8-9 Ekim 2022 tarihleri arasında Mardin Artuklu Üniversitesi'nde Akademi Medrese Buluşmaları Teoriden Pratiğe Karşılaşmalar Çalıştayı düzenlendi. Hem akademiden hem medreseden hocaların katıldığı çalıştayda, medrese ile ilahiyat arasındaki ilişkiler tartışıldı. Çalıştayda dikkatimi çeken hususları maddeler halinde yazarak konuyu merak edip katılamayanlar için özetlemiş olayım.
Konuya geçmeden önce söylemem gereken bir şey var. Mesele benim bildiğimden ve tahmin ettiğimden çok daha büyük, derin ve karışık imiş. Mesele bu kadar çetrefilleşince ve sorunlar iç içe geçince yapılacak ilk iş, bence meseleyi basitleştirmek ve en baştan başlamak. Bunun yolu da medresenin amacı ve görevini tanımlamaktan geçiyor. Medreseler ile yapılacak veya yapılması gereken işler kanaatimce ancak bu tanımlar yapıldıktan sonra konuşulabilir.
Konuya girmeden önce bir hususu daha ifade etmeliyim. İlahiyat fakültesi ve medrese farklı kurumlardır ve mukayese edilemez, edilmemeli. İşlevinde her ne kadar benzerlikler olsa da öğrettiği konular arasında kesişen kümeler bulunsa da aralarında bunlardan çok daha büyük farklar var. Olsa olsa aralarında bir işbirliği olabilir ve bunun için her iki kurumun bulundukları yerin iyi belirlenmesi gerekir.
Medreseleri ilahiyata, ilahiyatları de medreseye benzetmenin kimseye faydası olmayacağı açık. Benzemeleri de mümkün değil zaten. Birbirine benzemesi demek aynı zamanda oldukları şeyden uzaklaşmaları demek. Bu benzeyişin ikisine de zarar vereceğini düşünenlerdenim. İlahiyatları ve medreseleri kendi içinde değerlendirip iyileştirmenin yolları aranmalı.
Medreselilerin ilahiyat fakültelerine getirdiği eleştirileri iki noktada toplayabiliriz. İlki Arapça eğitimin yetersiz olması, ikincisi de dini yaşama konusunda medreselilere göre yeterince hassas olmamaları. Doğruluk derecesini bilmiyorum. Gördüğüm kadarı ile şahsi tecrübelerden yola çıkılarak verilmiş bir hüküm.
Medrese mensuplarının kararsız olduğu konulardan biri, kurumsal yapılarının ne şekilde olması gerektiği. Devlet tarafından tanınan ve sistemde yeri olan bir eğitim kurumu olmak isteyen de var sivil toplum örgütü gibi bağımsız kalmak isteyenler de.
Bir diğer konu medrese mezunlarının ilahiyatta okumaları. İlitam ve ön lisans ile ilahiyatta öğrenim görme imkânı var. Bunun daha da genişletilmesi, medrese mezunlarının ilahiyata geçişlerinin kolaylaştırılması isteniyor. Ancak bunun mümkün olması için medreselerin kendi içinde yapılanmaları, eksiklerini tamamlamaları gerekiyor. Bunun yolu da biraz garip kaçacak biliyorum ama söylemek zorundayım, bir akreditasyon ajansı kurup medreseleri akredite etmek. Bunu yapacak kurum şu an için yok. Ancak Mardin Artuklu Üniversitesi'nin bu konuda tecrübesi ve ilgisi var. Medrese mensupları ve medreseden yetişen ilahiyat hocaları tarafından kurulacak bir dernek veya vakıf bu işin altından pekâlâ kalkabilir. Ancak medreseleri bu sürece dahil etme konusunda kimi zorluklarla karşılaşılacağını da tahmin etmek zor değil. Sabırla bu iş de hallolur.
Tartışılan konulardan biri de medrese-ilahiyat arasındaki ilişkileri düzenleyecek yasal düzenlemeler, yönetmelikler. Müfredat, ders gün ve saatleri, icazet şartları ve temessük, fiziki şartlar, denetleme ve finans konularını düzenleyen yönetmelik ve kurulacak kalite ajansının belirleyeceği standartlar meselenin çözümüne katkıda bulunacağını düşünüyorum.
Birkaç katılımcı lisan-ı münasip ile asırlardan beri aynı konuların öğretildiği medreselerde verilen eğitimin çağımız insanın sorunlarını halletmek için yeterli olmadığına değindiler. Medreseliler ise bu konuda ne yapacaklarını tam olarak bilmiyorlar gibi. Bunun mümkün olup olmayacağı konusunda ciddi endişelerim olduğunu ifade etmeliyim.
Medreseliler eleştirel konuştular ancak elimizde medreseler hakkında bir veri yoktu. Büyük bir kısmı kurumlarının kusursuz olduğunu düşünüyorlar. Kaç öğrenci var, kaçı devam ediyor, başlayıp bitiren öğrenci sayısı nedir? Eğitim ortamları, öğretim kadrosu ve müfredat ile ilgili bilgimiz yok. Dolayısıyla bunların yeterli olup olmadıklarını da bilmiyoruz.
Medreselerle ilgili daha çok sosyolojik ve antropolojik açıdan yapılmış araştırmalar var. Ancak din eğitimi ve talebenin durumuna dair araştırma pek yok gibi ya da ben bilmiyorum. Bu konularda ciddi araştırmalara ihtiyaç var. Ancak bu araştırmalar sonucunda somut bir şey söylemek mümkün olacak.
Anladığım kadarı ile medrese mezunlarının istihdam edildiği alan Diyanet İşleri Başkanlığı. Katılımcılar arasında müftülerin olduğu halde bu konuda hiç konuşmaması, Diyanet adına konuşan hocanın da vaaz eder gibi konuşup konuya girmemesi eksiklik idi. Keşke bir müftü ihtiyaç duyup istihdam ettikleri din görevlisinin yeterliklerini anlatsa ve medreseliler de müfredatlarını oluştururken buna dikkat etselerdi.
Medreselerin eğitim süresi hiç tartışılmadı. Öğrenme araç ve süreçleri çok çeşitlendi. Yedi sene ciddi bir süre. Bu konunun da tartışılması gerekiyor. Osmanlı medreselerinin derecelendirildiğini biliyoruz. Acaba bugün medreseler arasında böyle bir derecelendirme var mı?
Merak ettiğim bir diğer soru: Bir müderris müfessir midir, fakih midir, kelamcı mıdır? Yeni bir tefsir, fıkıh veya akait kitabı yazabilir mi?
Çalıştayda kız çocuklarının din eğitimine dair hiçbir şey konuşulmadı. Oysa bugünün dünyasında kız çocuklarının din öğretimi de çok önemli.
Hiç şüphesiz konuşulanlar bunlarla sınırlı değildi. Ben önemli bulduğum ve ilgi alanıma giren birkaç konuyu yazdım. Dolayısıyla yazıda birçok konu eksik olduğunu söylemiş olayım.
Son olarak söylemek istediğim bir konu daha var. Özellikle bir konuşmacı kendisine verilen 15 dakikalık sürede 40 dakika konuşmasını anlamam mümkün değildi. Bu yarım saatlik gecikme servisi, yemeği, öğleden sonraki konuşmaları, dinleyicilerin programlarını olumsuz yönde etkiledi. Konuşmacı kendisine emanet edilen kürsüyü vaktinde terk etmeyerek salondakilerin hakkını yediğini düşünmemesi, sadece salondakileri değil, salon dışındaki organizasyon görevlilerin görevlerini de zamanında ve eksiksiz yapmasını etkilediğini düşünmeden konuyla ilgisi olmayan sadece kendini tatmin eden bir konuşma yapmaya hakkı olup olmadığını düşünmemesine üzüldüm.
Özetle medrese konusunun bugünün Türkiyesinde ihmal edilmeye gelmeyecek kadar çok mühim olduğunu öğrendim. Benim kazancım da bu oldu.
İsmail Güleç