Bugün, herhangi bir ciddi araştırmacıya veya doktora öğrencisine "Türkiye'nin en iyi üç kütüphanesi hangisidir?" diye sorulsa sıralanacak üç kütüphaneden biri, belki de birincisi, TDV'na bağlı İSAM Kütüphanesi olur. Bu kütüphanenin Türkiye'nin en iyi üç kütüphanesi olmasında büyük payı olan muhterem hocam İsmail Erünsal (Prof. Dr.), son yıllarda ülkemizdeki üniversite kütüphanelerinin durumunu gördükçe üzülüyor ve bir üniversite kütüphanesinin nasıl olması gerektiğine dair fikirlerini her ortamda bıkmadan usanmadan dile getiriyor. Özellikle son eseri Yirmi İki Mürekkep Damlası'nda, "Kütüphane denen meçhul" başlıklı bölümde ayrıntılı ve anlaşılır bir şekilde konuyu özetliyor. Ama anlaşıldığı kadarı ile hocamın sesi kimi üniversite kampüslerinin kapısından içeri girip ilgililerin kulaklarına bir türlü ulaşamıyor.
Hocamın ısrarla üzerinde durduğu ve anlatmaya çalıştığı husus Batı, bilgi çağını yaşarken bizim hâlâ tarım toplumları gibi hareket ediyor oluşumuz ve bunun neticesi gereksiz iş, zaman ve para kaybı.
İkinci husus, iyi bir kütüphane kurmak için elzem ve ehem ilk iki şey, kütüphaneyi kurmanın yol haritası olan program ile iyi yetişmiş uzman kütüphaneciler olmadan bir kütüphaneye kurmaya kalkışılmamasıdır. Ancak iyi hazırlanmış program ve yetişmiş uzman kütüphaneciler ile çağın ve geleceğin kütüphanelerini inşa edebiliriz.
İster Türkiye'nin en büyüğü olsun ister dünyanın en büyüğü, eğer programı ve uzman kütüphanecileri yoksa kitapla dolu beton yığınından başka bir şey değil yapılanlar. Hele binaların büyüklüğü ve kitapların sayısı ile övünmek ancak kasaba politikacılarının yapacağı bir gösteriş olabilir, ilmin izzetini taşıyan bir akademisyene yakışmaz, yapılması ise görgüsüzlüğü ve cehaleti izhâr eder.
Muhterem hocam, içinde bulunduğumuz çağda, koca binalar ve sayıları milyonlara varan kitaplarla bırakın iyi bir kütüphane olmayı, sıradan bir kütüphane bile kurulamayacağını söylerken dikkat çekmek istediği husus maalesef gözümüzden kaçıyor.
PROGRAM VE AMAÇ
Bir kere şunu zihnimize iyice sokalım. Kütüphane büyük binayla, rafla, rastgele toplanmış yüzbinlerce kitapla kurulmaz. Önce planlama yapılmalıdır. Kurulması düşünülen kütüphanenin en küçük ayrıntısına kadar her şey hesap edilmelidir. Bu hesaplama, kurulacak kütüphanenin işlevine göre değişmekle birlikte yıllar boyu sürebilir.
Bir kütüphane kurulurken verilmesi gereken ilk karar, kütüphanenin ne için ve kimler için kurulduğudur. Sadece "Üniversitede ve öğrenciler için kuruyoruz" demek ile bu soruya cevap verilmiş olmaz. "Nasıl ve ne tür bir üniversite?", "Öğretim üyelerinin profili ve uzmanlık alanları nedir?", "Hangi bölümlerden oluşuyor?", "Öğrencilerin düzeyi, alanı, eğitim dili, ihtiyaçları nedir?" sorularına da ayrıntılı cevap vermeliyiz. Cevabı aranan her bir soru, kurulacak kütüphanenin nasıl şekilleneceğini belirleyecektir çünkü. O yüzden, kısa, orta ve uzun vadeli düşünülüp şehrin, bölgenin ve ülkenin ihtiyaçları ve geleceğe dair planlamaları da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu ihtiyaçlar ve geleceğe dair planlar ise üniversitenin stratejik hedeflerini belirler. Bu hedeflere uygun planlar yapılır. Bu planları gerçekleştirmek için de takvim ve iş yükleri hazırlanır. Bu planları uygulayacak uzman kadrolar bulunur ve her şey stratejik hedefe uygun bir şekilde, ön görülen takvime sadık kalınarak gerçekleştirilir. Ve iyi bir kütüphane eğer her şeye sıfırdan başlanıyorsa on yıldan önce tamamlanmaz.
GELECEĞİN KÜTÜPHANELERİ
Hocamın, binaların büyüklüğü ve kitap sayılarının çokluğu ile övünmenin bir faydasının olmadığını söylerken zihninde olan şey, geleceğin kitapları idi. Günümüzde kütüphane tanımı ve işlevi daha önce hiçbir devirde olmadığı kadar hızlı değişiyor.
Yeryüzünde bildiğimiz ilk kütüphaneler, Sümerlerin kil tabletlerinden oluşan mahzenleriydi. Sonra papirüs ve parşömenler devreye girdi. Kâğıdın keşfi, önce İslâm dünyası, sonra Avrupa'ya yayılması ile bildiğimiz kitaplar rafları süslemeye başladı. Matbaanın icadı ise kütüphanelerdeki kitap sayısını artırdı. Artan kitap sayısı da büyük binalara olan ihtiyacı doğurdu. 7-8 asır boyunca kütüphaneler raflar ve raflardaki kitaplardan oluşuyordu. Önce sayıları hızla artan kitap baskısı kütüphanelerde ciddi yer sorununu ortaya çıkardı ve kütüphaneye alınacak kitapların iyi seçilmesi önem kazandı. 2019 yılında Türkiye'de basılan kitap sayısı 65 bin civarında olduğunu ve bu sayının her yıl bir önceki yıla göre arttığını düşündüğümüzde kitap seçimi ve seçilen kitapların alınması ve depolanması ciddi bir sorun iken imdada dijital kitaplar yetişti.
ÇEVRİMİÇİ VE DİJİTAL YAYINCILIK, E-KİTAP VE E-DERGİLER
Dijital ve çevrimiçi yayıncılık ve dergicilik artmaya başlayınca basılan dergilerin sayısı azaldı. Dijital arşiv imkanları genişleyince de artık sadece milli kütüphaneler ve bazı ihtisas kütüphaneleri hariç basılı materyalleri saklamanın bir anlamı kalmadı. Şimdi ise her şey sanal dünyada ve sanal kütüphaneler devri başladı. Bulut teknolojileri ve yapay zekâlar devreye girdi. Bizi nasıl bir dünyanın beklediğini bilemiyoruz. Acaba geleceğin kütüphanecileri de mi robot olacak?
Kütüphaneler, döneminin ihtiyaç ve şartlarına göre değerlendirilmelidir. Rönesans dönemindeki ilk üniversiteler ile günümüzdeki üniversiteler arasında mahiyet ve işleyiş bakımından farklar varsa, kütüphaneler arasında da farklar olacaktı. İlk nesil üniversitelerin ikinci nesile evrilmesi neredeyse sekiz yüzyıl sürdü. İkinci nesilden üçünce nesle geçmesi ise yüz yıl bile sürmedi. Üçüncü neslin dördüncü nesle evrilmesi ise daha da kısa sürdü. Elli yıl bile dayanamadı üçüncü nesil üniversiteler. Salgından önce yeni nesil veya dördüncü nesil üniversiteyi konuşuyordu dünya. Şimdi ise adını koyamadığımız bir dönemi konuşmaya başladık.
Dünyada üniversiteler hızla dönüşüp değişirken kütüphaneler de doğal olarak bu değişimden nasibini alıyor. Kütüphaneler, raflardaki kitaplar değil artık. E-kitaplar ve e-dergilerin sayısı hızla artıyor. Bundan on sene sonra basılı kitabın olup olmayacağı meçhul. Söz konusu üniversite olduğunda ise özellikle sağlık, teknoloji, fen ve deneysel yöntemlerle araştırma yapan sosyal bilimlerde üretilen bilginin eskime süresi çok kısaldı. Hatta bir kitap dijital olarak yayınlandıktan bir sene sonra kuramı değişip yeniden yayınlanabiliyor artık. Bazı alanlarda kitapların ömrü bir yılın altına düşmeye başladı. Araştırmacılar, kütüphanelere gitmeden koleksiyonlarından yararlanabiliyor. Yeni yayınlar çevrimiçi, eski dergiler de dijital ortama aktarılıyor. Matbaanın icadıyla yazma eserlerin ömrünün bitmesi ne ise e-kitaplar da matbu kitapları tarihe gönderecek. E-kitaplar yaygınlaştıkça da kütüphane servisine ulaşan cihazların olduğu her yer okuyucu salonu olacak.
Bu işin bir de teknik personel, donanım ve yazılım tarafı var. Veri tabanı sağlayıcılarına ödenen ücret ve hizmetin sürekliliği meseleleri var. Mesele bu kadar ciddi iken kimi yöneticilerimizin hâlâ yüz sene önceki ikinci nesil üniversiteleri için bir anlam ifade eden kocaman gösterişli kütüphane binalarıyla bilmem neye kibr eder, edenler. Şairin dediği gibi;
Bilemem eyleyicek girye midir hande midir
KEŞKE BAL BAL DEMEKLE AĞIZ TATLANSAYDI
Hocam her şeyi açık açık yazdı. Ben de bir hikâye ile açıklamaya çalışayım.
Adamın biri kahvede Köroğlu hikâyesini dinlemiş. Hikâyeci artık nasıl anlattı ise adam, Köroğlu'nun kahramanlığından etkilenmiş ve Köroğlu gibi namlı bir yiğit olmak istemiş. Benim Köroğlu'ndan neyim eksik, diye düşünmüş ve gitmiş babasını kör etmiş. Etmesine etmiş ama adama yine Köroğlu dememişler, "Kör Hasan'ın oğlu" demişler.
Keşke bu işler, bu kadar kolay olsaydı.