Arama

İsmail Güleç
Mayıs 11, 2024
Kariye Camii duvarlarındaki Hz. İsa biyografisi

21 Ağustos 2020 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararı ile yeniden ibadethaneye çevrilen Kariye Camii, dört yıl süren bir restorasyondan sonra 6 Mayıs 2024'te düzenlenen bir törenle ibadete açıldı. Kariye Camii de İstanbul'un fethinden sonra Ayasofya, Küçük Ayasofya, Hırâmî Ahmed Paşa, Koca Mustafa Paşa, İmrahor İlyas Bey, Mesih Paşa, Atik Mustafa Paşa, Fenârî Îsâ, Vefa Molla Gürânî, Zeyrek, Eski İmaret vb. camiler gibi kiliseden çevrilenlerdendir.

Bir manastır için XII. yüzyılda inşa edilen ve XIV. yüzyılda genişletilerek mozaiklerle süslenen bir kilise olan ve sanat tarihçilerinin yoğun ilgisine mazhar olan Kariye Camii'ni diğerlerinden ayıran özelliği, iç duvarlarında ve kubbesinde bulunan sanat değeri çok yüksek mozaik ve fresklerdir. Dışarıdan bakıldığında taş ve tuğladan ibaret sade bir yapı olan kilisenin içi görenleri hayran bırakan resimlerle süslüdür.

Kilise ve resim

Kiliselerin mimari bir yapı olarak ortaya çıkmaları önce Roma'nın sonra Avrupa'nın Hristiyan olması sonucudur. Hristiyanlık, heykellerle süslü yapılarıyla meşhur Roma'da kabul edildikten sonra 4. asırda İspanya'da toplanan konsilde resim ve heykel aleyhine karar alınmıştı. İkonaların yaygınlaştığı 8. asrın Bizans'ında da ikonalar kırılmış ve kiliselerden çıkarılmıştı.

Roma'da toplanan konsillerin birinde cahil halkı din konusunda, özellikle Hz. İsa ve kutsal kitapta anlatılan hikayeleri kavraması için kiliselere resim yapılması kararı alınması üzerine ikona, fresk ve Rönesans ile birlikte barok resim kiliseleri süslemeye başladı. Ancak Protestan ve Anglikan kiliseleri bu konuda farklı bir yol izlediler ve kiliselerine resim sokmadılar.

Kariye'deki freskler ve mozaikler

Kariye Camii'ni süsleyen fresk bir resim tekniği. Henüz sıva kurumamışken yapıldığı için İtalyanca taze anlamına gelen fresco adı verilmiş. Boya sıva ile aynı zamanda kuruduğu için sonradan ekleme yapmanın imkânı olmadığı bu teknik XIII. asırdan itibaren müsait iklim şartlarına sahip Orta İtalya'da görülür. En güzel örneklerini ise XIV. asırda verir. Bu örneklerden biri de Kariye Camii'ndedir. Kariye Camii'ndeki fresklerin özelliği hikayelerin bugün mevcut olmayan bir kitaptan alınmış olmasıdır. Bu yönüyle de özgündür.

Kariye Camii freskleri resimli Hristiyanlık tarihi gibidir. Kilise dış ve iç avlu olan nartekslerle naos adı verilen ibadet için toplanılan meydan ve aynı zamanda mezar olan "parekklesion" adı verilen şapel olmak üzere dört bölümden oluşur ve her bölüm Hz. İsa'nın hayatının bir evresine ayrılmış.

Hz. İsa'nın biyografik hayatı iki kubbeli iç nartekste anlatılır. Soldaki kubbenin merkezinde Bakire Meryem ve Bebek İsa resmi ile Luka İncili'nde geçen Hz. İsa'nın anne tarafından soy ağacı yer alır. Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem'in doğması, büyümesi ve Yusuf'la nişanlanması ve Meryem'in hamile kalması kubbede resmedilen olaylardır. Bu hikâyenin devamı dış nartekste devam eder.

Sağdaki kubbenin merkezinde ise Hz. İsa figürü bulunur. Çevresinde de Hristiyanlık tarihinin önemli simalarının resimleri yer alır. Matta İncili'nde Yusuf tarafından Hz. İsa'nın soy ağacı bu kubbededir. Ayrıca Hz. İsa'nın mucizelerinden bazıları da resmedilmiş.

İç narteksi geçip naosa yani merkeze girdiğinizde bizi Bakire Meryem ve Bebek İsa ile Hz. İsa resimleri karşılar. Bu iki resim erken Hristiyanlık resimlerinin iki temel figürüdür ve her kilisede mutlaka bulunur.

İçeriden dış nartekse çıkıldığında Hz. Meryem'in hayatı anlatılmaya devam edilir. Sağ tarafta Yusuf'un rüyası ile başlayan resimler Hz. Meryem'i alıp Mısır'a gitmesi, nüfus sayımı, Beytülahm'a yapılan yolculuk, Hz. İsa'nın bir ağılda doğması ve Nasara'ya gidilmesi sahneleri ile devam eder. Hz. İsa'nın Yahya tarafından vaftiz edilmesi ve çölde şeytanlarla mücadelesi de bu bölümdedir.

İç nartekse geçen kapının üstünde Hz. İsa resmi bulunur. Sol üst köşesinde suyu şaraba çevirme mucizesi, sağ üst köşesinde binlerce kişiyi beş ekmekle doyurma mucizesi yer alır. Hemen sağ tarafta ise Kral Hirodes'in öldürttüğü iki yaşından küçük çocuklar ve yas tutan annelerinin resmi yer alır.

Parekklesion adı verilen mezarların bulunduğu şapelde ise Tevrat'tan alınmış Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz. Musa figürleri, ahit sandığı ve Süleyman tapınağına yerleştirilmesi resimlendirilmiştir. Diğer tarafta İncil'den alınmış özellikle kıyamet ile ilgili sahneler bulunur. Hz. İsa'nın öldükten sonra ölüler diyarına gitmesi, orada Hz. Adem ve Hz. Havva'yı diriltmesi, ayaklarının altında kapılar ve bir ölü beden ile kıyamet gününde olacaklar anlatılır.

Tavanda ise kıyamet sahnesi var. Hz. İsa, efendi ve adil yargıç olarak sağında ve solunda ermişler olduğu halde tahtına oturmuş bir vaziyette resmedilmiş. Cennete girmek üzere başta Aziz Petrus olmak üzere sıralanan iyiler ve ilk giren kişi olan elinde çarmıh olan bir hırsız ile Hz. İbrahim'e verilen sözü resmeden bebek tutan bir melek, kucağında bebek olan bir baba ve kalabalık insan topluluğu resmi var.

Kariye'deki tüm mozaik ve freskleri görüp anlayan biri Hristiyanlık tarihini ve inancını biliyordur, diyebiliriz.

Kilise - Cami Mukayesesi

Kariye Camii'nin yeniden ibadete açılması üzerine sosyal medyada aralarında kerli ferli adamların da bulunduğu bir grup, kiliselerin sanat eseri merkezi olduğunu, Hristiyan din adamlarının sanatı ve sanatçıyı himaye ettiklerini, İslam aleminde ise sanat düşmanlığı yapıldığını, bu yüzden geri kaldıklarını iddia eden yazılar yazdılar, mesajlar paylaştılar. Söylenenlerin hiçbiri doğru değil, kocaman bir yalan ve iftiradan ibaret.

4. Asırda İspanya'da yapılan konsülde kilisede resimler kaldırıldı. 8. asırda Bizans'ta ikona kırıcılık diye bir akım başlamıştı. Katoliklerin aksine Protestanlar ve Anglikanlar kiliselerine resim sokmadılar. Dolayısıyla Hristiyanlıkta özellikle Rönesans'tan sonra Katolik katedraller vesilesi ile geliştiğini söylemek dürüstlük gereği idi.

Saklanan ikinci gerçek ise camilerin pür sanat oldukları ve sanat eserleri ile süslendiği gerçeğidir. İstanbul'daki Süleymaniye'den küçük bir mahalle mescidine kadar olan camilerin hepsi sanat eseridir.

Fresk ve resimler iki unsurdan oluşur. İlki boya ve resim olan görünüş. İkincisi resimde anlatılan olay. Her ikisi de camilerimizde farklı formlarda yer alır. Ancak inancımız gereği farklı şekilde tezahür eder. Konumuz olmadığı için mimari incelikleri bir kenarda tutup sadece duvarlara nakşedilen resimlerle ilgili olan kısmı anlatalım.

Fresklerdeki resimlerin yerini bizde nakış ve tezyinat alır. Çiçek ve geometrik şekillerden oluşan süslemeler başta mihrap ve kubbe olmak üzere cami süsler. Özellikle kubbeyi ve mihrabı süsleyen nakışlar ve tezyinat olağan üstü güzelliktedir. Buna vitraylı camları ve pencereleri de ilave edebiliriz.

Duvarları süsleyen bir diğer sanat hattır. Kubbenin büyüklüğüne göre göbeğine genellikle ayet-i kerimeler veya Amenerresulu, kasnak kısmına daha uzun sureler yazılır. Kıble kapısı üstünde Nisâ Sûresi`nin 103. âyeti, "inne's-salâte kânet ale'l-mü'mînîne kitâben mevkûtâ" yazılması gelenek olmuştur. Merkezî kubbeyi taşıyan sütunların arasına ise lafzatullah, Hz. Peygamber ve çehâr-ı yâr-ı güzînin isimleri yazılır veya isimlerinin olduğu levhalar asılır.

Camin sadece mihrabı tek başına sanat eseri olmaklığına delil olarak yeter. Mihrâbın yerini belirlemek için hafif dışarı çıkacak şekilde nişi, iki kenarında tezyin edilmiş sütunçeler, onların etrafında muhtelif şekillerle süslenmiş bordürler, nişlerin kemerli yarım kubbe şeklindeki kavsaraları, üzerinde ayet-i kerime yazılı kitabe ve müzeyyen ve münakkaş tepeliği ile âdeta müstakil mimari bir esere dönüşür. Türkler, mihrâba o kadar itina göstermişlerdir ki bizim selatin camilerdeki mihrapların mimari özelliklerini anlatmak sayfalar dolusu sürebilir. Bu süsleri seyredip zevk almak ise ayrı bir kültür ve estetik bilmeyi ister.

Bir de mihraba ve yerlere serilen el emeği göz nuru halılar vardır ki başlı başına yazı konusudur. Mimari, tezyinat, hat, ahşap işçilik ve halıların her biri ayrı bir sanat eseridir ve ancak büyük bir medeniyet ve kültür birikimine sahip toplumlar mabetlerini bu şekilde inşâ edebilir.

Muhteva

Kilise içinde görsellerle anlatılan Hz. İsa'nın hayatını bizim kültürümüz şiirle anlatmıştır. Hristiyanlar kiliselerde Hz. İsa figürlerini görerek tanımışlar, biz de dinleyerek tanımış ve sevmişiz. Meramımı bir fresk ve mozaik üzerinden anlatmaya çalışayım.

Kariye Camii'ndeki Hz. İsa'nın doğumunun anlatıldığı resme bakalım. Resimde henüz doğum yapmış Hz. Meryem bulunur. Hz. Meryem'in alt tarafında yeni doğmuş bir bebek yani Hz. İsa vardır. Hem annenin hem bebeğin üzerine bir ışık huzmesi düşer ve başlarında da nurdan bir hâle vardır. Bir köşede Hz. İsa'nın yıkanması için hazırlanan su, bir başka köşede çobanlara doğumu bildiren melekler, kapının önünde kaygılı bir şekilde doğumu bekleyen Yusuf yer alır.

Biz ise peygamberimizin doğumunu resimlerden değil şiirlerden öğreniriz. Hz. Peygamber'in doğumunu anlatan eserlerin başında gelen Mevlid'te Süleyman Çelebi Hz. Peygamber'in doğumunu anlatmaya,

Amine hatun Muhammed annesi
Ol sadeften doğdu ol dür danesi

Diyerek başlar. Daha sonra Amine'nin Abdullah'tan hamile kaldığını ve doğum zamanının geldiğini söyler. Hz. Muhammed'in doğumu yaklaştıkça onun doğumunu müjdeleyen olaylar olmaktadır. İnsanların en hayırlısı olan Hz. Peygamber 12 Rebiülevvel gecesinde dünyayı şereflendirir. Doğum esnasında Amine Hatun çevresinde pervanesi güneş olan harika bir nur görür. Nur evin penceresinden çıkıp dünyaya yayılır. Gökler açılır, karanlık aydınlık olur. O esnada elinde üç alem olan üç melek görür. Meleklerden biri batıda, biri doğuda biri de Kabe'in damındadır. O melekleri görünce doğacak kimsenin halkının beyi olacak biri olduğunu anlar.

Daha sonra melekler saf saf olup gökten inip Amine'nin olduğu evin etrafında dönerler. Sündüs adında bir melek havaya bir döşek serer. Bunları gören Amine hayretler içinde kalır. Derken duvar yarılı ve üç güzel kadın içeri girer. Kimileri bu üç güzel kadından birinin Hz. Musa'yı büyüten Asiye, birinin Hz. Meryem, üçüncüsünün de meleklerden olduğunu söylerler. Bu üç ay yüzlü kadın selam verip yanına otururlar ve Hz. Peygamber'in doğacağını birbirlerine müjdelerler.

Bu arada üç yere üç alem dikilmiştir. Bu üç kadın Hz. Amine'ye doğacak çocuk bir oğulun daha önce hiç doğmadığını, dünya yaratıldığından beri onun gibisinin gelmediğini söylerler. O ana kadar ne onun kadar değeri yüce bir evlat ne de öyle bir evlat doğuran ana görülmüştür. Ey Amine, sen ne şanslı bir kadınsın, sen huyu ve yaratılışı güzel bir evlat doğuracaksın, derler.

Süleyman Çelebi daha sonra kendi alır ve Hz. Peygamber'i ve doğrduğu geceyi anlatmaya şu beyitlerle devam eder:

Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır
Bu gelen tehvid-i irfan kânıdır

Bu gelen aşkina devreyler felek
Yüzüne müştakdürür ins ü melek

Bu gice ol gicedir kim, ol şerif
Nur ile alemleri eyler latif

Bu gice şâdân olur erbâb- dil
Bu giceye can verir eshab-ı dil

Rahmeten lil´alemindir mustafa
Hem şefiu´l-muznibindir mustafa

Hz. Peygamber'in doğum zamanı gelmiştir. Hz. Amine çok susar ve ona bir bardak şerbet ikram ederler. Şerbeti tutan huriler Allah'ın ikramı olduğunu söylerler. Kardan beyaz ve soğuk, şekerden daha tatlı bir şerbettir. Onu içen Amine nura gark olur ve bedeninin o nur içinde göremez. O esnada bembeyaz bir kuş gelir ve kanadıyla sırtını sıvazlar. Sıvazlarken de Hz. Peygamber doğar. Yerler ve gökler nurla dolar, aydınlanır.

Milletimiz asırlar boyunca Hz. Peygamber'i bu dizelerden öğrenir, bilir, sever. Hristiyanlar gözleriyle gördüler, dışarıdan biri gibi seyrettiler. Biz kulaklarımızla dinledik, içimizde yaşadık, gördük. Onlar resimle tanıdı biz şiirle. Hristiyanlar gibi Hz. Peygamber'in resimlerini fırça ve boya ile yapmadık ama kelimelerle çizdik. Naat dedik, hilye dedik ve onu anlatan sözlerle süsledik duvarlarımızı. Hilye ve mevlitten başka naat, siyer, miracname, kırk hadis, Ahmediye-Muhammediye, mucizât-ı nebî, esmâ-ı nebî, hicretnâme gibi eserlerle Hz. Peygamber'in hayatının her anını öğrendik, bildik.

Hristiyanlar inançlarına göre peygamberlerini resmettiler biz de kendi inancımıza göre. Neden ikisinden birini diğerinden üstün göstermeye çalışıyoruz? Onlarda bir türlü biz de bir türlü, der geçeriz.

Koca bir medeniyet ve kültüre böyle büyük bir iftira atmak ve yalan söylemekten daha ağır olanı ise içinde doğup büyüdüğü toplumun dinine ve kültürüne yabancı olması, ruhunu Batı'ya satan self-oryantalist kimseler gibi atalarına düşman olup küçümsemesi. Benim için daha da üzücü olanı ise sahip olduğumuz kültür, sanat ve edebiyatı gündelik hayatımızın içine sokamamamız ve öğretemememiz. Ayrıca altı yüzyıl boyunca cami olmasına rağmen fresklere dokunmayan bir medeniyeti sanat düşmanlığı ile itham etmek cehaletle izah edilemeyecek bir ön yargı ve körlük ile ilgili olmalıdır.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN