Geçen yazımızda başladığımız konuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İslam ordusu Mekke'yi fethetmek üzere son hazırlıklarını tamamlamış ve Zîtuvâ denilen yere gelinmişti. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, orduya Mekke'ye girmeden önce son defa hitab etti. Müşriklerin gruplar hâlinde toplanmış olabileceklerini hatırlatarak özellikle Mekke'nin aşağı tarafından şehre girecek olan Hâlid b. Velîd'i, "Size karşı herhangi bir saldırı olmadıkça, hiç kimseye kılıç çekmeyiniz." diye uyardı.
Peygamberimizin görevlendirmesine göre sağ kanattaki birliklere komuta eden Halid b. Velid Mekke'ye güney tarafından girmek için; sol kanattaki birliklere komuta eden Zübeyr bin Avvam, kuzey tarafından girecekti. Sa'd bin Ubade'yi ise batı tarafından Mekke'ye gireceklere komutan tayin etmişti. Ebu Ubeyde Bin Cerrah ortadan ilerleyecek, kendisi ve beraberindekiler ise kuzey batı tarafından Mekke'ye gireceklerdi.
Geceyi Zîtuvâ mevkiinde geçiren İslâm ordusu tekbir sesleriyle sabahın erken saatlerinde dört koldan Mekke'ye doğru hareket etmeye başladılar. Halid b. Velid'in başında bulunduğu birliklere yapılan saldırı sonrasında gerçekleşen çatışma dışında başka bir mukavemet söz konusu olmadı ve İslam ordusu Mekke'ye girmeye başladı…
MEKKE'YE GİRERKEN PEYGAMBERİMİZİN OKUDUĞU DUA
Başında siyah bir sarık, ay gibi parlayan yüzündeki heybeti bir kat daha arttırıyordu... Peygamberimiz (sav): "Allah'ım! Bizi Mekke'den çıkarıncaya kadar canımızı alma!" diye dua ediyor ve "Allah'ım! Gerçek hayat, ahiret hayatıdır" niyazıyla, bu dünyanın fâni, ahiret hayatının ise bâki ve güzelliklerle olduğunu tasdik ve tebliğ ediyordu sesini duyan herkese… Dilinde Fetih suresi vardı ve sesli bir şekilde onu okumaktaydı… Bu sure Ona iki yıl önce Hudeybiye Andlaşmasından dönerken nazil olmuş ve Mekke'nin Fethinin müjdesini vermişti zira… Surenin ilk ayetlerinde, "Göklerde ve yerde Allah'ın orduları vardır O alîm'dir, hakîm'dir." buyrulmaktaydı. Bu ordular, peygamberler tarihinde bazen Hz. Nuh'un yardımına tahsis edilen bulutlar; bazen Hz. Hud için rüzgar olurken; bazen Hz. İbrahim'i yakmayan ateş, bazen de Hz. Musa'yı kurtaran su olmuştu… Şimdiyse Allah'ın gönderdiği Son Peygamber Hz. Muhammed'in (sav) yeryüzündeki 10.000 kişilik ordusuydu…
Fetih suresindeki müjdelerden biri de "elbette günü geldiğinde Mescid-i Haram'a gireceklerinin" haber veriyordu. İşte bugün o gündü…
Ancak Nebiyy-i Muhterem Efendimiz (sav), dilinde Kur'an, zikir ve tesbihat ile devesi Kasvâ'nın üzerinde giderken bir muzaffer komutan değil, bir mütevazı kul olduğunu her haliyle hissettiriyordu. Başı göğsünde ve sakalı neredeyse devenin semerine değecek kadar eğilmişti… Çünkü O, Rabbi tarafından bu zafere hazırlanmış ve "zaferin de bir ahlâkının olduğu"nu, tavır ve hareketleriyle tüm insanlığa göstermişti…
Çadırını Hacûn mevkiine kurdurdu. Burası aynı zamanda vefâkar ve cefâkar eşi Hz. Hatice'nin (r.anha) mefdun bulunduğu Cennetül-Muallâ ismiyle bilinen kabristanın bulunduğu yerdi… Ve Mekke'de ikamet ettiği günler, Sevgili Peygamberimiz (sav) gecelerini burada, bu çadırda geçirecekti…
Çadırda hazırlıklarını tamamlayıp sekiz rek'at Duhâ namazı kıldıktan sonra devesinin terkisinde Üsame b. Zeyd olduğu halde Harem-i Şerife doğru hareket eden Efendimiz, sekiz yıl sonra yeniden Kâbe'ye kavuşmanın sevincini yaşıyordu… Tavafını, tavaf namazını ve sa'yini tamamladıktan sonra Kabe'ye döndü. "Hak geldi, bâtıl yok oldu. Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur." (İsra, 81) ayetini okuyarak elindeki asâsıyla, Kâbe'nin avlusunda yer alan üç yüz altmış putu birer birer devirmeye başladı.
Ardından Ka'benin anahtarları getirildi ve içeriye giren Peygamberimiz burada iki rek'at namaz kıldı ve anahtarları tekrar onu önceden elinde bulunduran Osman b. Talha'ya iade etti, şu sözlerle…"Ey Osman bugün iyilik ve ahde vefa günüdür. Al anahtarını!"
PEYGAMBERİMİZİN MEKKEDE İLK HİTABESİ
Öğle vakti gelmişti… Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Bilâl'i çağırdı ve ezan okumasını istedi. Bu çağrıyla herkes Ka'be'nin etrafında toplanmıştı. Bir zamanlar Müslümanlara her türlü düşmanlığı gösteren ve işkenceyi tattıran Mekkeli müşrikler, bir yandan pişmanlık, bir yandan da korku ve endişe ile Resûlullah'ın kendilerine neler söyleyeceğini ve haklarında nasıl bir hüküm vereceğini beklemekteydiler.
Sevgili Peygamberimiz (sav) hem onlara hem de bütün insanlığa hitab eden sözleriyle şöyle buyurdu:
"Allah'tan başka ilâh yoktur. Mekke'nin fethine dair va'dini yerine getiren, kulu Muhammed'e yardım eden ve düşman topluluklarını tek başına yenilgiye uğratan O'dur…
Haberiniz olsun! Mal veya kandan, Câhiliye devrinde anılıp zikredilen tüm övünme vesilesi olan şeyler ayaklarımın altındadır. Sadece hacılara su dağıtma işi ve Kâbe hizmeti bunun dışındadır…"
"Bütün insanlar Âdem'den, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Allah buyuruyor ki:
'Ey insanlar! Sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münâsebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, O'ndan en çok korkanınızdır. Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır." (Hucurat, 13)
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, bu hitabesinden sonra, halka, "Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?" diye sordu.
Kureyşliler, "Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız." dediler.
Bunun üzerine Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz şöyle konuştu:
"Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'la kardeşlerinin hâli gibidir. Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de sizlere diyorum:
"Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah, sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir." Gidiniz, hepiniz serbestsiniz."
Kendisine zulmün, işkencenin ve hakaretin her türlüsünü yapanlara karşı Onun bu alicenap tavrı ve merhametli yaklaşımı sayesinde Mekke halkı, Peygamberimize (sav) Müslüman olduklarını bildirmek için akın akın gelmeye başladılar. Allah'ın va'di gerçekleşmiş ve Kur'an'daki ifadesiyle "insanlar dalga dalga Allah'ın dinine girmeye" (Nasr, 2) başlamışlardı.
Kısacası Mekke'nin Fethi, gönüllerin fethi olmuştu aslında…
Cuma'nın bereketi üzerinize olsun, niyazıyla…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay