Malum nedenlerden dolayı evdeyim. Bilim Kurulu üyesi hocalar başta olmak üzere uzman doktorların açıklamalarını pür dikkat dinliyorum ve uyarılarına uymaya çalışıyorum.
Her ne kadar;
Anladım ki beyhûde imiş fazlaca tedbîr eylemek,
Bir kulun kârı değildir, takdîri tebdîl eylemek.
Diyen şair gibi düşünsem de hekimlerin sözünü de dinlememezlik etmiyorum. Çünkü bilirim ki;
Etme tedbirinde noksan gerçi takdîrindir iş
Hüsn-i tebdir eyle emrinde Hüdâ takdîr eder
Hüda'nın hakkımızda hayırla takdir etmesi için de birkaç basit hüsn-i tedbir ile kendimizi koruyabiliriz: Evde kalmak, insanlarla mesafeyi korumak ve elleri sık sık yıkamak veya dezenfekte etmek.
Sağlık Bakanı ilk günlerde neredeyse her gün çıkıp açıklama yapardı. Son günlerde ise açıklamalarını sosyal medya üzerinden yapıyor. Anladığım kadarı ile Bilim Kurulu her gün veya gün aşırı toplanıyor, virüsün günlük gelişimi ve dağılımına göre birtakım tavsiyelerde bulunuyor. Bakan vasıtasıyla hükümete aktarılıyor ve hükümet de bu tavsiyeler doğrultusunda kararlar alıyor. Okulların tatil edilmesi, maçların önce seyircisiz oynanması, sonra liglerin ertelenmesi, 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı getirilmesi, şehirler arası seyahat kısıtlaması ve daha birçok karar hep bu şekilde alındı.
Bu arada istatistikler yayınlanıyor, dünyada ve ülkemizde hasta/vefat sayıları anlık takip edilip gidişat kestirilmeye çalışılıyor. Buna göre yeni önlemler alınıyor, halkın kurallara uyup uymamasına da bakılarak kararlar gözden geçiriliyor
Anladığım kadarı ile süreç kabaca bu şekilde ilerliyor.
Bir de her şeyi herkesten çok bilen kimseler var aramızda. Bunlara göre Türkiye her ne kadar vaka sayısı ile ölüm arasında oran bakımından Güney Kore'den bile geride olmasına rağmen istatistiklere göre İtalya'dan çok daha kötü durumda.
Hiç şüphesiz hükümet ve aldığı kararlar eleştirilebilir. Nitekim bazı hocalar da eleştirilerde bulunuyorlar. Daha fazla test yapılması gerektiğini, daha radikal kararlar alınması gerektiğini söylüyorlar. Bunları anlayabiliyorum ve bu tür eleştirilerin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Anlayamadığım şeyler var
Ama anlayamadığım bazı şeyler var. Mesela adeta Türkiye'deki hasta sayısı neden İtalya kadar değil diye karalar bağlanmasını anlamıyorum.
65 yaş üstü evde kalınsın diye karar alınıyor. Bir taraftan cumhurbaşkanı 66 yaşında, o da evde oturacak mı diye eleştirirken öte yandan Fransa cumhurbaşkanı fabrikada, tren garında, hastanede dolaşıyor, bizimki neden çıkmıyor demelerini anlayamıyorum.
Bu ülkede cumhurbaşkanından başka kimse yok mu, neden hep açıklama yapıyor diye eleştirdikten sonra sağlık bakanı açıklama yapmaya başlayınca bu ülkede cumhurbaşkanı yok mu, her zaman konuşuyor, neden şimdi konuşmuyor denilmesini de anlayamıyorum.
Şimdiye kadar felaketlerden sonra ülkemizde ve dünyada yardımlaşma kampanyaları düzenlenirken bu sefer düzenlenmesine bu kadar tepki gösterilmesini de anlayamıyorum.
Gece kulüpleri ve eğlence mekanlarının kapatılmasına karar verilince camiler niye kapatılmadı denilmesini anlayamıyorum.
Nerede ne zaman çekildiği belli olmayan videolarla hastaneleri berbat gösterenlerin sağlık çalışanlarını övmesini anlayamıyorum.
Tüm hocalar semptomları göstermeyenlere dünyada hiçbir yerde test uygulanmadığını söylediği halde neden herkese test yapılmıyor denilmesini de anlayamıyorum.
Bir tarafta sokağa çıkma yasağı ilan edilsin deyip öte yanda virüs bahane edilerek özgürlüklerimiz elimizden alınıyor denilmesini de anlayamıyorum.
Suudi Arabistan'da, Tayland'da, İzlanda'da verilen rakamlara inanıp bizim bakanlığın verdiği rakamlara inanmayanları anlamıyorum.
Bu hâl karşısında Nâbî merhumun dediği gibi;
Bilemem eyleyicek girye midir hande midir
Hoca ile oğlu
Hoca bir gün oğlu ile pazara gider. Oğlunu eşeğe bindirir, kendisi yürüyerek köyden çıkarken karşılaştıkları adamlar:
- Hey gidi zamane çocukları heyy! Şu hale bir bak! Kıyamet zamanı gelmiş. Ak sakallı babasını yürütüyor da kendisi utanmadan eşeğe binmiş, keyifli keyifli gidiyor.
derler. Bu söz oğlunun ağırına gider. Eşekten inerek babasını bindirir. Biraz gittikten sonra yine birileriyle karşılaşırlar. Bunlar da:
- Gördün mü şu insafsız Nasreddin`i! Kendisi eşeğe binmiş, zavallı çocuğu yürütüyor. Yumruk kadar çocuğu sıcakta yürütmek, toza toprağa boğmak reva mıdır?
Bu sözler üzerine Hoca çocuğu eşeğin terkisine alır ve ikisi birden eşek üzerinde giderler. Bu şekilde giderlerken yine birtakım insanlara rastlarlar. Bunlar kan ter içinde kalan eşeği görünce dayanamazlar:
- Amma da insaf ha! Küçücük eşeğe iki kişi birden binmişler. Dili yok ki hayvancağızın vursa yüzüne ettiklerini!
Hoca'nın tepesi atar… Hemen eşekten inerler. Eşek önde, baba ile oğul arkada… Ağır ağır yürürler. Derken yine birilerine rastlarlar. Onları eşeğin ardında yürürken gören köylüler kahkahayı basarlar:
- Bakın şu budalalara!.. Eşek önlerinde bomboş zıplayıp gidiyor. Bu aptal herifler şu sıcakta kan ter içinde yaya yürüyorlar.
Hoca en sonunda oğluyla bir olup eşeği sırtlarlar ve şehre o şekilde girerler. Hoca oğluna döner:
- Gördün ya oğlum… Bu halkın dilinden kurtuluş yok. Milletin dediğine bakarsan eşeği taşırsın böyle. Sen sen ol, söylenenlere bakma, hak bildiğin yolda yürü.
Rahmetli annemin söylediği bir sözle tamamlayalım fıkrayı. Herkesin yorulduğu yere han yapmak mümkün değildir.
Bu günler de geçecek inşallah, tekrar sokağa çıkacağız, işimize gücümüze bakacağız. Bu virüsün aşısı da bulunacak, ilacı da. Birkaç ay sonra inşallah bu virüsü unutacağız. Şeyh Galib'in dediği gibi;
Çekilenler kalur Es'ad bu cihan içre hemân
Vakt-i şâdî de gelir mevsim-i mihnet de geçer
Ancak, korkarım ki nefret ve düşmanlık virüsü ile gözleri körelenler ıslah olmayacak. Allah akıl fikir versin, azanlarımızı ıslah etsin.