Mehmet Emin Hoca'yı ilk kez 1996 baharında, muhtemelen bir Perşembe günü, öğle namazını müteakip Fatih Camii'nde ziyaret etmiş, elini öpmüştüm. Yanına gittiğimde, camiin hariminde, arka taraftaki sütunlardan birinin dibinde, çevresinde birkaç öğrencisi ile birlikte oturmuş sohbet ediyordu. Selam verip elini öptükten sonra kendimi tanıtmış ve birkaç kez daha sohbet mi ders mi olduğunu tam olarak anlayamadığım halkasına dahil olmuştum.
Bugün düşündükçe hayıflandığım ama o günlerde pek farkına varamadığım nice değerli insandan biriyle tanışmış ama maalesef yeterince istifade etmek imkanını ne düşünmüş ne de aramıştım. Derslerim, Anadolu yakasında oturuyor olmam, gençlik gibi birçok mazeret ileri sürebilirdim birkaç yıl öncesine kadar. Ancak şu anda biliyorum ki onların hepsi mazeret, bahane. İstenilse hiçbir şey engel olamazdı. Yurdun dört bir yanından gelip feyzlenenler var iken Kadıköy'den Fatih'e gidememeyi mazeret olarak düşünmek bile abes. Ne diyelim, nasibim değilmiş. Birkaç kez kısa süreliğine de olsa gördüğüm için şükretmek ile yetineceğim.
Emin Hoca'yı ziyaret etme sebebim o zamanlar hazırlamaya teşebbüs ettiğim ancak sonunu getiremediğim Ali Yakup Cenkçiler kitabı için bilgi toplamaktı. Emin Hoca'dan o gün büyük bir hayranlıkla ve övgü dolu sözlerle bahsettiği Ali Yakup Cenkçiler'i dinlemiştim.
Ali Yakup Efendi'nin hayat hikayesini İslam Ansiklopedisi'nde, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yazdığı maddeden okursunuz. Ben, Emin Hoca'nın onun hakkındaki söylediklerinden yola çıkarak Emin Hoca'nın nasıl bir dost olduğunu ve bu iki alim dostluklarından yola çıkarak sağlam bir dostluğun hassasiyetlerini anlamaya çalışacağım.
Emin Hoca nasıl bir dost idi?
Emin Hoca, Ali Yakup Cenkçiler ile ilk defa Mısır'da tanışır. Mustafa Sabri Efendi'nin, Bâkî'nin;
Derûnun pür-maârif, hem-nişînin merd-i ârif kıl
sözünü hatırlatan tavsiyesiyle yanına gider ve Nâbî merhumun;
Künc-i gurbet gül-şen-i cennet kadar cân-bahş olur
Dâr-ı gurbette bulunsa âşinâlardan biri
dediği gibi gurbet köşesi cennet köşesine döner ve vefat edene kadar sürecek dostlukları başlar. Türkiye'de döndükten sonra da Emin Hoca, Ali Yakup Efendi'yi bırakmaz ve elinden geldiğince yardım eder.
Emin Hoca, Ali Yakup Efendi ile ilk karşılaşmasını şöyle anlatmıştı:
Bir akşam namazından sonra Sultan Mahmut Türbesi'ne gittim. Medresede, odasının kapısının önünde sandalye üzerinde oturuyordu. Selamün aleyküm aleyküm selam dedikten sonra hemen kendimi tanıttım ve durumu izah ettim. O kadar sıcak davrandi ki görenler kırk yıllık ahbabının geldiğini zannederdi. Elinde Hadıru'l-Alemi'l-İslami adlı bir kitap vardı, onu okuyordu. O kitaptan aldığı malumattan bana bahsetti. O gece, o andan itibaren aramızda bir meveddet bir muhabbbet hasıl oldu. Ondan sonra Ali Yakup Efendi ile haftada bir gün değil, iki gün üç gün mutlaka beraber oluruz, karşılaşırız. Hatta bizim odamıza gelir, sohbet ederdik.
Hoca tavsiyesi
Emin Hoca ile Ali Yakup Efendi'nin dostluklarının sağlamlığı, onları tanıştıran kişilerin sağlamlığından geliyor sanki. Mısır'a gittiğinde hem Mustafa Sabri Efendi hem de Zâhidü'l-Kevserî, Ali Yakup Efendi'den sitayişle bahseder ve onunla tanışmasını hararetle tavsiye ederler. İkisinin de aynı kişiyi tavsiye etmesi üzerine Emin Hoca'nın "üzerime vacip oldu" diyerek tanışmaya gitmesi ise hocalarının sözlerine ne kadar kulak verdiğini, tavsiyelerini dinlediğini gösteriyor.
Basit bir tanışma deyip geçmemek lazım. Hocaların iyi ve meraklı öğrencileri birbirleriyle tanıştırma, dolayısıyla ilim yolculuklarında birbirlerine destek olması bir yana, öğrencilerin de hocalarının hatırını gözetmeleri, sorgulamadan denileni yapmalarına dikkatinizi çekerim. Sağlam dostluklar sağlam adamların vesile olduğu tanışmalarla başlıyor.
Menfaat dışında bir ortak bir merak olması
İkinci husus ilk karşılaşmalarının samimiyeti ve sohbetin her iki taraf için de zevkli olması. Sohbet okunan bir kitap üzerine ve iki ilim yolcusu karşılaştıklarında yine ilmi bir meseleyi müzakere ediyorlar. Demek ki sağlam dostluk için tarafları birbirine bağlayacak menfaat dışında ortak bir merak olacak. Şairin dediği gibi,
Nitekim eğlencesidir mâl ü servet câhilin
Ehl-i irfânın da mâl-i bî-şümârıdır kitâb
Bu iki dostun zenginliği de kitaplar idi. Bir araya geldiklerinde mutlaka bir kitap alır ve müzakere ederlermiş. Onları birbirine muhtaç kılan şey birlikte okuyacakları kitaplar olmuş. Her kitap, dostluk ateşini harlayan bir odun olmuş. Dostlukları sağlam kılan bir diğer özellik müşterek bir zevkin olması.
Meveddet ve kalplerin ısınması
Üçüncü husus ise taraflar arasında ünsiyetin peyda olması, meveddetin, muhabbetin hasıl olması. Bu öyle bir muhabbet ki her karşılaşmada büyüyecek ve tarafları bir sonraki buluşmak için sabırsız hale getirecek.
Sadakat, vefâ ve sahip çıkma
Emin Efendi nereye giderse veya kendisine bir şey sorulduğunda hep Ali Yakup Efendi aklına gelmiş, birlikte ders vermişler, birlikte ayrılmışlar. Birine haksızlık yapıldığında diğeri kendisine yapılmasından daha çok üzülmüş, dostluklarının hatırı için düşmanlarının zahmetini birlikte göğüslemiş, tepki göstermişler. Aralarında kardeşlikten öte bir hukuk gelişmiş. Her dostlukta olduğu gibi onlar da diğeri için fedakarlıktan veya feragat etmekten çekinmemişler. Onlar,
Gam zamanında görünmez hiç yârân-ı safâ
olmamışlar. Ali Yakup Efendi Türkiye'ye geldiğinde hem iş konusunda hem evlilik konusunda Emin Hoca hep yardım etmiş. Ali Yakup Efendi ise Emin Hoca'nın kendisi için yaptıklarını hiç unutmamış. Bursalı Beliğ'in işaret ettiği gibi,
Muhibb-i sâdık odur muktezâ-yı hâl üzre
Ya sarf-ı mâl ede ahbâbına ya bezl-i vücûd
gerektiğinde mallarını da canlarını da harcamaktan geri durmamışlar.
Fatih Cami
Bu iki dostun ortak bir noktaları daha var: Fatih Camii. Ali Yakup Efendi'nin dedeleri Fatih medresesinde tahsil gördüğü için Fatih Camii'ne karşı özel bir ilgisi, muhabbeti varmış. İstanbul'a geldiğinde rahle-i tedrisine oturduğu hocası Fatih camii imamı olan Emin Hoca da 1959 yılında başladığı Fatih Camii'ndeki dersleri geçen sene salgının başlamasına kadar devam ettirmiş, hiçbir işi olmasa dahi içinde oturmaktan haz aldığı mekan Fatih Cami idi.
İncitmemişler, incinmemişler
Leyla Hanım'ın tarifiyle;
İncitme sen ahbâbını incinmeye senden
Bu âlem-i fânîde zarâfet budur işte
bu iki dost gerçek zariflerden idi. Ali Yakup Efendi, Emin Hoca'ya "Tanıştığımızdan beri hiç darılmadığım kimse varsa o da sensin." dermiş. Demek ki Emin Hoca, dostunu kıracak, üzecek, incitecek en ufak bir şey yapmamış. Muhtemelen Ali Yakup Efendi de Emin Hoca'yı hiç üzmemiş, kırmamış.
Ömrünü inandığı ilke ve değerler doğrultusunda yaşayan ve değerlerinden asla taviz vermeyen, fâzıl zâhid, vefakâr, tedrîsi ve talimi seven, her an öğretmeye hazır, öğrencilerine karşı müşfik ve hayırsever bir alimi, uğruna hayatını harcadığı sevgili peygamberine, hocalarına ve arkadaşlarının yanına uğurluyoruz.
Yolu düz, yolculuğu rahat ve menzili mübarek olsun.
İsmail Güleç