Mekke'den Medine'ye hicret, aynı zamanda yeni bir devletin kurulmasına imkân sağlamıştı. Mabed-Mektep-Çarşı üçlüsünü müslümanlar için önemseyen Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, gerekli teşebbüslerle ilgili alanlarda etkisi günümüze kadar uzanan hayır ve bereket mekânlarını faal hale getirmişti. Neticede, şimdiki Ravza-i Mutahhara'yı, Suffe Mektebi'ni ve yılın her mevsiminde canlı ve bereketli ticari hayatı ümmetine, Asr-ı Saadet'ten bir hatıra olarak bırakmıştı.
Hicretten sonra O'nun önem verdiği hususlardan biri de diplomatik ilişkilerdi. İslam dininin, hayatın her yönüne hitap eden özelliğini bu konuda da görmek mümkündü. İşte bu yazıda bahse konu alandan söz etmeye çalışacağız.
DİPLOMATİK İLİŞKİLERE ÖNEM VERDİ
"Âlemlere Rahmet" olarak gönderilen Peygamberimiz (sav) evrensel nitelikli tebliğini tüm insanlığa ulaştırmak için sürekli bir çaba içinde olmuştur. Hicrî 6. yılda birçok ülkenin devlet başkanına, nazik, kısa ve özlü ifadelerle örülü davet mektupları göndermiştir. Nitekim bu mektuplardan birinin muhatabı olan Habeşistan Kralı Ashame'nin İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir.
Mekke fethedildikten sonra Hicrî 9. yılda Nasr suresinde ifade buyrulduğu üzere, "İnsanlar bölük bölük Allah'ın dinine girmeye" başladılar. Bir yandan toplu şekilde imân etme süreci yaşanırken, bir yandan da bu dini yakından tanımak maksadıyla Medine'ye heyetlerin gelmesiyle karşılaştı müslümanlar…
Uluslararası ilişkiler bağlamında, Sevgili Peygamberimizin bu heyetlere gösterdiği ilgi gerçekten dikkat çekiciydi. Aşağıda buna dair örnekler vereceğiz.
Her konuda hassas ve dikkatli olan Sevgili Peygamberimiz (sav), her birini bu yüce dini kabul etmeye aday kişiler olarak gördüğü heyetleri büyük bir özenle karşılardı. En güzel elbiselerini giyer, yanında yer almasını istediği ashabından da güzel elbiseler giyerek hazır bulunmasını isterdi.
Heyetleri ağırlamak için belli evler tahsis eder, bazen de mescidin avlusunda kurdurduğu çadırlarda ağırlardı misafirlerini…
Üç gün kalıp gidenler olduğu gibi, 15-20 gün kalanların da bulunduğu heyetlere, tam bir din ve vicdan hürriyeti yanında, hareket serbestliği de sağlanmaktaydı. Sözgelimi, Necranlı hristiyanları temsilen gelen heyet müslüman olmadan geri dönmüş, fakat bu süre zarfında ibadetlerini serbestçe ifa etmişlerdi.
Belirli vakitlerde misafirlerinin hatırlarını soran Peygamberimiz, bazı durumlarda heyet üyelerini bizzat kendi evine misafir olarak aldığı da olurdu. Şimdi konuyla ilgili iki olayı nakletmek istiyoruz.
Habeşistan Kralı'nın gönderdiği bir heyet, Peygamberimiz tarafından kabul edilmişti. Efendimiz, gelen heyeti bizzat ağırlamış ve hizmetlerini de kendisi yapmıştı. Ashabından bazıları misafirlere hizmet görevine talip olmuşlarsa da kabul etmemiş ve şöyle demişti:
"Bunlar, bir zamanlar kendi ülkelerinde benim ashabımdan bazı kimseleri ağırladılar, misafir ettiler. Şimdi ben de onları burada bizzat kendim ağırlamak istiyorum."
Bu davranışında, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin hem vefası hem de yabancı misafirlerine gösterdiği ihtimam açık bir şekilde gözlenmektedir.
Diğer bir örnekte ise O'nun misafirine ilgisini ve bu ilginin mutlu sonucunu görmekteyiz.
Müslüman olmadan önce İslâm karşıtı bir hristiyan olan Adiyy b. Hâtim bu yeni dini ve peygamberini yakından tanımak maksadıyla Medine'ye geldi. Kendisi itibarlı biriydi. Peygamberimiz, ziyaretine gelen bu şahsı, evinde misafir etmek üzere götürürken yolda kendisiyle ilgilenmesi ricasında bulunan yaşlı bir kadına rast geldiler. Peygamberimiz uzun bir süre yaşlı kadının derdini dinledi ve onunla yakından ilgilendi. Daha sonra eve vardılar. İçi lif dolu deri bir minderi misafirine ikram eden, kendisi ise yerde oturan Efendimizin bu davranışı, Adiyy b. Hâtim'i son derece etkiledi. Peygamberimizin gerek yaşlı bir kadınla bu denli ilgilenmesi, gerekse misafire ilgisi ve alçakgönüllü davranışları, onun müslüman olmasına zemin hazırladı.
Yine, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin Sakîf kabilesinin elçilerine uyguladığı muamele de anlamlıdır. Müşrik olmalarına rağmen Peygamberimizin onları mescide kabul etmesini bazı sahâbîler yadırgamıştı. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz:
"Yeryüzü hiçbir şeyden kirlenmez, onları Kur'ân dinleyebilecekleri bir yerde misafir edeceğim" buyurdu.
Böylece Nebiyy-i Ekrem (sav) Efendimiz o gün ashabına bir ders verirken günümüz müslümanlarına da bir mesaj gönderiyordu âdeta…
Gayrimüslimlere bu dinin güzelliklerini anlatmak, onları "Allah'ın kitabı ve en büyük mucize olan Kur'ân'ın sesiyle ve bizzat kendisiyle tanıştırmakla" mümkündür.
Konuyu, gelen heyetlere imkanlar ölçüsünde hediyeler sunularak yolcu edildiklerini ekleyerek bitirelim.
SÖZÜNE GÜVENİLEN DEVLET BAŞKANI
Peygamberlerin ortak özelliklerinden biri "Sıdk" diğeri de "Emanet"tir. Yaradılıştan sahip oldukları bu özelliklerle, onlar özü−sözü doğru, kendilerine güven duyulan ve verdikleri sözü mutlaka yerine getiren kimselerdir.
Sevgili Peygamberimiz daha elçilik göreviyle görevlendirilmeden önceki hayatında, herkesin ortak kanaatiyle bu özelliklerin sahibiydi. Bu sebeple, Mekkeliler O'na "Muhammedü'l-Emin" diyorlardı.
Peygamberlik vazifesi verilince daha önceden hiçbir yalanına şahit olmadıkları bu yüce şahsiyet için ancak "sihirbaz", "bilgili bir şâir" gibi yakıştırmalarda bulunabildiler. Çünkü −itiraf etmek zorunda kaldıkları gibi− O, her zaman dosdoğruydu.
Değerli okuyucum,
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz bir Peygamber olarak kendisine indirilen, "Seninle beraber tevbe edenlerle birlikte, sen de emr olunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd, 112) ayetinin gereği olarak doğruluğu bizzat şahsında özenle yaşadığı gibi, sözleri ve davranışlarıyla da bu ayeti tüm insanlığa tebliğ etmişti.
Kendisinden nasihat isteyen birisine,
"Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol!" buyuran Peygamberimiz, imân ile doğruluğu yan yana zikretmişti.
Şahsî hayatında böylesine doğru, böylesine güvenilir biri olan Sevgili Peygamberimiz bir Devlet Başkanı olarak da aynı özellikleri sergilemiştir. Devletin en üst seviyesinde idareci olarak bulunması O'nun bu özelliklerinden hiçbir şeyi alıp götürmemiştir.
Medine'ye hicret edeceği zaman yanında Mekkeli müşriklere ait mallar emanet olarak duruyordu. Yolculuğa çıkmadan önce bunları Hz. Ali'ye teslim ederek sahiplerine ulaştırmasını istemesi ne kadar dikkat çekici ise, Medine İslam Devleti'nin Başkanı olarak, Hudeybiye Andlaşması'ndan sonra, bir yolunu bulup kaçarak Medine'ye gelen iki mümini, "kendilerine Allah'ın mutlaka bir çıkış yolu vereceği" tesellisiyle, andlaşma gereği Mekke'ye iade etmesi o kadar anlamlıdır.
Binlerce salât ve selâm, O'nun ve âlinin, ashâbının üzerine olsun…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Seni ilk görenler korku çekermiş
Sonra ülfet eder hemen severmiş
Benzerini asla görmedim dermiş
Erenler yolunda giderek ermiş
Benzeri bulunmaz yüzünü göster
Gönüller nûrunla yıkanmak ister
(Hayrettin Karaman)