Geçen sene bir vesile ile Kazakistan'ın Türkistan şehrinde kurulan Ahmet Yesevi Üniversitesi'ne gitmiştim. Orada kaldığım birkaç gün içinde hem öğrenciler hem de hocalar ile görüşmüş, bazı olayları bizzat müşahade etmek imkanı bulmuştum.
Bugünlerde Z kuşağı ile ilgili tartışmalar alevlenince Türkistan'daki Yesevi'nin Y'sinden mülhem Y kuşağı tesmiye ettiğim öğrenciler geldi aklıma.
Ahmet Yesevi Hazretlerinin türbesinin bulunduğu Türkistan Kazakların meşhur şairi Mağcan Cumabay'ın ifadesiyle;
Türkistan eki dünya esigi ğoy
Türkistan er Türiktin besigi ğoy
"İki dünyanın eşiği, yiğit Türkün beşiği". Üniversite kurulmadan önce küçük bir kasaba imiş burası. Ancak Türkiye'nin talebi ve Kazakların da iştiraki ile Ahmet Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi kurulunca kasaba şenlenmiş.
Tabi kurulunca "Köye üniversite mi kurulur?", "Kuracak başka yer bulamadınız mı?" diyen çok sayıda insan çıkmış haliyle. Bugün o köy eyalet başkenti olacak kadar büyümüş koca bir şehir. Hâlâ bir takım eksikleri var ama gelinen mesafeye bakınca onların da tamamlanacağını görüyorsunuz.
Yesevî yurdu
Kimler yok ki Türkistan ve yakın çevresinde. Her biri Yesevi geleneğinin kurucu babaları ve ataları olan Kurban Ata, Arslan Baba, Şaştı Baba, Tükti Şaştı, Saçlı Ata, İsmail Evliya, Karabura Evliya, Ahmet Babi Feyzulla Bab, Kök Tondı Ata, Bişkek Bab hep bu bölgede. Taşkent iki saatlik, Semerkand dört saatlik mesefade.
Yesevi kuşağı
Yukarıda isimlerini sıraladığım babalar, atalar Yesevî'nin ilk kuşağı. Şimdi özelliklerini sıralayacağım öğrenciler ise Yesevî'nin son kuşağı.
Her şeyden önce üniversite öğrencileri evliliğe hazırlar ve imkan bulursa evleniyorlar. Annelerinin babalarının rızasıyla nikah kıyılarak evlenmekten bahsediyorum.
Kanaatkarlar. Kanaat onların en büyük hazinesi. Sahip oldukları ile mutlular ve şükrediyorlar. Şeyhülislam Yahya'nın veciz bir şekilde ifade buyurduğu gibi;
Nân-ı huşk ile kanâat gibi bir nimet mi var
Künc-i istiğnâ gibi bir gûşe-i rahat mı var
Kuru bir ekmekle veya üç kurt kurutulmuş peynir ile karınlarını doyurup şükrediyorlar. Ekmek arasına salça sürüp yiyenler, bir samsa veya bir bişi ile öğleyi geçiriyorlar.
Çalışmaktan utanmıyorlar. Tıp fakültesi öğrencisi bile iş ayırmadan çalışıyor. İhtiyacı varsa ben tıp öğrencisiyim, her yerde çalışamam demeden gerekise temizlik görevlisi olarak bile çalışıyorlar.
Güvenilir kimseler. Her şeyinizi teslim edebilirsiniz. Çalma-çırpma aldatma yok aralarında. Bırakın çalmayı çalma fikri bile onlara yabancı.
Misafirlerine karşı hizmette kusur etmiyorlar. Ellerinde ne varsa misafirleri ile paylaşmaktan çekinmiyorlar. Adeta misafirlerine ikram ettikleri misliyle iade edilecekmiş gibi saçıyorlar.
Hocalarına karşı çok saygılılar. Hürmetkarlar.
Derslerini çok iyi dinliyorlar. Ama işine yaramadığı dersi dinlemiyorlar.
Eğer arkadaşı dersi dinlemiyorsa uyarıyorlar. Hem dersin havasını bozmasın hem de bulduğu imkanı heba etmesin diye.
Türkiye Türklerini seviyorlar ve güveniyorlar. Dedesi ölen bir öğrenciye babası "Okula gidince Türk hocalarınla konuş, rahatlarsın." Demesi bu saygıyı çok güzel özetleyiyor.
İnsanlar mülayim, kavga-dövüş sevmiyorlar.
İnsanların kusurlarını görmüyorlar, bir ayıp gördüklerinde üstünü örtüyorlar, insanların yüzüne vurup mahçup etmiyorlar. Görmezlikten geliyorlar.
Türkistan'ın havası çok latif. Meyveleri tatlı, etleri lezzetli.
Üstelik şehir küçük olmasına karşın yabancı öğrenci sayısı çok. Başka yerde olsa belki bir sürü olay olurdu ama burada neredeyse hiç olay yok.
Şimdi siz söyleyin. Bizim ihtiyacımız Z kuşağı mı Y kuşağı mı? Ama bunun için bizlerin de Yesevi kuşağı olmamız gerekiyor. Sanırım biz Yesevî kuşağı özelliklerini babalarımızdam tevarüs edip çocuklarımıza aktaramadığımız için onlar Z kuşağı oluyorlar.
O halde kimseyi, özellikle çocukları ve gençleri itham etmeden iğneyi önce kendimize batıralım. Biz çok mu düzgünüz ki çocuklarımız da düzgün olsunlar?
Bitirmeden aklıma gelmişken bir konuya daha değineyim. Şimdi yazdıklarımı iyimser bulanlar çıkabilir. Böyle düşünenlere de cevabı Koca Ragıp Paşa versin:
Hârâbatı görenler her biri bir hâletin söyler
Safâsın nakl eder rindân, zâhid sıkletin söyler
İsmail Güleç