yöneticinin sadece hukuk bilgisi hakkında değil mantık bilgisi hakkında da şüpheye düşüyor.
Arkadaşıma, hukukun temel ilkelerinden birini hatırlattım. Hukukçular kanuni metinleri okurken ve anlarken temelde iki farklı şekilde yorumlarlar.
İlki yasanın metninin kelime ve cümle yapısına yani lafzına bakarak yorumlama. Bu hukukçuların genel olarak yetersiz buldukları bir görüştür. İyi hukukçular yahut hukuktan azıcık anlayanlar sadece lafzın anlamına değil yasanın yazılma nedenine ve amacına da bakarlar. Bu da ikinci görüştür ve genel kabul gören budur. Böylece kanun maddesinin neyi kastettiği, boşluk varsa nasıl doldurulacağı bilinir ve lafzın boş bıraktığı anlamlar veya anlamda muğlaklıklar ortadan kaldırılmış olur.
Bu konuda da kanun koyucunun maksadının üniversite öğrencilerinin dilini ve tarihini öğrenmesi ve en azından kendini ifade edecek kadar dil bilmesi olduğunu dolayısıyla söz konusu derslerin zikredilen program öğrencilerinin zaten uzmanlık alanı olacağını ve o dersin müfredatının daha detaylı halinin programda birçok derste bulunduğu için o bölüm öğrencilerinin muaf tutulması gerektiğini söyledim. Bir de intibak konusu var. Bir dersin içeriğinin % 65'i aynı ise o ders mevcut derslerden biri ile intibak edilerek öğrenci dersi almış sayılır.
Kanunun lafzı ile ilgili söylemek istediklerimin daha iyi anlaşılması için de bir hikâye anlattım.
Karakuş Kadı'nın hüküm vermesi
Bir hırsız soyacağı eve girerken tuttuğu korkuluğun kırılması üzerine düşüp ayağını kırmış. Ertesi gün doğru mahkemeye, Karakuş Kadı'ya çıkmış ve ev sahibinden şikayetçi olduğunu söylemiş. Karakuş şaşırmış bu duruma ve ev sahibinin ne günahı var, demiş.
- Balkondaki korkuluğu sağlam yaptırsaydı düşmeyecektim ve ayağımı kırmayacaktım.
- Ama sen de hırsızlık için giriyormuşsun.
- Efendim hırsızlığın cezası başka. Hem suç sabit olmadı. Niyet ettim diye de bana ceza veremezsiniz.
Karakuş azıcık düşündükten sonra ev sahibini çağırıp balkon korkuluğunu neden çürük yaptırdığını sormuş. Ev sahibi balkonu marangoz yaptı demiş. Bu sefer marangozu çağırmış, neden çürük yaptın diye sormuş. Marangoz yoldan geçen yeşil feraceli bir kadının dikkatini dağıttığı için çivileri iyi çakamadığını söylemiş. Bu sefer yeşil feraceli kadın bulunmuş ve neden öyle giyildiği sorulmuş. O da boyanması için feracesini verdiğini, boyacının da yeşile boyadığını, dolayısı ile suçlunun boyacı olduğunu söylemiş. Boyacıya da durumu özetleyip neden yeşile boyadın diye sorulunca boyacı eve giren hırsızın düşmesi ile kendi yaptığı işin arasında bir ilgi kurmaya çalışırken bir an beklemiş ve Karakuş cevap alamayınca da bu sefer hükmünü vermiş:
- Asın bu boyacıyı. Suçlu budur.
Boyacıyı darağacına götürmüşler ama bir problem çıkmış. Boyacının boyu darağacı kadar uzunmuş. Cellat Karakuş'un yanına gidip durumu anlatınca bu sefer Karakuş hemen bir çözüm bulmuş.
- Madem boyacı suçlu, kısa boylu bir boyacı bulup onu asın.
Hikayeyi dinledikten sonra arkadaş sevinerek ayrıldı.
Aradan zaman geçti, bu sefer ben merak edip arkadaşı aradım. Arkadaşım izah etmesine rağmen yöneticinin kabul etmediğini, Nuh deyip peygamber demediğini, kanunda tüm üniversite öğrencileri bu dersi alması gerekir, yazdığı için İngiliz Dili ve Edebiyatı veya öğretmenliği öğrencilerinin iki dönem İngilizce almaları gerektiğini söylediğini ve kabul etmediğini aktardı.
Bu sefer aklıma Balkan Savaşları esnasında cereyan eden bir olay geldi.
Bir asker yaralanmış ve tedavisi için İstanbul'a götürülmesi gerekiyormuş. Ancak araç yok, hepsi savaşta kullanılıyor. Asker de at üzerinde gidecek gibi değil. Yaralı askeri İstanbul'a götürmek üzere görevlendilen teğmen yolda bir kağnı arabası görmüş. Yaklaşmış ve sormuş köylü amcamıza:
- Amca selamün aleyküm.
- Aleyküm selam.
- Nereye gidiyorsun?
- İstanbul'a.
- Ne yapacaksın?
- Odunları satacağım.
- İstanbul'da odunları kaça satacaksın?
- 2 altın.
- O zaman ben odunlarını alıyorum. Yık odunlarını şuraya. Askeri götürelim.
- Madem sattım udunu, dünerim köyüme.
- Yahu amca, ben senin odunlarını almasam İstanbul'a gitmeyecek miydin?
- Evet.
- Şimdi odun yerine askeri götüreceğiz. Yine İstanbul'a gideceksin ve paranı alacaksın.
- İyi de evlat, madem sattım udunu, dünerim küyüme.
Teğmen bakmış olacak gibi değil, köylü amcayı İstanbul'a kadar zorla götürmüş. Yol boyunca da köylü amca kendi kendine odununu sattığı halde neden köyüne dönmediğini sorup durmuş.
Arkadaşın ikna edemediği yönetici tipi Karakuş'un hukuk anlayışı ile köylü amcamızın idrakinin tecemmuundan başka bir şey değil. Siz bu tip yöneticilerin ne kararlarında mantık ve hukuk arayın ne de onlara bir meseleyi izaha gayret edin. Fayda etmeyecektir. Birincisine zekaları, ikincisine kibirleri izin vermeyecektir. Bir tarafta öğrenme ortamlarını çeşitlendirerek öğrencinin kendi kendine öğrenmesinin yollarını açarak daha çok şey öğrenmesini sağlayan sistemler, öte yanda bildikleri şeyi bir kez daha öğreteceğim diye yırtınan yöneticiler. Hissiyatımızı ifade için Nâbî merhumdan istimdad edelim;
Kitâb-ı kâ'inât esrâr-ı hikmetle leb-â-lebdir
Şikâyet cehlden feryâd bî-idrâkliklerden