Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yıl hüzün yılıydı... Aylardan Receb…

Ashab- Kiram o yıla "Senetü'l-Hüzn" adını vermişlerdi. Yani hüzün yılı… Hüzün bir elbise olup bürüyüvermişti adeta Habibullah'ı… Ve mübarek çehresine yansıyan hüznüyle şimdi O, Kâbe'nin yanı başında Rabbinin eşsiz merhametine sığınmıştı yine…

Bir eş olmaktan öte, varlığıyla, dostluğuyla, şefkatiyle ve desteğiyle "melek-sıfat" eşi Hz. Hatice (ra) validemizi ve kendisini müşriklere karşı himaye eden amcası Ebu Talib'i kaybedişinin hüzün yaralarını saramamışken, bir destek bulmak ümidiyle gittiği Tâif'te muhatap olduğu saygısızca muamelenin acısını da yüreğinde taşıyordu Rahmet Peygamberi…

İşte şartların böyle tecelli ettiği bir zaman diliminde, bir Receb ayı gecesinde Alemlerin Rabbi Allah Teâlâ, Vahiy Meleği Cebrâil'i gönderdi...

Buhari ve Müslim'in naklettiği hadislerde, Ashab-ı Kiram'ın bize Resul-i Ekrem'den aktardıkları bilgilere göre, Peygamber Efendimiz uykuyla uyanıklık arasında istirahat etmekte iken Cebrail gelmiş ve Rabbinin davetini iletmişti kendisine…

Vahiy Meleğiydi Cebrail… Efendimize dost ve sırdaş… Birbirlerine ismiyle hitap edecek kadar samimi… Ulvî vazifesini ifa etme hususunda değerli bir destek kıymetli bir yol arkadaşıydı Cebrail… İşte onu göndermişti Allah Teâlâ, mahzun Nebi, Habib-i Edîb'ine…

Hiç tereddütsüz bindi, daha önceden hiç görmediği bineğine… adı Burak, yüzü cevher gibi ak!.. Her adımında ufka kadar mesafeyi kat eden bir binek!..

Cebrail önce bu aziz misafirini, Kudüs'e götürdü… İlk menzil, Peygamberler şehri Kudüs'tü. Sadece Kudüs değildi adı onun… Ne zaman anılsa, İslam Büyüklerinin Kudsü Şerif dedikleri, ve ne çâre ki, şimdilerde Son Nebi'den hüzün mirasının vârisi, mahzun ve mahkum ama şerefli ve değerli Kudüs!..

İki rek'at namaz kıldı burada Efendimiz, semaya yükseleceği o eşsiz yolculuktan önce… Kim bilir, sonraki yıllarda, hayatının her deminde, her yolculuğa çıkmadan önce kıldığı iki rek'atlik namazlarla o geceyi yeniden yaşamaktı muradı? Kim bilir, belki de her yolculuk öncesi iki rek'at namaz kılarak, adeta "yolculuğunuz böylece Rabbinizin katına bir gidiş olsun!" diyerek ümmetine örnek olmaktı maksadı…

Cebrail'in kendisine sunduğu iki içecekten birini, süt olanını tercih etti Efendimiz… Sütün "fıtrata uygun olduğunu" ifade ederek bu tercihini tasdik edecekti Cebrail…

Ve başladı Mirâc… Yani yükseliş, yani yücelere çıkmak… Yüce makamları kat ederek varılacak son menzile, ulaşılacak en son mertebeye ve kavuşulacak en son makama, Sidretü'l-Müntehâ'ya…

Burada şu açıklamayı yaparak konuyu bağlamak isteriz. Bir damlacık sudan yarattığı ve çeşitli özelliklerle donattığı, pek çok varlıktan üstün kıldığı insanoğluna, göklerde seyahat imkanı veren, göğün tabakalarını aşarak uzay boşluğundaki yörüngelere giren araçlar üretebilecek aklı ve kabiliyeti insana sunan Yüce Yaratan, bir peygamberini alıp da en değerli bir meleğin mihmandarlığında yeryüzünden gökyüzüne seyahat ettirmiş, çok mu!..

Dolayısıyla İsra ve Mirâc hadisesini, o günün şartlarıyla değil bugünün imkanlarıyla birlikte değerlendirmek uygun olacağı kanaatindeyiz. Mirâc gecesinde Sevgili Peygamberimizin yaşadıklarını ve aktardıklarını, öncesi ve sonrasıyla birlikte ele almak gerekir. Çünkü bu muhteşem ve her yönüyle Peygamberimize özgü bir Lütf-i İlahi olan hadisenin, Mekke müşrikleri ile Sadık Dost Hz. Ebu Bekr'i birbirinden ayıran bir "turnusol" vazifesi gördüğü de unutulmamalıdır.

O halde, biraz önce ifade ettiğimiz gibi, İsrâ ve Mirâc hadisesini kendi bağlamı içinde sebep ve sonuçları çerçevesinde ele almak daha isabetli olacaktır. Gördükleri, daha doğrusu Efendimize gösterilenler, her şeyden önce Ona özgü bir ayrıcalık ama aynı zamanda Cebrail'in Ona anlattıklarının bir tasdikiydi… Bu hadiseler, dönüşünde ümmetiyle paylaşılması için gösterilmişti, her sözü doğru ve özünde el-Emin olan Son Nebi'ye…

BU GECEYİ NASIL İHYA EDELİM?

İsra ve Mirâc hadiselerinin yaşandığı zaman diliminin Receb ayının 27. Gecesi olduğu, İslam dünyasında kabul gören bir anlayıştır. Kültürümüzde bu gibi özel geceler, bilindiği üzere, "Kandil" olarak adlandırılmakta ve bu gece "Mirâc Kandili" olarak kutlanmaktadır.

Ancak önemli olan, bu gece Peygamberimizin yaşadığı bu olağanüstü hadisenin bize yansıyan taraflarını görebilmek, okuyabilmek ve hayatımıza yansıtabilmektir. İşte bu bağlamda diyebiliriz ki, İsra ve Mirâc hadisesinde yaşananlar şu dört noktada toplanmaktadır; ve asıl önemli olan, bu noktaların bizim hayatımıza birtakım yansımalarının gerçekleşmesidir:

Miraca çıkmadan önceki son yeryüzü mekânı, Kudüs'tür, Mescid-i Aksâ'dır. Bu Peygamberler Makamı'nın bir Müslüman için ne denli önem arz ettiği üzerinde çokça düşünülmelidir. O halde bu gece, Kudüs ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyetine, İslam dünyası ve her bir fert olarak nasıl bir katkıda bulunabileceği üzerine dertlenilmesi, bu hüznün duyulup yaşanılması gerekmektedir.

Allah Teâlâ, katına davet ettiği Peygamber Efendimize, ümmetinden olup da şirk günahına düşmeyen her bir kişinin neticede affedileceği ve cennete gireceği müjdesini vermiştir. Dolayısıyla şirkin en büyük günah olduğu vurgulanmıştır. Öte yandan şirk dışında kalan günahlar hususunda da Allah'ın rahmetinin genişliğine dikkat çekilmiştir.

Kulu ve Peygamberi Hz. Muhammed'e İsrâ ve Mirâc hadisesini lütfeden Allah, Ümmet-i Muhammed'e de bu gece yaşananların bir benzerini yaşamaları için Namaz ibadetini beş vakit olarak farz kılmıştır. O halde "Namaz, müminin miracıdır."

Bakara suresinin son iki ayeti de bu gece Peygamberimize verilen hediyelerden biridir. Zira bu iki ayet; iman, ibadet ve Rabbe niyaz hususunda mümine yol gösteren, usul öğreten metinlerdir. Rabbin rızasına kavuşturan düsturlardır, ilkelerdir.

Yüce Rabbimizden niyazımız odur ki, mahzun Nebi'ye bir teselli olarak sunduğu bu gecede ikramda bulunduğu maddi ve manevi hediyeler misali, İslam dünyasına şuur, birlik-beraberlik duyguları lütfeylesin. Ümmet-i Muhammed'in yüreklerini Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın derdiyle dertlenme şuurundan mahrum bırakmasın. Yeryüzünde nice mazlum ve mağdur müminlerin ümit ışığı olan vatanımızı, milletimizi ve devletimizi muvaffak ve muzaffer eylesin…

Kandiliniz mübarek olsun…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.