Değerli okuyucum.
Geçen haftaki yazılarımızda toplumun çekirdeğini teşkil eden aile müessesesinde "eşler arasında mahremiyet" konusunu ele almıştık. Bu yazımızda konuya "diğer insanlarla ilişkilerimiz" ekseninde devam edeceğiz.
Aile ortamı, en sıcak eğitim yuvasıdır ve en önemli terbiye ocağıdır. Karı koca arasındaki muhabbet ve anlayış; hak ve sorumluluk bilinci özellikle çocuklara da yansıyacaktır. Yine bu arada karı-kocanın hak-hukuka dayalı ikili ilişkilerinden dışa yansıyan güzellikler ve olumlu tavırlar, kişinin diğer insanlarla olan iletişiminde de güzelliklere vesile olacaktır. Dolayısıyla ailenin çekirdeğini teşkil eden karı-koca ikilisi, toplumun huzuru ve mutluluğu açısından da önemli bir görev üstlenmişlerdir diyebiliriz.
İnsan sosyal bir varlıktır. Kelime olarak "üns" kökünden geldiğini kabul edersek, insanın mutlaka ünsiyet ihtiyacı duyan bir varlık olduğu sonucuna ulaşılır. Bu da onun yalnız değil, diğer insanlarla ünsiyet (=yakınlık) kurarak yaşamaya hazır ve uygun olduğunu ortaya koyar. İşte İslam dini, insanın diğer insanlarla olan ilişkilerini "muamelât" başlığı altında, inceden inceye belirlemiş ve insanoğlunun bu dünya hayatını mutlu ve huzurlu bir şekilde geçirebilmesinin yollarını sunmuştur.
İnsanlar arası ilişkilerde mahremiyet nedir ve nasıl olmalıdır? Sorusuna karşılık vereceğimiz cevap şudur: İnsanlar arası ilişkilerin temelinde de "kişilik haklarına saygı" olmalıdır. Bu saygı, dinimizde son derece önem atfedilen "kul hakkı" kavramının tâ kendisidir. Bu sebepledir ki İslam dini, bir müminin diğer mümin kardeşinin özel hayatını, sırlarını ve şahsına ait olan tüm mahrem hususları araştırmayı, -ki biz bunu Kur'an'da "tecessüs" olarak görmekteyiz- kesin bir ifadeyle yasaklamıştır (Bkz. Hucurât, 12). Yine Yüce Dinimiz, gıyabında bir kimsenin, hoşlanmayacağı ifadelerle anılmasını, onu rencide edecek vasıflarla çekiştirilmesini de çok mânidar bir örnek olan "ölü eti yemek" ile bir tutmuş ve yasaklamıştır (Bkz. Hucurât, 12) Bunlara ilaveten, kaş-göz işareti yaparak bir kişi hakkında çekiştirme ve hakaret içeren tavırlarda bulunmayı da yine dinimiz yasaklamıştır (Bkz. Hümeze, 1). Hele hele masum ve suçsuz bir kimseye iftira etmenin cezasının, "dünya ve ahirette lanetlenmek" olacağını ağır bir dille haber vermiştir. (Bkz. Nûr, 23)
Bu ayetler şunu ortaya koymaktadır ki, İslam, insanın kişilik haklarını zayi edecek, mahremiyetini zedeleyecek, şahsiyetini ve onurunu rencide edecek hiçbir tavır ve davranışa müsâade etmemektedir. Toplumsal huzur ve mutluluğu sağlamak adına İslam'ın emir ve tavsiyede bulunduğu bu hususların en ince noktalara kadar sirayet ettiğinin en güzel göstergelerinde bir de şu ayettir:
"Ey iman edenler! Kendi eviniz dışındaki evlere girerken, kendinizi tanıtıp izin almadıkça ve hane halkına selam vermedikçe içeri girmeyiniz. Böylesi bir davranış, eğer düşünüp anlarsanız sizin için daha hayırlıdır." (Nûr, 27)
Ayet-i Celile'de hem mesken mahremiyetine hem de kişilik haklarına saygı duyulmasına açık bir yönlendirme gözlenmektedir. Kur'an'ın nâzil olduğu zaman diliminden günümüze dek bu emrin uygulandığı, hayata tatbik edildiği müslüman toplumlarda, Hz. Peygamberin (sav) "üç defa kapıyı çalmak suretiyle izin istenmesi ve şayet olumlu cevap yoksa kapıdan dönüp gidilmesi" tavsiyesine uyulmuştur. Böylece bu zarif davranış sayesinde insanlar başkalarının mahrem sayılan hallerine muttali olmaktan, böylesi durumlarla -istemeden de olsa karşılaşmaktan- korunabilmişlerdir. Bu hassasiyeti göstermek, ayetin sonundaki "sizin için hayırlıdır" ifadesinin toplumda tecellisine zemin hazırlamıştır aynı zamanda…
Mahremiyete saygının yavaş yavaş yitirilmeye başlandığı modern zamanlarda ise eskiden olmayan problemlerin ortaya çıktığını görüyoruz maalesef…
Bugün insanlar, ilk defa tanıştıkları kimselerle "kırk yıllık dost" gibi olmak arzusundalar. Oysa ki, daha ilk görüşmesinde muhatabından aile ve iş hayatına dair tüm detayları öğrenmeye çalışmak, cep telefonunu ve iletişim bilgilerini istemek mahremiyete saygısızlıktır. Çünkü bu tür bilgiler kişiye özel olup ancak kendi isteğiyle vermesi durumunda karşıdaki kişi için münasip bir durumdur. Öte yandan, evli fakat çocuk sahibi olmayan insanların en çok üzüldükleri şeyin, çocuklarının olup-olmadığının sorulması, olumsuz cevaba karşılık "vah vah, yazık!" gibi ifadeleri duymak olduğu, hiç hatırdan çıkarılmamalıdır.
Bugün birtakım kimseler, başında oturdukları "donatılmış" sofralardan çektikleri resimleri sosyal mecralarda paylaşmaktalar. O resmi görenlerin böyle bir imkâna sahip olup-olmadığını hesaba katmadan!
Bugün sağlık alanında hizmet veren personelden birileri, "kendisinden habersiz" bir şekilde yatan hastaların resmini çekerek "arka plan oluşturmakta ve sorumsuzca paylaşmaktadır. Arkada yatan kişinin böyle bir resimde bulunmayı isteyip-istememesini önemsemeden!..
Bu ve benzeri örnekler, bir insanın diğer insanlarla ilişkilerinde "mahremiyet" konusuna saygısının veya saygısızlığının ortaya çıktığı zamanlardır. Temelde kişilik haklarına saygı ve kul hakkına girmemek şeklinde tecelli eden mahremiyet konusuna özen göstermek, her zaman ve mekânda huzur ve mutluluğun vesilesidir. Aşındırıldığı ve rencide edildiği vakit de günümüzde örneklerini gördüğümüz gibi birtakım problemler bir bir baş göstermektedir. İsteklerde ve davranışlarda ölçüsüzlük, haddi aşmalar, özenti, çekememezlik… Dertlerden bir kısmı bunlar, devası ise iki kelimeyle, mahremiyete saygı…
Konuya diğer bir açıdan bakmak üzere devam edeceğiz. Sağlıcakla kalınız efendim…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay